2,4K
Adalet Bakanlığı, tutanaktaki beyanda tahrifat yapmayı hâkimin takdir hakkı saydı
İLKAV, Cuma namazı da kıldığı Ankara Ulus’taki Konferans salonunun mühürlenmesi işlemine karşı açtığı davaya bakan Ankara 7. İdare Mahkemesinin ESAS NO : 2006/177 KARAR NO : 2007/1470 sayılı kararında, 18. 07. 2003 tarihli Emniyet tutanağındaki beyanların çarpıtılarak idare lehine kullanılması suretiyle yargı bağımsızlığının, tarafsızlığının ihlal edildiğini, yargılama yetkisinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek Mahkeme yargıçları hakkında HSYK’na suç duyurusunda bulunmuştu.
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Altındağ Müftülüğü’nün “Hanefi âlimlerinin içtihadına göre, Cuma namazı kılmak Devletin iznine tabi” olduğu iddiasıyla, bu izin verilmeden konferans salonunda Cuma namazı kıldığı için ve hiçbir yasal gerekçeye dayanmadan gerçekleştirilen İLKAV’ın konferans salonunun kapatılması, mühürlenmesi işleminin iptali için İLKAV, Ankara 7. İdare Mahkemesinde dava açmıştı. İdare bile yaptığı bu işlemi savunmak amacıyla mahkemeye hiçbir savunma göndermezken, yani idare bile hukuka aykırı işlemini savunma çabası göstermezken, bu davaya bakan yargıçlar, bizzat kendileri zorlama mesnetler oluşturarak, idarenin hukuka aykırı işlemini hukuki bulan bir karar vermişlerdi.
İşte bu kararı oluşturabilmek için, yargıçların, dosya münderecatında bulunan Emniyet Müdürlüğünce düzenlenmiş tutanak ve raporlarda yer alan Vakıf yetkililerinin son derece açık “Kur’an Kursu açmadık” ifadesini, tam tersi bir içerikle “Kur’an Kursu açtık” şeklinde gerekçeye yazıp, konferans salonunu kapatan idari işlemi hukuki gösteren karara dayanak yapmaları da, yargıçların önyargılarını, tarafsızlık ve bağımsızlığa aykırı bir tutumla, idare lehine her şeyi yapmayı göze aldıklarını gösteren açık bir başka gösterge olarak şikâyet dilekçesinde belgelenmiş ve aşağıdaki sorular yöneltilerek, yargıçlar hakkında şikayette bulunulmuştu.
“Dosyadaki belgede yer alan açık bir ifade, hangi amaçla çarpıtılmış ve yargı kararında neden tam tersi bir anlamda kullanılmıştır? İdarenin Diyanet fetvasıyla ve bir mezhebin yorumunu saptırıp istismar ederek, yasal dayanağı olmadan din ve ibadet özgürlüğünü sınırlayan, bu bağlamda Cuma namazı kılmayı laik devletin iznine tabi kılan hukuksuz uygulamasını hukuka uygun bulan yargıçlar, bağımsız, tarafsız ve laik devletin yasalarına uygun davranmış sayılabilirler mi? Hiçbir anayasal ve yasal dayanağı olmadan, uluslararası insan hakları sözleşmelerine de açıkça aykırı bir tutumla, din ve ibadet özgürlüğünün bir mezhebin yorumunu istismar eden Diyanet fetvasıyla sınırlanmasına laik devletin yargısı nasıl hukukilik onayı verebilmiştir?”
“Şikayet konusu yaptığımız Ankara 7. İdare Mahkemesi yargıçları, ne pahasına olursa olsun, belgelerdeki ifadeleri bile tahrif ederek ve hiçbir yasal dayanak olmaksızın, sırf Diyanet fetvasıyla temel haklara sınırlama getirerek, ama illa da idarenin hukuksuz işlemini hukuki göstermeye çalışmışlar/zorlamışlardır. Devleti ve devlet kurumlarını kutsal ve her şeye rağmen itaat edilmesi ve ne yaparsa yapsın sessiz kalınması, yaptığı hukuksuzlukların bile savunulması gereken mutlak bir otorite, vatandaşları, sivil halkı ve onun sivil kuruluşlarını da mutlak itaat etmesi gereken teba ve köleler konumuna oturtan, hukuk devletiyle asla bağdaşmayan bir zihniyetin ürünü olarak nitelendirmeyi hak eden bu hukuka aykırı karar, aynı zamanda yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı ilkesini de gölgeleyen bir karar olmuştur. Bu sebeple, belgelerdeki beyanları bile saptırarak, idareyi haklı çıkarmaya çalışan yargıçlar hakkında suç duyurusunda bulunmak gereğini duymuş bulunuyoruz.”
İşte bu gerekçelerle 04. 12. 2007 tarihinde İLKAV Başkanı Mehmet Pamak tarafından HSYK’na yapılan suç duyurusuna, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün yaklaşık bir yıl sonra 07. 11. 2008 tarihli yazısıyla verilen cevapta, “ileri sürülen iddianın Hâkimin yargı yetkisi ve takdir hakkı kapsamında kaldığı, adı geçen başkan ve üye hâkimlerin bu hak ve yetkilerini kötüye kullandıklarına dair delil gösterilmediği” iddiasıyla şikâyetin işleme konulmadığı bildirilmiştir.
İşte bu gerekçelerle 04. 12. 2007 tarihinde İLKAV Başkanı Mehmet Pamak tarafından HSYK’na yapılan suç duyurusuna, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü’nün yaklaşık bir yıl sonra 07. 11. 2008 tarihli yazısıyla verilen cevapta, “ileri sürülen iddianın Hâkimin yargı yetkisi ve takdir hakkı kapsamında kaldığı, adı geçen başkan ve üye hâkimlerin bu hak ve yetkilerini kötüye kullandıklarına dair delil gösterilmediği” iddiasıyla şikâyetin işleme konulmadığı bildirilmiştir.
Bu yazının bugün İLKAV’a tebliği üzerine bir açıklama yapan Başkan Mehmet Pamak şunları ifade etmiştir: “Emniyet tarafından tutulan tutanaktaki beyanımızı tahrif ederek idare lehine çarpıtmak bile, hak ve yetkinin kötüye kullanımı değil de Hâkimin takdir hakkı olarak görülüyorsa ve üstelik bu konudaki şikâyetimiz, halkın seçtiği hükümetin bir bakanlığı tarafından bu gerekçeyle işleme konmamışsa, bu halkın daha çok çekeceği var demektir. Halbuki, aynı Adalet Bakanlığı ve HSYK, asker bürokratlardan böyle bir şikayet geldiğinde, yani sistemin ilahları kurban istediğinde, yasaların gerektirdiği görevini yapmaktan başka suçu olmayan savcıları bile kolayca kurban etmekte hiç tereddüt etmeyeceklerini defalarca ispat etmiş bulunuyorlar. Yani hiçbir yasal dayanağı olmadığı halde, uluslararası sözleşmelere, anayasa ve yasalara da aykırı olarak İLKAV’ın Cuma namazı kılmasını laik devletin iznine tabi kılmaya zorlayanlar, üstelik böyle bir kararı verebilmek için belgelerdeki beyanları tahrif etmeyi bile Hâkimin takdir hakkı görenler, askerlerin isteği üzerine savcıları harcayabiliyorlar. Kimi Alevi Derneklerinin açtığı davada, Anayasanın 24. maddesi gereğince zorunlu kılınmış bulunan “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” dersinin, AİHM kararlarına ve İnsan hakları sözleşmelerine göre, çocuğa hangi dinin eğitiminin verileceğini belirleme yetkisi aileye aittir gerekçesiyle, bu konudaki amir anayasa hükmünün bile hukuki olmadığına karar verebiliyorlar (ki bu konuda biz de özgürlüklerden, yani hiç kimseye din ya da ideoloji dayatılmamasından yanayız). Yani İslam, Müslümanlar ve hakları söz konusu olduğunda, uluslar arası sözleşmeleri, anayasa ve yasaları da ihlal etme pahasına hak ve özgürlükleri kısan subjektif, ideolojik, keyfi kararlar verenler, resmi ideoloji yandaşları söz konusu olduğunda yine anayasa ve yasaları ihlal etme pahasına, ama bu sefer hukuka vurgu yapan, özgürlüklerden yana kararlar verebiliyorlar.”
Mehmet Pamak, bu davayı Danıştay’a intikal ettirdiklerini, daha sonra da gerekirse AİHM’ne götüreceklerini, ancak İslami kimlikleri ve taleplerinin de İslami olması sebebiyle, bütün bu safhalarda adaletin, hukukun gereğinin yapılacağına dair umutlarının da bulunmadığını söyledi. “Bu tür hukuki süreçleri zorlamak suretiyle, haksızlıkları, hukuksuzlukları, keyfilikleri, ideolojik karar ve uygulamaları kanıksayıp, suskun kalarak zalimlerin işlerini kolaylaştırmak, sorunsuz bir biçimde zulümlerini sürdürmelerine razı olmak yerine, yerel ve küresel zalimlerin işlerini zorlaştırmayı ve bütün bu safhalarda zulmü ve zalimleri ifşa edip halkımızı uyarmayı ve böylece muhalefet bilincini yükseltmeyi amaçlıyoruz” dedi.