Hutbe: Şüphesiz Bu Kur’an Dosdoğru Yolu Gösterir
“Muhakkak bu Kur’an, en doğru olan yolu gösterir ve salih amel işleyen mü’minler için büyük bir mükafaat olduğunu müjdeler.” (İsra: 9)
İslam ümmeti, yeryüzünde Rabbanî metod doğrultusunda apaçık, biricik ve kendine özgü bir yolda yürümek için vardır. Varoluşumuzun temel çıkış noktası, Allah’ın gösterdiği metottur. İnsanlığın hayatında kendisinden başkasının başaramayacağı bir görevi ifa etmek için gelmiştir. Allah’ın hayat nizamını yeryüzünde uygulamak için var olmuştur. Bu nizamı, en belirgin işaretleriyle pratik hayata geçirmek; yani nassları harekete geçirip hislerde, ilişkilerde, yönetim ve hayat işlerinde yaşatmak için varolmuştur.
Bilgi ve öğrenme kaynağı; tek olan Allah’ın kitabı olmadığı sürece, bu ümmetin varlık isbatını yapıp dosdoğru yolda yürümesi ve dünya yüzeyinde söz konusu eşsiz ve bir tek aydınlık dolu hayat tarzını inşa etmesi mümkün değildir. Şu halde beşerî kaynakların hiç birinden bilgi almak yoktur. Beşere uymak yoktur. Ve hiçbir beşere itaat yoktur. Yol, sadece budur. Bunun ötesi, küfür, dalalet ve sapmadır. Kur’an-ı Kerim’in değişik yerlerinde ve değişik münasebetlerle üzerinde durup tekrarladığı şey budur. İslam cemaatinin duygusal, fikrî ve ahlakî dayanağı budur. Her fırsatta göz önünde tutulması gereken nokta budur. Bu ümmetten her kuşağın dinlemek zorunda olduğu daimî buyruk budur. Çünkü söz konusu olan, onun hayatî kaidesidir. Hatta var oluşunun temel dayanağı budur.
Bu ümmetin görevi, insanlığı yönetmektir. Bu gerçek ortadayken; alaşağı edip Allah’a yöneltmek ve Allah’ın hayat sistemine göre yönetmek zorunda olduğu cahiliyeden, bilgi edinmesi hiç mümkün olur mu? Önderlik işlevini yitiren bir İslam ümmetinin varlığı ne olur ki? Bu gayesiz varlığın ne anlamı olur ki? İslam ümmeti, hiç şüphesiz önderlik için varolmuştur. Sağlıklı bir dünya görüşü ve sağlıklı bir itikatta önderlik… Sağlıklı bir dünya görüşü ve sağlıklı ve itikatta önderlik Sağlıklı bir hayat sistemi ve düzeninde önderlik… İşte akılların kemale erip açılması, bu kainatla ve kainatın sırlarıyla tanışması, kainatın güç, enerji ve hazinelerinden yararlanması, böylesine sağlıklı şartların ortamında yaşamakla mümkündür. Ama tüm bunlara izin veren ve tüm bunlarda egemenlik sağlayan; yani kainatın güç ve hazinelerini tahrif ve çökertme araçlarına dönüştürmeden, arzu ve şehvetlerin hizmetine vermeden sadece insanlığın iyiliğine amade eden en büyük önderliğin, inanca ait olması gerekir. Müslüman cemaatin bu inanç önderliği altında; hiçbir beşerin rehberliğinden etkilenmeden, sadece Allah’ın emir ve direktifleriyle yolunda yürümesi şarttır. Kitap ehli ve diğer kafirlere itaat edip bilgilerine başvurmak, metot ve yönetimlerinden iktibas yapmak peşin bir hezimet demektir. Ruhen bozguna uğrayıp ümmetin varlık nedeni olan önderlik görevinden uzaklaşmaktır. Bunun bir diğer anlamı ise İlahî hayat sisteminden, İlahî hayat sistemiyle yükselme ve kalkınma yolunda yürümenin yetkinliğinden şüphelenmek olur ki, bu da küfrün gönülde debelenmesi demektir. Hem de İlk başta farkına varılmadığı ve tehlikenin hemen o anda sezilmediği bir debelenmedir.
Gerek ehl-i kitap ve gerekse müşrikler, Müslümanları itikadlarından saptırmaya özen gösterdikleri kadar hiçbir konuda özen göstermezler. Çünkü bu akide, önlerinde bulunan amansız bir duvar ve aşılmaz bir savunma hattıdır. İslam ümmetinin tükenmez bir güç kaynağıdır. Düşman, bunu gayet iyi biliyor. Bunu, eskiden biliyordu, şimdi de bilmektedir. Müslümanları bu akideden uzaklaştırmak için ellerinden gelen tüm gayreti göstermelerinin, bu amaç için hile, desise, güç ve çeşitli araçlara başvurmalarının asıl nedeni budur. Açık savaşlarla başaramayacaklarını anlar anlamaz, oyunlara başvurdular. Kendileri bizzat savaşamayacaklarını anlayınca, Müslüman olduklarını iddia eden münafıkları öne sürdüler. Yani, İslam akidesini evin içinden kemirmek üzere İslam dışı hayat sistemlerini, beşerî yönetim ve önderlikleri süslü göstermeye çalışarak insanları İslam’dan alıkoyan uşaklarını öne sürdüler. İşte Rabbanî önderlikten gelen uyarının nedeni buydu.
“Ey iman edenler! Eğer kendilerine kitap verilenlerden bir gruba uyarsanız sizi, imanınızdan sonra küfre döndürürler. Sonra siz, yanınızda Allah’ın ayetleri okunup, Allah’ın Rasulü de içinizdeyken nasıl olur da küfre girebilirsiniz? Kim Allah’a (kitabına) sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru bir yola yöneltilecektir.” (Al-i İmran: 100,101)
Şurası kesin ki, Müslümanı en çok ürküten şey, imandan sonra küfre dönüştür. Cennete girmek üzereyken cehenneme dönüştür. Bu özellik, her zaman ve her yerdeki gerçek Müslümanın özelliğidir. Bundan dolayı ayetteki uyarı, vicdanı uyarıp şiddetle sarsan bir kamçı gibi etkiler Müslümanı.
Dünkü Müslümanlar Kur’an’a nasıl muhatap idilerse bugün biz de öylece aynı Kur’an’a muhatabız. Yol budur. Davetçiler, bunu iyice bilmelidirler: “Kim Allah’a (Kur’an’a) sarılırsa, muhakkak ki o, dosdoğru bir yola yöneltilecektir.” Demek ki Müslümanın görevi, sadece Allah’a sarılmaktır. Hayy ve Kayyum olan Allah’a…
Allah’ın Rasulü (S), akidevî konularda ve hayat sistemi konusunda ashabını sıkı sıkıya tembihliyordu. Tarımsal işler, savaş taktikleri ve benzeri bilimsel konular dışında, yani teknik bilgi ve tecrübeye dayalı pratik hayat sorunları dışında kafirlerin bilgisine başvurulamayacağını tembihliyordu. Çünkü deney ve teknik görüşlere dayalı sorunların itikadî düşünceyle, toplumsal düzenle ve insan hayatını kendisine göre düzenleyen beşerî ilişkilerle hiçbir alakası yoktur. Bu iki konu arasındaki fark, açıkça ortadadır. Çünkü hayat sistemi başka şeydir, uygulama ve deneye bağlı olan bilimler başka şeydir.
22.01.2016
Hazırlayan: Emrullah AYAN