Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Sâbikundan Bir İsim: Ahmed Kalkan

Hutbe: Sâbikundan Bir İsim: Ahmed Kalkan

by İlkav Editor
945 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Sâbikûndan Olmak
“Sonra Biz, o Kitabı kullarımızdan seçtiğimiz kimselere (Muhammed Ümmetine) miras olarak verdik. Onlardan kendilerine zulmedenler vardır. Onlardan ortada olanlar vardır. Yine onlardan Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçen sâbikûnlar vardır. İşte bu büyük lütuftur.” (Fâtır: 32)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Rabiu’l-Evvel ay’ının 16’sı 1443/Cuma
Allah Teâlâ’nın takdir ettiği ecel vakti geldi ve sâbikûndan olan bir âlim, bir dava adamı Ahmed Kalkan hocamız geçtiğimiz Cumartesi günü hakkın rahmetine kavuştu. Türkiye’nin birçok şehrinden ve hatta yurt dışından binlerce Müslümanın şahidliği ve duaları ile İstanbul’da defnedildi. Rabbimiz mekânını Cennet eylesin.
Değerli kardeşlerim, bu haftaki hutbemizin konusu sâbikûn üzerine olacak inşâAllah…
Birinin ilerisine önüne geçmek, galip gelmek, üstün olmak anlamındaki “sebeka” fiilinin ism-i fâili olan sâbık, öne geçen üstün ve galip gelen demektir. Kur’an’da 2 âyette tekil şekli, 5 âyette de çoğul şekli yani, sâbikîn, sâbikûn ve sâbikât olarak geçmiştir.
Hutbemin başında okuduğum Fâtır suresi 32. âyette amel bakımından mü’minler üç kısma ayrılmıştır: “nefsine zulmeden”, “muktesıd” ve  “sâbık”.
Konumuz âyette, Allahu Teâlâ’nın Hz. Peygamberden sonra Kitab’ı ulaştırmaları için kendilerini Kitab’a vâris kıldığı Müslümanlara işaret olunmaktadır. Allah’ın son kitabı Kur’an-ı Kerim tüm insanlığa gönderilmiştir. Fakat ona sadece bu yüce Kitab’ı okuyan ve onunla amel eden mü’min/muttakî kimseler vâris olurlar.                                                                                                         Müslümanların hepsi bir değildir. Bu yüzden onlar üç grupta değerlendirilmiştir.
Bunlar:
A- Allah’a ve Rasûlüne iman ettiği halde talimatlara uymayanlar. (Kendilerine zulmedenler)
B- Orta yolu tutanlar (muktesıd)
C- Allah’ın izniyle hayırlı işlerde öne geçenler. (Sâbikûn)
Sâbık olanlar kitaba vâris olanların başında gelirler. Çünkü vâris olmanın tüm vecibelerini gereğince yerine getirirler. Kitab’a ve sünnete uyar, insanlara tebliğ etmekte gayret gösterir ve Din-i Mübîn için fedakarlık hatta kendilerini kurban etmek için öne geçmeye çalışırlar. Böyle insanlar bile bile günah işlemezler fakat günah işledikleri takdirde de pişman olarak Allah’tan bağışlanma dilerler. Bunlar birinci ve ikinci gruptan az oldukları için en son zikredilmişlerdir. Aslında verâsetin şartlarını hakkıyla yerine getiren bu insanlar, birinci sırayla şereflenmişlerdir.                                           
“İşte bu büyük bir fazilettir” cümlesi ile en yakın cümle arasında bir ilişki kurmaya çalışarak bu cümle ümmetin iyiliği için yarışan ve ümmetin en makbul olan insanlarına işaret eder.                                                                                                               
Fâtır: 36. âyete kadar da Sâbikûn’a âhirette verilecek mükâfaatlar sıralanır.                                   
Sâbık; iman edip salih ameller işleyen, haram ve günahlardan sakınan kimselerdir. Mü’minûn suresinin 57 ve 61. âyetleri arasında da “sâbıkûn” şöyle tanıtılmıştır. “Gerçekten Rablerine olan haşyetlerinden dolayı saygıyla korkanlar, Rablerinin âyetlerine iman edenler, Rablerine ortak koşmayanlar ve gerçekten Rablerine dönecekler diye vermekte olduklarını kalpleri ürpererek verenler. İşte onlar hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler.”
Sonuç olarak; Takva, yalnızca hayatın belirli anlarında ve belirli bölümlerinde Allah’ın adını anmak, meselelerimizi konuşmak; ya da namaza dururken sarık giymek, yolda yürürken ne olduğunu anlamadan zikir çekmek veya dua okumak olarak görülmemelidir, aynı şekilde tartıya hile karıştırmadan teraziyi doğru tutmak olumlu bir davranıştır ama ölçüye riayeti hayatın her deminde ve her alanında göstermek gerekir.
“İman edenler, Allah yolunda savaşırlar. İnkar edenler de tâğut yolunda savaşırlar. O halde, siz şeytanın dostlarına karşı savaşın. Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır.” (Nisa: 76) âyeti, gösterilecek faaliyetlerin, statükonun güçlenmesine yarayacak işler yerine, işleyişi değiştirmeye yarayan faaliyetlerde yoğunlaşmanın gerekliliğine dikkatlerimizi çekmektedir. Ancak bu şekilde anlaşılacak takvanın kapsamına girecek eylemler, eylemcinin nereye ait olduğunun değerini bilerek bu değerin yükselmesine katkıda bulunan özgün davranışın takipçisi olmasını doğurabilir.
“Devşirme” geleneğine sahip bir sistemin tıkanma noktasına gelmiş sorunlarının çözümüne katkı yapmak durumuna düşmemek, Müslümanların uyanık tutumlarıyla aşabilecekleri bir sorundur. Sakınmanın yani takvanın esas anlamı burada yatmaktadır. İfsad üreten bir sistemin ömrünü uzatacak çabalardan kaçınmak fücûru içselleştiren ve dayatan bir işleyişten sakınmakla mümkün olur. Bunu göz ardı eden her çaba, insanı içine alan şimdiki çemberin kuvvet kazanmasına yarayan işlerden başkasını yapamayacaktır.
“Ve Onlar: ‘Rabbi’miz, bize eşlerimizden ve soyumuzdan göz aydınlığı olacak insanlar armağan et ve bizi takva sahiplerine önder kıl’ diyenlerdir. İşte onlar, sabretmelerine karşılık en yüksek makamlarla ödüllendirilirler ve orada esenlik dileği ve selamla karşılanırlar. ” (Furkan: 74-75)
Elbette bu istek kuru bir laftan öte, çabaların sonucu olarak düşünülmelidir. Biz takva sahiplerine önder olma dileğinin salih ameller zeminine oturtulduğu zaman anlam kazanacağına inanıyoruz. (Bkz.Furkan: 63-73) 
İnsanlığın büyük ölçüde kaybettiği şerefini ise ancak bu öncü kimliğe sahip olanların vereceği mücadele ile ikâme etmek mümkündür. Rabbi’mizin çağrısı, temelde bu şerefi kazanmak isteyenler için yol gösterme işlevine fazlasıyla sahiptir.
22.10.2021
Hazırlayan: Emrullah AYAN
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon