بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
آمَنَ الرَّسُولُ بِمَا أُنزِلَ إِلَيْهِ مِن رَّبِّهِ وَالْمُؤْمِنُونَ كُلٌّ آمَنَ بِاللّهِ وَمَلآئِكَتِهِ وَكُتُبِهِ وَرُسُلِهِ لاَ نُفَرِّقُ بَيْنَ أَحَدٍ مِّن رُّسُلِهِ وَقَالُواْ سَمِعْنَا وَأَطَعْنَا غُفْرَانَكَ رَبَّنَا وَإِلَيْكَ الْمَصِيرُ
“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, mü’minler de (iman ettiler). Her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: “Onun peygamberlerinden hiçbirini (diğerinden) ayırt etmeyiz.” Şöyle de dediler: “İşittik ve itaat ettik. Ey Rabbimiz! Senden bağışlama dileriz. Sonunda dönüş yalnız sanadır.””(Bakara: 285)
Kardeşlerim bugün 24 Cemaziyel Evvel 1434 Cuma;
İnsanların, hayatla ilgili konularda başvuracakları biricik merci olan “Risalet”e iman etmek, Allah’ın ulûhiyetine inanmanın gereğidir. Her gün başka bir tağutun çıkıp hükümler vaz’ etmemesi ve kendi yanından uydurduğu şeyleri Allah’ın şeriatı diye takdir etmemesi için “Risalet Müessesesi”ne ihtiyaç vardır.
İslâm hakkında yazı yazanların bir çoğu onu övmek amacıyla bir çok makale yazabilir, süslü cümleler, edebî cümleler söyleyebilirler. Bütün bunlar kur’andan neş’et etmeyen, kur’an’a göre olmayan bir takım indi değerlendirmelerden öteye geçememektedir. Zira bu adamlar, kur’an’ı okumuyorlar. Şayet okumuş olsalardı, ulu Allah’ın bütün resullerini her ne suretle olursa olsun üzerine şirkin gölgesi bulaşmamış, saf tevhid akidesi ile gönderdiğini, bütün resullerin insanlara risaletin hakîkatini ve kendi gerçeklerini bildirdiklerini, gerek kendilerine gerekse başkasına herhangi bir zarar veya bir fayda dokundurmaya güçlerinin yetmediğini ilân ettiklerini, gaybten haber vermek gibi bir iddialarının bulunmadığını söyledikleri gibi, rızık konusunda da herhangi bir yetkilerinin söz konusu olmadığını bildirdiklerini, ayrıca her peygamberin kavimlerini âhiret, hesap ve ceza konusunda uyardığını, aynı zamanda İslâm akidesinin temel kurallarının diğer rasuller tarafından da tebliğ edildiğini ve en son gelen kitabın kendisinden önce gelen kitapları tasdik ettiğini görürlerdi.
Biraz önce bahsettiğimiz kur’an kaynaklı fikir ve kanaatler, arasında ilâhi kaynaklı dinler de olmak üzere bütün dinlerin, toplumların gelişmesine paralel olarak geliştiğini iddia eden batı kültürünün etkisiyle söylenmiş sözlerdir. İslâmın getirdiği temel ilkelere inancı bu derece sarsılmış olanların onu savunmaları mümkün değildir. Dolayısıyla İslâm hakkında yazı yazanlar ve okuyanlar bu saplantıya dikkat etmelidirler.
İslâm, en son risalettir. İnsan hayatının kâinat nizamı ile uyum içinde devam etmesi için yüce Allah, İslâm şeriatını kıyamete kadar bakî kılmıştır. Bu din her yönüyle insanın gelişmesine müsait olduğu gibi, insan hayatının amacına da en uygun nizamdır. Yüce Allah bu dini yeryüzünün halîfesi kılarak lütufta bulunduğu ve yükseklere çıkacak kabiliyette yaratarak diğer mahlûkattan üstün kıldığı beşerin, kabiliyet ve güçlerine cevap verecek bir şekilde kapsamlı ve mükemmel kılmıştır.
Ne zaman ki, yüce Allah bu dinin tabiatını bu derece kapsamlı bir mahiyette takdir buyurdu, o vakit rasûlünün de dini, bütün özellikleriyle temsil eden, bütün gerçekliğiyle somutlaştıran, kişiliği ve hayatıyla dosdoğru ve mükemmel bir örnek olarak bir tabiat üzre olmasını diledi. Kişilik olarak tam bir olgunluğa sahip, bünyesi sağlam, duyguları ve hisleri canlı, hissettiklerinden tam ve güzel zevk alabilen, hem çok şefkatli hem de tam bir uyanık insan olmasını dilediği gibi… Mükemmel bir zekâya, geniş bir fikre ev açık bir ufka sahip olmasını, heva hevesi kendisine değil, kendisi heva hevesine hükmeden güçlü bir iradeye sahip bir peygamber… Bütün bunlardan başka ruhu yüce nurla parlayan, İsrâ ile yükselen, gökten haber evren bir peygamber…
Bu yüce insanın tabiatına, kendisine gönderilen akîdenin yüceliğine denk düşecek bir tarzda bütün bu üstün vasıflar yerleştirilmiştir.
Şüphesiz Allah’ın gönderdiği kitaplara ve hiçbir fark gözetmeksizin gönderdiği peygamberlerine iman, Allah’a iman etmenin tâbî bir sonucudur.
“Mü’minler de Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler. Biz peygamberlerin hiçbirini öbürlerinden ayırmayız” (Bakara: 285)
Allah’a iman, O’ndan gelen şeylerin ve gönderdiği peygamberlerin doğruluğuna, risaletlerin asıllarının tek olduğuna ve kitaplarının mahiyetinin bir olduğuna inanmayı gerektirir. Bu yüzden Müslümanların kalbinde, peygamberler arasında bir fark olduğuna ilişkin bir düşüncenin yer etmesi mümkün değildir. Bütün peygamberler, (insanlığı kıyamete kadar davet etmek üzere gönderilmiş biricik dinin en son şeklilyle gönderilen en son peygamber Muhammed (S.A.V)’e kadar) gönderildikleri kavmin durumuna uygun bir şeraitle Allah katından gelmişlerdir.
Tabiatiyle Müslüman ümmet, risalet mirasının tümünü sahiplenir. Kendisine miras kalan bu risaletlerin bir bütünü olan Allah’ın dini üzere yaşamını sürdürür. Bu nedenle Müslümanlar, kıyamete kadar üstlendikleri rolün bilincinde olmalıdırlar. Onlar, beşeriyetin uzun tarihi boyunca tanıdığı en değerli hazinenin koruyucularıdırlar. Ayrıca onlar yeryüzünde cahiliye mensuplarının muhtelif zaman ve mekanlarda, kavmiyet, vatan, cinsiyet, ırkçılık, Siyonizm, haçlı sömürgecilik, dinsizlik gibi çeşitli isimler ve kavramlar adına yükselttikleri değişik cahiliye armalarına karşı Allah’ın –ama yalnız Allah’ın- bayrağını yükseltmek için seçilmişlerdir.
05.04.2013
Emrullah AYAN