Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Siz Hidayet Üzere Olun, Sapıtmış Olanlar Size Zarar Veremezler

Hutbe: Siz Hidayet Üzere Olun, Sapıtmış Olanlar Size Zarar Veremezler

by İlkav Editor
669 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Siz Hidayet Üzere Olun, Sapıtmış Olanlar Size Zarar Veremezler
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayet üzere olduktan sonra, sapıtmış kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İşlemiş olduğunuz her şeyi O size bildirir.” (Mâide: 105)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Zilkâde ayının 4’ü 1443/Cuma
Mü’minler, kâfirlerin hallerine bakarlar, emir ve yasak dinlemeden sapıklık içinde yüzdüklerini görürler ve bunlara acıyarak iman etmelerini temennî ederlerdi. Bu sebeple bu âyet nazil olmuştur.
Âyette Müslümanlara yönelik bir çağrı yer alıyor. Ve deniliyor ki: Siz Allah’ın indirdiği vahiy ile ve bu vahyin ete, kemiğe bürünmüş en güzel modeli olarak sunulan Rasûlullah’ın örnekliğiyle doğru yola erişir, sağlam duruş ve örneklik sergilerseniz, küfredenler, hak ve hidâyet yolundan ayrı bir yol izleyenler size zarar veremezler. 
Diğer taraftan da toplumda dirlik ve düzenliğin sağlanması ve korunması için bireylere bir takım ödevler yüklenmiştir. Fakat unutmamak gerekir ki toplumları meydana getiren fertlerdir ve sağlıklı bir toplumsal yapı ancak görev bilincine sahip, önce kendisini düzeltmeye çalışan bireylerin baskın öge ve bu anlamda bir şahsiyet haline gelebilmesiyle mümkündür. Şu halde bu âyeti şöyle anlamak uygun olur: Kişinin başkalarına yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır. Bu konuda üzerine düşeni yapan ve kendisini sürekli kontrol eden bir kimse de yanlış yollara düşmüş insanlardan zarar gelebileceği kuruntusuna kapılarak Sırât-ı Mustakîm’e çağrıda bulunma görevini ihmal etmemeli veya terketmemelidir. 
Yine bu âyet-i kerîme, İslâm Ümmetinin hem özgün niteliğini hem de başkalarıyla ilişkilerinin tabiatını belirleyen bir başlangıç ilkesidir. İslâm Ümmeti, Allah’ın hizbidir. Onların dışında kalan herkes de şeytanın hizbidir. Bundan dolayı kendileriyle başkaları arasında bir velâyet veya dayanışma olamaz. Çünkü aralarında îtikâdî bir ortaklık yoktur. Îtikâdî ortaklık olmayınca, hedef, yöntem, yükümlülük veya mükâfaat ve ceza birliği olamaz. Ama bu, İslâm Ümmetinin insanları hidayete davet sorumluluğunu ortadan kaldıramaz. Çünkü hidayet, onun dîni, şeriatı ve nizamıdır. 
“İslâm Ümmeti, Allah’ın huzurunda kendisinden sorumludur. Sapıtmış kimseler kendisine zarar veremez” gerçeğine bakılarak mü’min; davet görevini ihmal de etse kendisinden hesap sorulamaz denemez. Çünkü bu ümmet, öncelikle kendi içinde ve ikinci planda tüm yeryüzünde “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” görevini ihmal etmekten sorulacaktır. 
“Ma’rûf’un” temeli; Allah’a teslimiyet gösterip O’nun şeriatını hâkim kılmaktır. “Münker’in” temeli ise, câhiliyedir; Allah’ın egemenlik ve şeriatına tecâvüzdür, haddi aşmaktır. Câhiliyenin hâkimiyeti, tâğût’un hakimiyeti demektir. “Tâğût”, ilâhî egemenlik ve hâkimiyet dışında kalan her tür iktidardır. Bu bakımdan hutbemin başında okuduğum âyet-i kerîme; ne Müslüman fertten, ne de İslâm Ümmetinden şer, dalâlet ve azgınlığa karşı mücadele sorumluluğunu kaldırır.
Tâğutluğun en azgın şekli, ilahlık taslayarak Allah’ın ilahlık hakkına tecâvüz, Allah’ın egemenliğini gaspetmeye yeltenmek ve insanları ilâhî şeriattan başka bir nizâma kul etmektir. Bu münker ortada kaldıkça hidayet üzere olmak; ne Müslüman ferde ne de İslâm Ümmetine fayda verecektir. 
Sünen sahipleri Hz. Ebû Bekir’den şu hadisi rivayet ederler:  
“Ebû Bekir (ra) şöyle dedi: Ey insanlar! Siz bu âyeti okuyor ve ona yanlış bir anlam giydiriyorsunuz. Bizzat kendim Rasulullah (S)’den şunu işittim: İnsanlar münkeri görüp de onu ortadan kaldırmaya boş verdikleri, zalim bir kişinin zulmünü görüp de bunu önlemedikleri zaman Allah hepsini cezalandırabilir. Allah’a yemin ederim ki, ma’rûfu emredip münkerden nehyetmek üzerinize borçtur. Eğer bunu ihmal ederseniz, Allah en kötü insanları üzerinize salar ve onlar da size zarar verirler. Sonra iyileriniz dua eder de Allah dualarınızı kabul etmez.” (Tirmizî ve Ebû Dâvud)
Birinci halîfe bu sözüyle kendi zamanındaki bazı insanların bu âyete ilişkin yanlış yorumlarını düzeltmektedir. Bugünün insanları olarak biz, bu doğru yoruma çok daha muhtacız. Çünkü günümüzde münkeri değiştirme görevi daha da zorlaşmıştır. Bu dînin ayakta kalması, çaba gösterip mücadele etmeye bağlıdır. Bu dînin; insanları hakka yöneltecek, insanları kula kulluktan tek olan Allah’ın kulluğuna götürecek, yeryüzünde Allah’ın ilahlığını yerleştirecek, her şekliyle Allah’a ait olan ulûhiyetin, yeryüzündeki kısmî ilâhî egemenliğini gaspeden tâğutları ortadan kaldıracak ve Allah’ın hükümlerini ilan edip insanların hayatına uygulayacak Müslümanlara ihtiyacı vardır. 
Bu âyet ayrıca, her insanda görülen bir zayıflığa karşı da bir uyarıdır. Bazı insanlar başkalarında bir hata görsek de eleştirsek diye bakar dururlar. Burada bu tür kişiler böylesi kötülüğe karşı uyarılmakta ve kendilerinden başkalarının inanç ve davranışlarını araştırıp eleştirmek yerine, kendi hareketlerine, işlerine, ahlâk ve inançlarına dikkat etmeleri istenmektedir. Eğer bir insan Allah’a itaat ediyor, Allah’a ve insanlara karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor ve faziletin, hayrın yerleştirilip, şerrin yok edilmesini de kapsayan hak ve takvâ yolunda gidiyorsa, o zaman bir başkasının sapkınlığı ve yanlışta oluşu hiç kuşkusuz kendisine zarar vermez.
03.06.2022
Hazırlayan: Emrullah AYAN
 
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

Hutbe: Siz Hidayet Üzere Olun, Sapıtmış Olanlar Size Zarar Veremezler

by İlkav Editor
1,5K 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Siz Hidayet Üzere Olun, Sapıtmış Olanlar Size Zarar Veremezler
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayet üzere olduktan sonra, sapıtmış kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İşlemiş olduğunuz her şeyi O size bildirir.” (Mâide: 105)
Mü’minler, kâfirlerin hallerine bakarlar, emir ve yasak dinlemeden sapıklık içinde yüzdüklerini görürler ve bunlara acıyarak iman etmelerini temennî ederlerdi. Bu sebeple bu âyet nazil olmuştur.                                                       
Âyette Müslümanlara yönelik bir çağrı yer alıyor. Ve deniliyor ki: Siz Allah’ın indirdiği vahiy ile ve bu vahyin ete, kemiğe bürünmüş en güzel modeli olarak sunulan Rasûlullah’ın örnekliğiyle doğru yola erişir, sağlam duruş  ve örneklik sergilerseniz, küfredenler, hak ve hidâyet yolundan ayrı bir yol izleyenler size zarar veremezler.                                                                               
Diğer taraftan da toplumda dirlik ve düzenliğin sağlanması ve korunması için bireylere bir takım ödevler yüklenmiştir. Fakat unutmamak gerekir ki toplumları meydana getiren fertlerdir ve sağlıklı bir toplumsal yapı ancak görev bilincine sahip, önce kendisini düzeltmeye çalışan bireylerin baskın öge ve bu anlamda bir şahsiyet haline gelebilmesiyle mümkündür. Şu halde bu âyeti şöyle anlamak uygun olur: Kişinin başkalarına yardımcı olabilmesi, topluma olumlu katkılarda bulunabilmesi her şeyden önce kendi sorumluluklarına dikkat etmesine bağlıdır. Bu konuda üzerine düşeni yapan ve kendisini sürekli kontrol eden bir kimse de yanlış yollara düşmüş insanlardan zarar gelebileceği kuruntusuna kapılarak Sırât-ı Mustakîm’e çağrıda bulunma görevini ihmal etmemeli veya terketmemelidir.                                                                                                                                     
Yine bu âyet-i kerîme, İslâm Ümmetinin hem özgün niteliğini hem de başkalarıyla ilişkilerinin tabiatını belirleyen bir başlangıç ilkesidir. İslâm Ümmeti, Allah’ın hizbidir. Onların dışında kalan herkes de şeytanın hizbidir. Bundan dolayı kendileriyle başkaları arasında bir velâyet veya dayanışma olamaz. Çünkü aralarında îtikâdî bir ortaklık yoktur. Îtikâdî ortaklık olmayınca, hedef, yöntem, yükümlülük veya mükâfaat ve ceza birliği olamaz. Ama bu, İslâm Ümmetinin insanları hidayete davet sorumluluğunu ortadan kaldıramaz. Çünkü hidayet, onun dîni, şeriatı ve nizamıdır. 
“İslâm Ümmeti, Allah’ın huzurunda kendisinden sorumludur. Sapıtmış kimseler kendisine zarar veremez” gerçeğine bakılarak mü’min; davet görevini ihmal de etse kendisinden hesap sorulamaz denemez. Çünkü bu ümmet, öncelikle kendi içinde ve ikinci planda tüm yeryüzünde “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” görevini ihmal etmekten sorulacaktır. “Ma’rûf’un” (iyiliğin) temeli; Allah’a teslimiyet gösterip O’nun şeriatını hâkim kılmaktır. “Münker’in” temeli ise, câhiliyedir; Allah’ın egemenlik ve şeriatına tecâvüzdür, haddi aşmaktır. Câhiliyenin hakimiyeti, tâğût’un hakimiyeti demektir. “Tâğût”, ilâhî egemenlik ve hakimiyet dışında kalan her tür iktidardır. Bu bakımdan hutbemin başında okuduğum âyet-i kerîme; ne Müslüman fertten, ne de İslâm Ümmetinden şer, dalâlet ve azgınlığa karşı mücadele sorumluluğunu kaldırır.
Tâğutluğun en azgın şekli, ilahlık taslayarak Allah’ın ilahlık hakkına tecâvüz, Allah’ın egemenliğini gaspetmeye yeltenmek ve insanları ilâhî şeriattan başka bir nizâma kul etmektir. Bu münker ortada kaldıkça hidayet üzere olmak; ne Müslüman ferde ne de İslâm Ümmetine fayda vermeyecektir. Sünen sahipleri Hz. Ebû Bekir’den şu hadisi rivayet ederler:  
“ Ebû Bekir (ra) şöyle dedi: Ey insanlar! Siz bu âyeti okuyor ve ona yanlış bir anlam giydiriyorsunuz. Bizzat kendim Rasulullah (S)’den şunu işittim: İnsanlar münkeri görüp de onu ortadan kaldırmaya boş verdikleri, zalim bir kişinin zulmünü görüp de bunu önlemedikleri zaman Allah hepsini cezalandırabilir. Allah’a yemin ederim ki, ma’rûfu emredip münkerden nehyetmek üzerinize borçtur. Eğer bunu ihmal ederseniz, Allah en kötü insanları üzerinize salar ve onlar da size zarar verirler. Sonra iyileriniz dua eder de Allah dualarınızı kabul etmez.” (Tirmizî ve Ebû Dâvud)
Birinci halîfe bu sözüyle kendi zamanındaki bazı insanların bu âyete ilişkin yanlış yorumlarını düzeltmektedir. Bugünün insanları olarak biz, bu doğru yoruma çok daha muhtacız. Çünkü günümüzde münkeri değiştirme görevi daha da zorlaşmıştır. Bu dînin ayakta kalması, çaba gösterip mücadele etmeye bağlıdır. Bu dînin; insanları hakka yöneltecek, insanları kula kulluktan tek olan Allah’ın kulluğuna götürecek, yeryüzünde Allah’ın ilahlığını yerleştirecek, her şekliyle Allah’a ait olan ulûhiyetin, yeryüzündeki kısmî ilâhî egemenliğini gaspeden tâğutları ortadan kaldıracak ve Allah’ın hükümlerini ilan edip insanların hayatına uygulayacak Müslümanlara ihtiyacı vardır. 
Bu âyet ayrıca, her insanda görülen bir zayıflığa karşı da bir uyarıdır. Bazı insanlar başkalarında bir hata görsek de eleştirsek diye bakar dururlar. Burada bu tür kişiler böylesi kötülüğe karşı uyarılmakta ve kendilerinden başkalarının inanç ve davranışlarını araştırıp eleştirmek yerine, kendi hareketlerine, işlerine, ahlâk ve inançlarına dikkat etmeleri istenmektedir. Eğer bir insan Allah’a itaat ediyor, Allah’a ve insanlara karşı yükümlülüklerini yerine getiriyor ve faziletin, hayrın yerleştirilip, şerrin yok edilmesini de kapsayan hak ve takvâ yolunda gidiyorsa, o zaman bir başkasının sapkınlığı ve yanlışta oluşu hiç kuşkusuz kendisine zarar vermez.                                                                                                                     
15.02.2019
Hazırlayan: Emrullah AYAN 
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon