Pazar, Ekim 27, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri söylemeyin!

Hutbe: Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri söylemeyin!

by İlkav Editor
65 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri söylemeyin!
“Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Yapmadığınız şeyi söylemeniz, Allah katında büyük gazaba sebep olur.” (Saff: 2, 3)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Rabiu’l-Âhir ayının 22’si 1446/Cuma

Ey iman iddiasında bulunanlar! Sözünü ettiğiniz şeylerin amelini niye gerçekleştirmiyorsunuz? İddialarınızla amelleriniz bütünlük teşkil etmeli değil mi? Veya kendinizin yapmayacağı şeyleri neden başkalarına söylüyorsunuz?
Bu âyetin bir kaç boyutu vardır:
1- Ey mü’minler, amelin konusu olmayan şeyleri niye konuşuyorsunuz? Sizi amele sevk etmeyecek, uygulama imkânı olmayan konuları konuşuyorsunuz?
2- Yapmayacağınız şeyleri neden söylüyorsunuz? Yani sizler hep söz Müslümanı mı olacaksınız? Amelde Müslüman olmayacak mısınız? Allah, işin laf ebeliğiyle edebiyatını yapanları değil, amelini gerçekleştirenleri sever.
Mü’min, söylediğini mutlaka kendisi de yapar. Kur’an âyetlerinde anlatılan; sözleriyle hayatları, dilleriyle amelleri farklı münâfıklar gibi başkalarını aydınlatırken kendisi karanlıkta kalanlardan olmamalıdır.
“Siz Kitabı okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” (Bakara: 44)

 İşte böyle yapmayacağınız şeyleri konuşup yapmadığınız şeyi yaptık diye övünmeleriniz, yapmayacağınız şeyleri de dilinize dolamanız Allah katında büyük bir gazaba sebep olur.
Bu tip sözümona din âlimleri, inanmadıkları şeyleri dilleriyle söylerler ve hayrı emrettikleri halde kendileri yapmazlar. İyiliğe çağırdıkları halde kendileri iyilikten kaçarlar. İlâhî kelâmın aslını değiştirip tahrif ederler. Allah’ın kat’î hükümlerini bir takım menfaat ve arzulara göre te’vil ederler. Yahudi hahamlarının yaptığı gibi, dıştan ilâhî hükümlere uyar görünüp, diğer taraftan devlet adamlarını ve zenginleri memnun etmek için dinin hakikatleriyle bağdaşmayan sipariş fetvâlar verirler.
İyiliğe davet edip de iyilikten kaçınmak, sadece davâ adamlarında değil, bizzat davânın kendisinde şek ve şüphe âfetlerinin belirmesine sebep olur. Zaten toplumu karıştıran ve kalpleri şüpheye düşüren de budur. Zira halk birinden güzel söz işitir de çirkin fiiller görürse, söz ile iş arasındaki bu ayrılıktan tereddüde kapılarak itikadın ruhlarında alevlendirdiği meşaleler söner, imanın kalplere serptiği nurlar kaybolur.
İnsanlar âlimlerine olan itimatlarını yitirdiklerinde artık dine olan bağlılıkları da kalmaz. O âlimler söylediklerinin hakiki temsilcisi de sayılamaz. Ancak bu hallerden kurtulup, içi-dışı bir olduğunda, söz parlak, kelimeler câzip olmasa da, halkın imanı ve güveni temin edilebilir. Sözün güzelliği parlaklığından değil; sadakatindendir. Ancak bu takdirde söz, canlı bir enerji kaynağı olur. Artık o, bizzat gerçeğin ifadesidir.
Söz ile fiil, akîde ile ahlâk arasında uyum sağlamak gerekir. Bu da, sadâkatle çalışıp Allah’ın hidâyet kaynağından yardım istemeyi gerektirir. Hayatın zaruret ve mecburiyetleri çok kere fert ile itikadının arasını açar. Hayatın karışıklığı imanın yolunu zorlaştırır. Fâni olan ne kadar kuvvetli olursa olsun, ebedî olana bağlanmadıkça zayıftır. Zira şer ve tuğyânın kuvveti, Allah’ın yardımına dair sebeplere yapışılmadıkça insanı mağlup eder.
İnsanın kendisine iyiliği, başkasına iyilik yapmasından daha evlâdır. Başkasına nasihat edip kendisi nasihat almayan, büyük bir yanlış yapmış olur. İnsanlara nasihat edip sonra da kendisi yapmayanın nasihati, insanların günaha rağbet etmelerine sebep olur. Onun bu günahı işlemesi, insanları aldırmazlığa götürür ve günah işleme hususunda onlara cesaret verir.
İyiliği emreden, nasihatinin kalplere tesirli olmasına gayret eder. Günah işlemek ise, kalpleri günah işleyenin sözünü kabulden uzaklaştırır. Sadece başkalarına anlatarak görevimizi yaptığımızı iddia edemeyiz. Başkalarına anlatmakla yetinenlerin, postacı veya taşıdığı kitaptan yararlanmayan merkepten farkı olmayacaktır.
İslâm’a davet eden, her çeşit davranışının, sözlerine uymamasından şiddetle sakınmalıdır. Sözü ile yaşayışı aynı doğrultuda olan, iki dille insana tebliğ etmiş olacağından, hem kulak hem göz etkilenecek, mesaj donuk ve soyut olmaktan çıkacak, canlanıp canlandıracaktır. Bu tavır, hem ihlâsın meyvesi olduğundan Allah katında büyük ecir getirecek, hem de bereketini dünyada neticeleriyle görecek ve sözünün kabulüne büyük oranda vesile olabilecektir.
İnsan karakteri, ilmiyle amel etmeyen ve sözü fiiline uymayanların sözünden faydalanmama konumundadır. Çoğu zaman sözden çok fiil etkili olur. Mârufu emredip münkerden sakındırarak nasihat edenler, kendi söylediklerine uymadıklarında; muhâtabın fitneye düşmesine ve davetçinin söylediklerinin doğruluğuna ikna olmamasına götürür.
Davetçinin kendisini eğitmesi, başkalarını eğitmeye onu ehil kılar. Kim hevâ ve hevesine kul olmuşsa, başkasına etkili olamaz. İnsan, karşısındakine bir mesaj vermek istiyorsa, sözünün tesirli olabilmesi için en önemli şart, söylenen sözün hâle tercüman olmasıdır. O zaman mü’min çevresindekileri hâl diliyle devamlı İslâm’a çağırır ve sözü işte o zaman tesir eder.
25.10.2024
Hazırlayan: Emrullah AYAN

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon