Hutbe: İslam Vahdeti ve Irkçılık
“Ey insanlar, sizi bir tek özden yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve ikisinden birçok erkek ve kadın türeten Rabbinize karşı gelmekten sakının.” (Nisa: 1)
İslam’ın kavmiyetçilik hakkında söylediği gerçek şundan ibarettir. O, bir insanla diğer bir insan arasında hissi ve maddi hiçbir ayrılığı kabul etmez. Bütün insanlığın kesinlikle aynı kökten olduklarını ifade eder. Esas itibarıyla doğum yerlerinizin, üzerinde yaşadığınız bölgelerin ve içinde bulunduğunuz mekanların ayrı ayrı yerler oluşu aranızda bir ihtilaf nedeni olamaz.
“O, sizi bir tek candan yaratandır. Sonra (sizin için) bir karar yeri bir de emanet yeri vardır.” (En’am: 98)
Gerçekte cins ve kabileler olarak hep bir ana ve bir babadansınız:
“Ey insanlar, hakikat biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Sizi (sırf) birbirinizle tanışmanız için büyük büyük cemiyetlere, küçük küçük kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki sizin Allah nezdinde en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır.” (Hucurat: 13)
Yani sizlerin değişik kabile ve cemiyetler halinde olmanız sadece tanışıp bilişmeniz içindir. Bu ayrılık, birbirinize düşmanlık etmeniz, birbirinizle savaşa girişerek birbirinizi boğazlamanız ve aranızda imtiyaz sınırları koyarak birbirinize karşı böbürlenmeniz için değildir. Bu ayrı kabile ve cemiyetler oluşunuza bakıp da aslınızdaki vahdeti unutmayınız.
Aranızda gerçek bir fark düşünmek lazım gelirse o da sadece ahlak ve amelleriniz yönüyle olan farklılıktır. Yoksa bunun dışında kalan ihtilaflarınız Allah’ın azabına sebep olacak bir anlayış ve davranıştır. Cemiyetler arasında takvaya dayanmayan ayrılıklar ve sırf hissi ve maddi ilkelere bağlı olarak ortaya çıkan düşmanlıklar büyük bir vebaldir. Ve acı azabı tatmanıza sebeptir.
“ Dillerinizin ve renklerinizin farklı ve değişik olması da O’nun ayetlerindendir…” (Rum: 22)
Dünyadaki çeşitli bölgelerde konuşulan diller sadece o dili konuşan insanların idari, iktisadi konularda ve diğer beşeri münasebetlerinde anlaşmalarını sağlayan bir vesiledir. Yoksa ortak dile sahip olmayan insanlara ırk ayrılıkları ve bununla ortaya çıkan bir takım üstünlükler tanımaya, beşeri ayrı, farklı gruplara bölmeye bir gerekçe saymak söz konusu değildir.
Yine, insan toplulukları arasında renk esasına dayalı imtiyazlar son derece önemsiz ve bir bakıma anlamsız bir üstünlük değerlendirmesidir. Çünkü renk, cisme ait bir sıfattır. Halbuki insanın şahsiyet ve şerefi derisinin rengi ile ölçülemez. İnsanın gerçek değeri, ruh güzelliğine bağlıdır. Onda ise herhangi bir renk söz konusu değildir. Öyleyse insanlar arasında, renklerinin siyah, beyaz, sarı, kırmızı oluşlarına göre meydana getirilen bu farklılıklarla birinin diğerine üstün sayılışı da ne demek oluyor?
İslam; sınıfçılığı, Firavun’u lanete ve acı azaba uğramasına müstehak eden suçlar cümlesinden saymıştır:
“Hakikat; Firavun o yerde baskıcı serkeşliğe, zulümde haddi tecavüze, büyüklenmeye ve kulluğu unutmaya kalktı. Ora ahalisini fırkalara ayırdı.” (Kasas: 4)
İslam’a göre arzın her yeri Allah’ındır. O, Adem evladını mükerrem kılmış ve onları yeryüzünün halifesi yapmıştır. Dünyadaki her şeyi de insanın emrine vermiştir. Bu itibarla insanoğlunun dünyanın herhangi bir yerine çakılıp kalarak orayı mabutlaştırması diye bir şey İslam anlayışının dışındadır. Yeryüzü bütünüyle insan içindir. Bir yerde sıkıntı ve darlığa düşülse, onun başka bir köşesine gidebilir. Nereye giderse orada Allah’ın kendisi için ihsan ettiği nimetleriyle karşılaşacaktır.
Bunun için Allah Teala şöyle buyurur:
“Muhakkak ben yeryüzünde (benim emirlerimi tebliğ ve infaza memur) bir halife kılacağım.” (Bakara: 30)
İslam, işte böyle bir netlikle ve bu kesinlikle insanı yüceltmek, yer ve çamur bağından, et ve kan bağımlılığından kurtarmak için geldi. Bütün bunlar yeryüzünün ve toprağın bağlarıdır. Müslüman’ın vatanı yalnız ve yalnız ilahi şeriatın hakim olduğu, yürürlükte olduğu yerdir. Vatan ile vatandaşlar arasındaki bağın Allah’a bağlılık esasına göre ayarlandığı yerdir. Müslüman’ın milliyeti sadece ve sadece akidesidir. Müslüman’ın akrabalığı yalnız ve yalnız Allah yolunda akide esasından doğar. Müslüman’ın akrabaları ile arasındaki bağ Allah yolunda birleşir.
Allah’a ulaştıran birinci derecedeki bağlantı kurulup, bu yoldan kan yakınlığı inanç ilişkisi ile pekişmedikçe Müslüman’ın babası, anası, kardeşleri, eşi ve aşireti ile akrabalığı söz konusu değildir:
“Allah’a ve Ahiret gününe inanan bir milletin, babaları, oğulları, kardeşleri yahut akrabaları da olsa Allah’a, Rasulüne düşman olanlarla dostluk ettiğini göremezsin…” (Mücadele:22)
Akide bağı kurulunca, bütün mü’minler kardeştirler. İsterse aralarında kan ve soy akrabalığı bulunmasın…“Sadece mü’minler kardeştir” ayeti bu gerçeği sağlamlaştırma ve sınırlama yoluyla ifade etmektedir. Bu kardeşlik ve dostluk bağı, nesilden nesile geçer ve bu ümmetin başını sonuna, sonunu başına hem de sevgi, şefkat, dostluk ve yıkılmaz dayanışma bağıyla bağlar.
Aşiret, kabile, kavim, ırk, renk ve toprak asabiyeti, basit ve geri kalmışlık alameti olan bir asabiyettir. Cahili bir asabiyettir. Beşeriyetin ruhi çöküntü dönemlerinde tanıdığı bir asabiyettir. Rasulullah (S)’in “kokuşmuş” diye adlandırdığı asabiyettir.
Kur’an’ı başından sonuna kadar okuyan bir kimse, kavmiyetçilik ve bölgeciliği temize çıkaran, onları meşru gösteren tek kelime bile bulamaz. Çünkü o, insanoğlunun tümüne seslenir, iyiliğe, saadet ve kesin kurtuluşa çağırır. Ne mutlu o çağrıya kulak verenlere, ne mutlu o davanın erlerine…
11.09.2015
Hazırlayan: Emrullah AYAN