Aziz ve muhterem din kardeşlerim! Bugünkü hutbemizin mevzuu “VAHDET”konusu üzerine olacaktır inşallah. İslam dininde Vahdet; Aynı duygu, aynı his, aynı yürek, aynı kalp, aynı anlayış, aynı inanç uğrunda yeryüzündeki Müslümanların tek hedef için, tek vücut gibi birlikte hareket halinde olmaları demektir. Aynı zamanda vahdet; Müslümanların ortak düşmanlarına karşı vahyin öncülüğünde güçlerini birleştirmesi, omuz omuza vererek, emperyalist Kâfirlere, zalimlere, tağutlara karşı, Kur’an-ı Kerim’i ve tevhidi düşünceyi korumaları için, hakim kılmaları için, bir araya gelmeleri, güçlerini birleştirmeleri, beraberce hareket etmeleri demektir.
Vahyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik sistemler, beşeri rejimler, zalimler, tağutlar ve emperyalistler, Allah (cc)’ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad ederler. Dolayısıyla bu emperyalistler, beşeri hükümlerini tatbik için, hangi ırka ve hangi düşünceye sahip olursa olsun, sünnisiyle, şiasıyla hangi mezhebe mensub bulunursa bulunsun, bütün Müslümanları hedef almışlardır. Kâfirler; Müslümanların yaşadıkları topraklara, Mukaddes beldelere, İslama, Kur’an-a saldırarak, Tevhid inancının temellerini yok edip, bu inanca sahip olanları kendilerine köle etmeyi gaye edinmişlerdir
Onun için Müslümanlarda bu tağuti sistemlerin diyalog, uzlaşma ve Müslümanları yeryüzünden yok etme mücadelelerine karşı bir araya gelip güçlerini birleştirmek,“İslam”la yönetilmek, yeryüzünden fitneyi kaldırmak ve Allah (cc)’ın hükümlerini hâkim kılmak için vahdeti oluşturmak ve buna göre mücadele etmek zorundadırlar. Çünkü Müslüman bir kul; Gönderilmiş tek ve en hayırlı ümmet olmanın bilinci içerisinde, gücün ve hükmün sadece Allah (cc)’a ait olduğu gerçeğini bilir ve Allah (cc)’ın hükümlerinin imani yönden tespiti ve ibadet yönüyle de uyguladığı sonucu ancak bir değer taşır.
Allah (cc)’u Teala Sure-i Ali İmran’ın 102. ayet-i celilesinde “Ey iman edenler! Allah’ın emrine uygun yaşayın (aykırılıktan sakının)ve ancak Müslümanlar olarak can verin” buyurmaktadır. İşte Rabbimiz (cc) bu ayet-i celile ile kendisine iman edenlere hayatın gayesiyle ilgili en önemli ikazlardan birisini yapmaktadır. Allah (cc)’tan gereği gibi korkmak ve İslami bir yaşayış içinde ölmek. Bunun için Allah (cc)’ı gereği gibi tanıyan ve Allah (cc)’a karşı saygı duyanlar iman ve Salih amelleriyle, birlik içinde yaşarlar. Küfür, şirk ve tağut belasına karşı sarsılmazlar, eğilmezler, boyun eğmezler ve bir araya gelerek hep birlikte şeytanların oyunlarını bozarlar.
Aynı zamanda Müslümanlar kendi iç dinamiklerini ve yaşantılarını islam’a uygun hale getirmekle beraber, toplumunda yalınız “Müslüman’ım” demesi değil, “Müslüman’ca” yaşamayı isteyen ve yaşayan bir toplum oluşması için ölümüne çaba sarf ederler. Demek ki Müslümanlar için İslami bir vahdet elzemdir. Kur’an-ı Kerim Müslümanlardan yapmacık bir Müslümanlık, zahiri bir birliktelik değil, vahdetin özünü ve hakikatını anlamalarını ve yaşamalarını istemektedir. Eğer bizler Siyonist rejimlerin, sömürgeci ve sultacı güçlerin oyunlarını basiretli bir şekilde takip ederek anlıyor olsak, vahdetin, tüm Müslümanlar için farz olduğunu çok yakından, net olarak görürüz. “Bütün Müslümanlar, kalabalık nüfusları, zengin imkânları, geniş toprakları ve hakim oldukları coğrafi bölgeler ve güçleriyle birlikte, birlik olurlarsa, Allah (cc)’ın izniyle hiçbir süper güç onlara saldıramaz. Onların boyunlarından tutarak yerlerde süründürüp çekip götüremez, Şehid edemez”
Ancak günümüz dünya koşullarını; Gerek siyasi, gerek ekonomik, gerek toplumsal, gerek coğrafi ve gerekse de sosyolojik açıdan incelediğimizde, Müslüman toplumlar açısından pek de iç açıcı bir durumda olmadığımızı ve Müslümanlar arasında hep bir uçurumun var olduğunu görmekteyiz. Nedenine gelince; Nedeni gayet basittir. Emperyalist güçler İslam toplumlarında tefrika ve fitne çıkartmak için Müslümanlar arasına nifak tohumları ekmişlerdir. Kafirlerin en büyük ve en kolay ulaşabildiği silah nifaktır, tefrikadır. Ne yazık ki! Bunuda özellikle Müslümanların başlarındaki idarecilerin eliyle yapmaktadırlar. İşte işin asıl acı tarafı da budur.
Sandalye ve makam perestler, sadece adları Müslüman geçen bazı şahsiyetsizlerin göstermiş oldukları yoğun çabalar sonucu Müslümanlar vahyin ikliminden uzaklaştıkları gibi, vahdeti oluşturamamışlar, dolayısıyla da, doğruya kendi akli yollarıyla ulaşmaya çalışmışlardır. Oysa aklın yolu faklıdır, ancak vahyin yolu birdir. Vahyi merkeze almadan, her ferdin, her gurubun kendi aklından yola çıkarak, Suriye deki, Mısır’daki ve dünyanın birçok yerinde zulme reva görülen Müslümanların durumunu yorumlamaya kalkması, elbette ki kişilere göre doğru sayısını artıracak ve Vahdet sağlanamayacaktır.
Bakınız Allah (cc)’u Teala bununla ilgili olarak Al-i İmran suresinin 103. ayeti celilesinde “Hepiniz toptan Allah’ın ipine (yani Kur’an-a)sımsıkı sarılın (onu hayata hakim kılın, ihtilaf ve tefrikaya düşüp fert fert, gurup gurup)parçalanıp ayrılmayın” buyurmaktadır.
Muhterem din kardeşlerim! Vahdeti sağlamak için önce kendimizden başlamalıyız. Koltuğunda yaslanarak oturup ta “Şu olmaz, bu olmaz, vahdet olmaz, boşuna yorulmayın” diyerek, etrafı rahatsız etmeye kimsenin hakkı olmadığı gibi bunun vebalıda, günahı da büyüktür.Onun için tenkid ve şüphe hastalığına tutulmadan birbirimizi usulünce tebliğ cihetinde uyararak vahdeti oluşturmaya davet etmeliyiz, gayret etmeliyiz. Vahdetin sağlanması için Müslümanlar Kur’an ve sünneti rehber edinmeli, ferdi ve gurupsal çıkarlardan uzak durmaya çalışmalıdırlar. Tüm Müslümanlar, İslam ülkeleri arasında birlik ve dayanışma zemini oluşturarak, sömürgeci ve işgalci anlayışın ekmeğine yağ sürmekten kaçınmalıdırlar ve her daim uyanık bir hal üzere vahdet içinde hareket etmelidirler. hedefimiz vahdet, Gayemiz is Allah (cc)’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Elimizden gelen duadır, çalışmaktır, çabalamaktır, hareket halinde olmaktır. Velhamdulillahi Rabbil âlemin
Şahin ÖZDAŞ