Cumartesi, Aralık 21, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ 24.05.2013 CUMA HUTBESİ

24.05.2013 CUMA HUTBESİ

by İlkav Editor
2,7K 👁
A+A-
Reset

بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ

يَا أَيُّهَا الْمُدَّثِّرُ(١) قُمْ فَأَنذِرْ (٢) وَرَبَّكَ فَكَبِّرْ (٣)

“Ey örtünüp bürünen (Peygamber!); Kalk da uyar ve Rabbini yücelt. (Müdessir: 1,2,3)”

 

Ekitap için tıklayın

Aziz ve muhterem din kardeşlerim! Bugünkü hutbemizin mevzuu “ÜMMET, DAVET VE DAVETÇİkonuları üzerine olacaktır inşallah. Ümmet kelimesi; Ana, yol, din, cemaat, nesil, boy, zaman gibi manalara geldiği gibi, kendi iradeleriyle veya bir zorunluluk neticesinde aynı yerde, aynı zamanda veya aynı dine tabi olma neticesinde, bir arada yaşayan insan topluluğudur. Ümmet, imam kelimesi ile aynı kökten gelmektedir. Dolayısıyla her peygamber (sav.ec) aynı zamanda birer imam, önder, rehber olarak kabul edilir ve ona tabi olanlara da onun ümmeti denir.

 

Allah (cc)’u Teala En’am suresi 38. ayet-i celilede  "Yeryüzünde yürüyen hiçbir hayvan ve iki kanadıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki, (onlar da) sizin gibi birer ümmet olmasınlar" buyurarak bırakın Müslüman topluluklarda ümmet olmanın önemini, hayvan topluluklarının bile birer ümmet olduklarını bildirmiştir. Günümüzde ümmet kavramı genellikle daha çok Müslüman insanlarla ilgili kullanıldığından bazen bir Müslüman toplumunu ifade ettiği gibi, bazen de Müslümanların içinde farklı özelliklere sahip daha küçük gruplardan birini veya her bir Müslüman’ı da ifade eder. Rasulullah (sav) “Her ümmet, kendi peygamberine tabi olur” (Buharî, Tefsir sure 17,11)hadis-i şerifi gibi, birçok Hadis-i şerifte de her peygamberin, kendisine tabi olan ümmetinin bulunduğunu ve “Ümmet” kelimesini de kendilerine peygamber gönderilmiş ve din tebliğ edilmiş insanlar manasında kullandığını görürüz.

Mesela Adem aleyhisselâmın ümmeti, Nûh aleyhisselâmın ümmeti, İbrâhim aleyhisselâmın ümmeti, Mûsâ aleyhisselâmın ümmeti, Îsâ aleyhisselâmın ümmeti ve dahi bizler Muhammed Mustafa (sav)’in ümmeti gibi. Esasında bu ümmet ifadesi bazen sadece müminleri bazen de mümin kâfir bütün insanları kapsar.

 

 

“Peygamberimiz Muhammed Mustafa (sav)’e sadık bir ümmet olmak istiyorum, onun getirdiği şeriatın çağrısı üzere yürümek istiyorum” deyipte İslam şeriatını kabul ederek bu çağrıya iman eden Müslümanlara Ümmet-i icabet denir. Vahyin çağrısına İman etmeyip, kâfir olanlara, müşrik olanlara, münafık olanlara da Ümmet-i davet denir. Çünkü Onlar bir davetçi tarafından İslâm’a davet olunmamışlar Veya davet ulaşmış ancak heva ve heveslerinden kaynaklanan şeytani ve nefsanî arzuları sebebiyle yahut ta davetçinin yanlış tebliğ metodundan kaynaklanan bazı hususlar sebebiyle davete icabeti kabul etmemişlerdir.

 

Allah (cc)’u Teala Müddesir Suresinin ilk ayetlerinde Rasulullah (sav)’a hitaben “Ey örtüsüne bürünen – Kalk! Artık uyar! – Sadece Rabbini yücelt”Hitabıyla Rasulullah (sav)'ın nezdinde biz kullarına da ne gibi işler yapmamız gerektiğini öğretmiştir. Yani bu ayetlerle, Rasulul­lah (sav)’in insanlara vahyin mesajını iletmesi ve onları İs­lam’a davet etmesi istenmiştir. Ayetler; Artık sarınmanın, örtünmenin, saklanmanın ve beklemenin mümkün olmadığı, onurlu ve şerefli bir görevin kendi­sini beklemiş olduğunun apaçık beyanlarıdır. Bu hitap sadece Allah (cc)'u Teala’nın peygamberimize gönderdiği ilk emir değildir. Daha ön­ce de, “Onları elem verici bir azapla korkut” ayet-i ile de Nuh (as) gibi, kavimleri dalalet ve sapıklığa itilmiş birçok elçiye bu emir verilmiştir. Demek ki bu Sure, Rasulullah (sav)’ın nezdinde Muhammed ümmetindenim diyen her Müslüman’ın davetçi olması için bir uyarı niteliğindedir.

 

O halde Muhammed (sav)’in ümmetinden olup vahyin tebliğ edilmesi ve Rasulullah (sav)’ın sünnetini yaşayıp ve yaşatılması gerektiğinin önemini anlayan ve kendisini bu yola vakfeden her Müslüman, kendisini davetçi kabul etmeli, kalbini her türlü kirden, pislikten, şirk ve günahtan arındırmalıdır. Yani akidesi düzgün, tebliğinde yumuşak sözlü olmalı, tam bir islami şahsiyet ahlakı ile yalınızca Al­lah (cc)’ın rızasını kazanmak için havf ve reca ile yani korkutma ve ümit verme ile karşısındakini uyarmalıdır. Davetçinin yüklendiği görev, oldukça ağır ve tehlikeli olabilir. Bu vazifeyi yerine getirirken bin bir zorluk, me­şakkat ve muhalefetle karşı karşıya kalabilir. Davetçinin ailesi, akrabası, kavmi hatta bütün toplum ona karşı çıka­bilir. Ancak; Allah (cc) ona yardım ettikten sonra karşısında kim durabilir?

 

Ve yine 6. ayet-i celilede“Yaptığını çok görerek başa kakma”  Bu ayet-i celile, davetçi için her zaman canlılığını korumaktadır. Yaptığın işi, hizmeti, tebliği çok sayarak başa kakma. Yaptığın işle nazlanma, karşılığının daha çoğunu almak maksadıyla yapma. Yani sadaka verip de yirmi paralık hizmet ve saygı bekleyenler gibi olma. Dünya ticareti ve maksadını gözeterek, gösteriş ve iki yüzlülük yaparak davet etme. İşte cehalet ve sapıklığa tökezlenmiş her topluma bu düsturlarla gidilmelidir. Nuh, İbrahim, Musa ve Muhammed (sav.ec) ‘in izledikleri yegane düsturda budur. Evet “Kalkıp kafirleri inzar etmek, (korkutmak)  ve Rabbini yüceltmek” Bu yüce emri, sadece peygamberlere, toplumlara ve yalınızca belli şahıslara has kılmak doğru bir davranış değildir. İslami hareket içerisinde bulunan her davetçi için bu emir tazedir ve yenidir.

 

Esasında Allah (cc)’ın yeryüzünde halifesi olarak vahyi emanet bıraktığı Muhammed ümmeti (sav) ve davetçileri bu emanete ihanet ederek, Kur’an-ı Kerim’in mesajını acı sözler, kaba ve gayri ahlaki tavırlarla Müslim olmayan ümmete götüreceklerinde onlara kesinlikle ne oldum delisi “Yeniçeriler” gibi davranmamalıdırlar. Biliyorsunuz ki; Osmanlı’da yönetim karşıtı bir otoritenin merkezine kendilerini yerleştiren “yeniçeri ağaları”na yani generallere bağlı yeniçeriler, uluorta salıncak kurar ve herkesi binmeye mecbur ederlerdi. Deli Dumrul’a rahmet okuturcasına salıncağa binmeyeni döver ve bir de attıkları dayaktan elleri yorulduğu için “el kirası” alırlardı. Ancak İslam’ı tebliğ eden, insanları tevhid dinine çağıran davetçiler, sadece mükâfatını Allah (cc)’tan beklemelidirler.

 

İnşallah bizler birlik olarak, müşterek çabalarımız, direnme gücümüz, azmimizle, yaptığımız tebliğ davetlerimiz yakın bir gelecekte yepyeni bir baharın müjdecisi olacak, tufanlar gelip geçecek ama Muhammed ümmetinin (sav) davetçileri olarak bizler dimdik ayakta kalacağız. Şu bir gerçek ki; “zincirlerinden başka kaybedeceği hiçbir şey olmadığını anlayanlar ancak bu şirk sistemini değiştirirler.” Ümmetin olduğumuz devlet yeter. Es.

 

24.05.2013

Şahin ÖZDAŞ

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon