AYAN: Alim, yaşadığı çağa ilmiyle şahitlik eden ve hakkı söyleyen, salih amel sahibi kişidir. İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı-İLKAV Alternatif Eğitim konferansları eğitimci Emrullah Ayan’ın “Alim ve İslam Toplumunu İnşa Sorumluluğu” başlıklı sunumu ile devam ediyor. Ayan konuşmasında, ilim ve âlim kavramları üzerinde Kur’an çerçevesinde dururken, alimin, çağının tağutlarına karşı söz söyleyen örnek şahidler olması gerektiği üzerinde durdu. Âlimin makam mevki ve iktidar güçlerinden etkilenmeden hakkı söyleme cesaretine ve donanımına sahip olması gerektiğini sözlerine ekleyen konuşmacı, belam tipli, hakkı gizleyen alim müsveddelerine kanılmaması gerektiğini, toplumu İslami manada inşa sorumluluğunun gerçek alimlerde ve takipçilerinde olduğunu sözlerine ekledi. Konferans soru cevaptan sonra çay ve simit ikramı ile son buldu. Konuşmanın özeti aşağıda sunulmuştur. ALİM VE İSLAM TOPLUMUNU İNŞÂ SORUMLULUĞU İlim hakkında yapılan en kuşatıcı tanım şöyledir: İlim; insanın vahy, akıl ve duyu organları aracılığıyla elde ettiği kesin bilgilere denir. “(Hûd) dedi ki: ilim, ancak Allah katındadır.” (Ahkaf: 23) Kur’an-ı Kerim’de ilim; en sık kullanılan anlamıyla, ilâhî vahiyden kaynaklanan, yani bizzat Allah’ın verdiği bilgidir. İlim, Allah’tan olduğuna göre, İslâm’ın tamamı ilimdir, âlim de gerçek anlamıyla Müslüman’dır. Vahiyle özdeşleşen anlamıyla ilim, kesin bilgi demektir. İlim ve İslâm İlim vahyin kendisidir. Vahyin önüne geçen, ya da vahiyle sağlaması yapılamayıp ona ters düşen bilgi ilim değildir. İlim, bütün Nebilerin ortak mirasıdır. İlim, söz ve amelin sıhhati için şarttır. Söz ve amel, ancak ilimle itibar kazanırlar. İlim, amelden önce gelir. İlim, amelin rehberi ve mürşidi konumundadır. İlim olmadan ideal anlamda Müslüman olmak mümkün değildir. Cehâleti kaldırmak için gelen bir dinin mensupları ilimsiz olamazlar. Olurlarsa perişan olurlar ve onlar adına faturayı din öder. Bunun hesabı ve vebâli ise çok ağırdır. Alim Kimdir? İslam’da âlim; Allah’ın kitabı Kur’an-ı Kerîm başta olmak üzere Rasulullah’ın hadislerini ve bütün sünneti bilen, diğer İslâmî ilimlerden gerektiği şekilde haberdar olup ileri seviyede bir bilgi birikimine ulaşmış, Âl-i İmran suresi 7. ayette “Râsihûn-İlimde derinleşmiş kimseler” diye isimlendirilen, bu ilimleriyle amel eden, kendini ve ilmini Allah rızası için yine Allah yolunda seferber eden kimselere denir. Âlim’in Özellikleri ve Görevleri:Âlim’in en önemli görevi toplumu bilgilendirmek ve Allah’ın rızasına uygun şekilde toplumu inşâ etme hususunda ilmini, zamanını, imkânlarını kısacası her şeyini seferber etmesidir.İslâm toplumunda âlimin önemli görevlerinden bir diğeri de Rabbimizin Mâide suresi 63. ayette, ehl-i kitap üzerinden dikkatleri çektiği ‘emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker’dir: “Rabbânîlerin (hahamların) ve Ahbârîlerin (âlimlerin), onları çirkin sözlerden ve haram yemekten sakındırması gerekmez miydi? Yaptıkları şeyler ne kadar da çirkin!” Âlim’in toplumda Allah’ın emir ve yasaklarının tam anlamıyla uygulanıp uygulanmadığını, yöneticilerin Allah’ın hükümlerini uygulamada titiz davranıp davranmadıklarını kontrol edip bu hususta yöneticileri uyarması gerektiği gibi; bu konuda halkın da dikkatini çekmesi gerekir. Hatta âlim olanların; savaş gibi çok önemli, kritik bir konuda bile savaşa katılmayıp geride kalmaları ve savaşa giden mücâhidlerin döndüklerinde de onları bilgilendirme ve uyarıları ile de sorumluluklarını hatırlatma görevi vardır. Bu yüzden Allah Teâlâ Tevbe 122. ayette, konuya uyarıyla beraber dikkatlerimizi çeker: “(Ne var ki) mü’minlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya! Umulur ki sakınırlar.” “Âlimler nebîlerin vârisleridir” (Buhârî, İlim, 10) buyuran Rasulullah (S) âlimlerin toplumu yönlendirme ve inşâ etme hususunda Nebîlere vekil ve halef olduklarını beyan etmiştir.İlmî bir seviyeye sahip olan âlime, Allah katındaki değerinden dolayı itaat, Allah’ın emrine itaattir. Hak yolda ve hayra götüren bir hususta âlimin yaptığı tavsiyeye uymak mü’minler için farzdır. Bu farziyet ancak âlim, Allah’ın razı olduğu bir hususu tavsiye ederse söz konusudur. Allah’ın razı olmadığı ve Allah’ın emretmediği, dinde olmayan bir bid’atı tavsiye eden âlimin tavsiyesine uyulmaz. Böyle bir bid’ate çağırıldığında reddetmek ise mü’min için farzdır. Bu meyanda Rasulullah (S) şu genel kâideyi ifade eder: “Allah’a isyan olan yerde (kula) itaat yoktur. İtaat ancak meşru olanda gerekir.” (Buhârî, Müslim) İslam âlimi; topluma önderlik ederek yönlendiren, onu inşâ eden ve toplumda Allah’ın hükümlerinin uygulanmasında titizlik gösteren bir rehberdir. Âlimler ilimlerinin gereği olarak toplum içindeki görev ve fonksiyonlarını daima hatırlamak zorundadırlar. Ümmetler, âlimlerinin doğru yolu izledikleri ve doğru yolda oldukları müddetçe ayakta kalırlar. Bunun için Rasulullah (S) “Âlim’in ölümü İslâm’da açılan bir gediktir” (Dârimî, Mukaddime, 32) buyurmuşlardır.Diğer bir tâbirle, ümmete öncülük yapacak kadrolar içinde, ulemâ var olan ilmiyle, diğer aktivist Müslümanlar da var olan tecrübe ve yetenekleriyle yerini almalı ve bu iki tâife, sorumluluklarının bilincinde ve istişare içinde birbirleriyle bütünleşebilmelidir. Bununla birlikte her ulemânın aktivist, her aktivistin de belli oranda ilimle kuşanması gerekir. Ulemânın rolü ve sorumluluğu İslâm’ın egemen olduğu bir toplumda farklıdır; İslâm’ın egemen olmadığı bir toplumda farklıdır. Küfrün egemen olduğu bir toplumda, ulemânın, sanki İslâm devletinde yaşıyormuş gibi davranması, çok ciddi bir zâfiyet, çok ciddi bir açmazdır.Böyle bir toplumda ulemânın öncelikli ve en âcil görevi, toplumu İslâm’a doğru dönüştürecek İlâhî yasaları harekete geçirmede rehberlik yapması, örnek yaşayışıyla öne düşmesidir. Ulemânın ayrıca, İlâhî programa uygun İslâmî yürüyüşü denetleme gibi bir görevi de vardır. Yürüyüşün İlâhî maksatlara uygun bir şekilde yürümesini kontrol etme, hareketin ifrat ve tefrite sapmasını engelleme, hareket önderlerinin fevrî ya da usûle aykırı davranmalarını tespit ve murâkabe etme gibi fonksiyonları da icrâ etmeleri gerekir. Bu noktada, İslâm hukukunda yerini alan bir kavram olan, “ehl-i hal ve’l-akd” kurumunun yürütücü işlevlerini muttakî ulemâ üstlenir. Ulemâ, ümmet içinde var olan her türlü potansiyeli bir harekete dönüştürme sorumluluğunu üstüne almalıdır. Bu kadar hayatî görevlere hâiz olan ulemâ kadrosunun, dar, cüz’î ve kısıtlı tebliğ ya da eğitim faaliyetleriyle kendilerini sınırlandırması, cidden şaşılacak bir durumdur. Bir toplumda “ulemâ” acziyet içinde ise diğer Müslümanların halini varın siz düşünün. Allah, onlara şu âyette, verdiği bilgiyi gizlememeleri konusunda şiddetle ikaz etmiştir: "İndirdiğimiz açık delilleri ve hidâyeti Biz kitap'da insanlara açıkça belirttikten sonra gizleyenler var ya; işte onlara hem Allah lânet eder, hem de bütün lânet edebilenler lânet eder. Ancak, tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıklayanlar başkadır; onları bağışlarım. Çünkü Ben, tevbeyi çokça kabul eden ve çokça merhamet edenim." (Bakara: 159,160)
|