“Bize yollarımızı dosdoğru göstermişken biz ne diye Allah’a güvenmeyelim?” (İbrahim:12)
Bu söz, yol ve tavrından emin, veli ve yardımcısının sonsuz lütfuna erişen, yolunu gösteren Allah’ın kendisine mutlaka yardım da edeceğine inanan mü’minin sözüdür.
Adımlarının Yüce Allah tarafından yönlendirildiğini ve yolunun da Yüce Allah tarafından kendisine gösterildiğini anlayan bir yürek, hiç kuşkusuz Yüce Allah’a bağlanmıştır. O, artık şaşırmaz.
Yüce Allah’ın varlığından ve her şeye egemen, her şeyi kahhar sıfatıyla kuşatan ilahlığından hiçbir zaman gafil kalmaz. Azimle ve yılmadan yola devam etmeyi sağlayan bir şuurdur bu. Yani tereddüt ve bocalama geçirmeden… Yoldaki tağuti güç ve engellerden çekinmeden… Bu hakikati, yani Allah’ın yol göstericiliği ve Allah’a güvenme olayının mü’min yürekteki kopmaz bağlantısı, ancak fiilen hareket içinde bulunanların anlayabileceği bir hakikattir.
Cahiliye tağutuyla fiilen savaşanın anlayabileceği bir hakikat… Kalbindeki bütün noktaların ilahi nurla aydınlandığını hisseden kimsenin anlayabileceği bir hakikat… Bu nurla aydınlık ufukları gören, huzur dolu bilgi ve ilim ortamında yaşayan, ilahi ünsiyet ve yakınlığı hisseden kimsenin anlayabileceği bir hakikat…İşte bir mü’min eğer bu hakikati anlamışsa, yeryüzü tağutlarının tehditlerine hiçbir önem vermez.
Aldatmaca ve tehditlere boyun eğmez. Çünkü bu mü’min, yeryüzünün bütün tağutlarıyla beraber onların elindeki her tür kapma ve sindirme yöntemlerini de hor görür. Sonra Allah’a bağlanmış bir kalp, böyle şeylerden nasıl korksun ki? Şu aciz kullar mı onu korkutacak? Öyleyse sarsılmadan sabredelim, zayıflayıp geri dönmeyelim, gevşeyip titremeyelim, kuşkuya kapılmayalım, aşırılık göstermeyelim ve yoldan ayrılmayalım…
“Ve biz, bütün eziyetlerinize de kesinlikle sabredeceğiz.” (İbrahim:12)
Sıhhatli iman anlayışını, olanca sadelik ve gücüyle Hz. Peygamber (S)’in yüreğinde görüyoruz. Onun risaletine inanıp onun davasını yayan her mü’min yüreğin de bu imanla süslenmesi gerekir. İşte açıklama: “Allah, kuluna (yardım etmeye) yetmiyor mu? (Ey Muhammed) onlar, seni Allah’tan başkasıyla korkutuyorlar.” (Zümer: 36)
Yetip artan bir direktiftir bu açıklama. Allah’a ulaşan şaşmaz ve dosdoğru yolu göstermektedir bu açıklama. Eğer Allah davetçinin yanındaysa, eğer davetçi bulunduğu ubudiyet makamının hakkını veriyorsa acaba onu kim ve ne korkutabilir? Güçlü ve her şeyi kudret kabzasında tutan Yüce Allah’ın yeterli oluşundan hiç kimse kuşku duyabilir mi? Gerçek korku kimdendir? Konu budur.
Apaçık ve kesin… Tartışma ve zihni yorgunluğa yer vermeyecek kadar net… Çünkü söz konusu olan; Allah korkusuyla başkasının korkusudur. Eğer mesele böylece anlaşılmışsa şüphe ve karmaşaya hiçbir yer kalmamıştır. Evet, eğer bu anlaşılmışsa Allah’ın dinine davet eden kimseyi ne korkutabilir ki? Neden huzursuz olabilir, neden çekinebilir ki? Onu kim yolundan engelleyebilir ki? Eğer bu hakikat mü’minin kalbine yerleşmişse, kendi açısından mesele bitmiş ve tartışma kesilmiş demektir. Allah’tan başkasından umudunu kesmiş demektir. Çünkü Allah, kuluna yeterdir. Sadece O’na güvenilir:
“De ki: Allah bana yeterdir. Mütevekkil kimseler sadece O’na güvenirler.” (Zümer: 38)
Kalplerinde Allah’tan başka birine veya bir sebebe güven duygusunu bulan kimseler, en başta Allah’a gerçekten inanıp inanmadıklarını düşünmek zorundadırlar.
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. O’nun ayetleri kendilerine okunduğu zaman (bu) onların imanlarını artırır. Onlar sadece Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal: 2)
Sadece Rablerine güvenirler. Ayetin (gramer yönünden) ifade ettiği anlam budur. Yani yardım ve güven konusunda Allah’a hiçbir şekilde ortak koşmazlar. Yahut İbn-i Kesir’in tefsirinde anlattığı gibi: “Allah’tan başkasına umut bağlamazlar, O’ndan başkasını kastetmezler, O’ndan başkasına sığınmazlar ve O’ndan başkasına rağbet etmezler. Dilediği her şeyin olacağını, dilemediğinin ise asla olamayacağını bilirler. Mülkünde tasarrufta bulunan O’dur. Ortağı yoktur. Hükmünü değiştirecek yoktur. Süratle hesap alan O’dur. Bundan dolayı Said b. Cübeyr demiş ki: ‘İmanın merkezi (temeli), Allah’a tevekküldür.’ “
Allah’ın vahdaniyetine ihlasla inanmak budur. Başkasına değil, sadece O’na ihlasla ubudiyet etmek de budur.
27.02.2015
Hazırlayan: Emrullah AYAN