Hutbe: Aklı başındakiler insanları bozgunculuktan alıkoysalar ya! “Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refahın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.” (Hûd: 116) Kardeşlerim, bugün Hicrî Muharrem ayının 16’sı 1447/Cuma Bütün yeryüzünü kaplamış cahiliyeye karşı savaş açan İslâmî diriliş öncüleri ve davetçilerin bir noktayı çok iyi anlamaları gerekir. Bu cahiliye ortamında yalnız kalan, türlü acılar, çileler, sindirme ve işkencelere katlanan bu öncü kimselerin, çok önemli olan ve enikonu düşünülmesi gereken bu noktayı iyice anlamaları lazımdır. Müslüman bir tohumun yeryüzünde varlığı bile, Allah katında büyük bir şeydir. Allah’ın, cahiliyeyi ve onun yatırım, yapı, birikim ve medeniyetini yerle bir etmesine vesile olan bir şeydir. Çünkü bu tohum; Allah’ın gözetiminde yeşerip büyüyecek, yeryüzüne hâkim olup yeni bir medeniyete vesile olacaktır. Bu bakımdan Müslüman cemaatin vazgeçilmez görevi; metanet göstererek yürümek, yegâne güç kaynağı olarak Allah’ı tanıyıp O’na sığınmak ve O’nun hükmü gelinceye kadar sabretmektir. Kendisine velayet eden kudret sahibi Allah’ı, yerde de gökte de hiçbir şeyin aciz bırakamayacağını bilmektir. Allah, dostlarını asla düşmanlarının zulmüne terk etmeyecektir. Yalnız davetçilere düşen, hazırlık ve deneme dönemini atlatmaktır. Allah, hiç kuşkusuz bu dönemden sonra dostlarına istediklerini verecektir ve yeryüzünde her dilediğini onlara yaptıracaktır. Allah’tan başkasını rab tanımadan cahiliyeye karşı koyan hiçbir kimse, yalnızlığa terk edildiğini ve kendi gücüyle cahiliyenin gücünü kıyaslayıp Allah’ın kendisini cahiliyeye teslim ettiğini zannetmesin. Çünkü bu davetçi bilir ki, kendisi mağlubiyet halinde Rabbine dua edip yardım dileyen bir kuldur. Bu güçler, gerçek anlamda eşit değildir. Hatta birbirine yakın bile değildir. Cahiliye güçlüdür; ama Allah dininin davetçisi daha da güçlüdür. Çünkü o, Allah’ın gücüne dayanmaktadır. Allah ise; dilediği zaman ve biçimde cahiliyeyi en kolay yoldan çökertebilecek bir takım güçleri davetçinin emrine verebilendir. Hem de en kolay ve en beklenmedik bir yerden… Deneme süresi Allah’ın dilediği bir şeye binaen uzun sürebilir. Hz. Nuh, Allah’ın verdiği süre doluncaya kadar 950 sene beklemiştir. Kavmi arasında bu uzun bekleyişinin semeresi, 10’un üzerinde Müslümandan öteye geçmemiştir. Ama Allah’ın terazisinde bu bir avuç insanın ağırlığı, emirlerine âmâde edilen büyük kuvvete denk geliyordu. Öyle ki bu büyük ve korkunç güçle sapıtmış insanlığın hepsi bir anda yok oluyor, yeryüzü de yeniden imar olunmak üzere bu bir avuç mü’mine kalıyordu. Olağanüstü hallerin çağı, muhakkak ki geçip gitmiş değildir. Harikalar, Allah’ın mutlak dilemesi doğrultusunda her an gerçekleşebilir. Şu var ki, Allah, her dönemin şart ve gereklerine uygun olarak mucizelerin türünü değiştirmektedir. Bazı olağanüstü haller, bazı akılları yoklayıp durmaktadır. Ama bu akıllar, bunun farkında değil. Allah’a bağlanmış kimseler, Allah’ın mührünü her an görebilmekte ve bunun çarpıcı izlerini her an hissedebilmektedirler. Allah’ın gösterdiği yolu izleyen İslam davetçilerine düşen, görevlerini olanca güçleriyle ifa etmek ve sonucu da tam bir güven ve huzurla rablerine havale etmektir. Yenildikleri zaman ise, Allah’ın yardımına sığınmak ve O’na yakarmakla yükümlüdürler. Tıpkı Hz. Nuh’un yakardığı gibi: “Rabbim! Yenildim; bana yardım et.” (Kamer: 10) Bundan sonraki görev, Allah’ın yakın zaferini beklemektir. Allah’tan yardım beklemek bir ibadettir. Bu yardımı bekleyene sevap vardır. Ama burada şunu da belirtelim ki Kur’an, buyruk ve âyetleriyle savaşa katılarak büyük bir cihadın içinde bulunan kimselerden başkasına sırlarını vermez. Çünkü bu kimselerden başkası, Kur’an’ın indiği zamanki ortama benzer bir ortamda yaşayamaz. Kur’an’ı kavrayıp tadına varanlar bunlardır. Çünkü bunlar; tıpkı bu buyrukları dinleyip kavrayan ve harekete geçen ilk Müslüman cemaat gibi kendilerini Kur’ânî buyruklara doğrudan doğruya muhatap görürler. Allah’ın rubûbiyetine ve yeryüzünü, tâğûtî otoritelere itaatin doğurduğu fesaddan temizlemeye davet edenler; hiç şüphesiz halk ve ulusların güvenlik içinde yaşamalarını sağlayan kimselerdir. Görülüyor ki Allah’ın rubûbiyetini benimsetme yolunda mücadele edenlerin, her tür zulüm ve fesada başkaldıranların vazgeçilmez önemi gün ışığı gibi ortadadır. Çünkü bu kimseler, Rablerine ve dinlerine karşı olan görevlerini îfâ etmekle kalmayıp halklarının ilâhî gazap, ceza ve helâktan kurtulmasına da vesile olmaktadırlar. 11.07.2025 Hazırlayan: Emrullah AYAN