Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa HABERLER İLKAV´da Bayram Namazı ve Bayramlaşma

İLKAV´da Bayram Namazı ve Bayramlaşma

by İlkav Editor
2,6K 👁
A+A-
Reset

İLKAV'da Ramazan bayram namazı yoğun bir katılımla kılındı.

Namaz öncesinde vaazı Yalçın İçyer hocamız verdi. Ardından İlkav'ın öncülük ettiği yardım kampanyasında Gazze'ye iletilen yardımlar hakkında bilgi verildi ve Gazze İslam cemiyetinin teşekkür yazısı okundu.

Bayram namazını ve hutbesini ise Emrullah Ayan hocamız verdi. Aşağıda vaaz ve hutbe konuşmalarının metinlerini aşağıda bulabilirsiniz.

Bayram namazı münasebetiyle İLKAV'a gelen müslümanlar namaz sonrası bayramlaştı. Ardınan ise çok sayıda çocuğa oyuncak dağıtıldı. 

Ekitap için tıklayın

Yalçın İçyer hocamızın konuşma metni aşağıdadır:

Kurtuluş Allah’ın muhlis kulları olmaktadır.

Mallarınız ve çocuklarınız sizlere Allah’a azıcık da olsa yaklaştırmaz. Ancak iman edip salih amel işleyenler hariç. İşte onlar, mükafatları kat kat verilecek ve onlar cennet köşklerinde olacaklar. (34/37)

Ama unutma ki, kullarım üzerinde senin etkin bir gücün olmayacaktır; zira senin Rabbin, koruyucu otorite olarak haydi haydi yeterlidir. (17/65)

İtikaf bize velimiz olan Allah’a yakınlaşmamızı öğretiyor

Sahibimiz, Rabbimiz Allah’a hamd yakışır. Salat ve selam onun sevgili kulları Resullere ve dostlarına olsun. Rabbim onların yolunda olanlardan razı olsun, bizi onlardan etsin.

Sevgili kardeşler! Sizleri ve tüm Müslümanları Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Rabbim sizlerin ve direnen mazlumların yardımcısı olsun.

Kardeşler, bir haftadan beri itikaftayız. Uzun uzun düşündüm, sizlerle bu günlerde neyi öğrendiğimi paylaşayım. Kur’an okurken, kitap okurken, namaz kılarken ve kardeşlerle sohbet ederken bende netleşen bir şey oldu. Olgunlaşmak. Allah’a yaklaşmak. Direniş gücü kazanmak. Kavga enerjisi edinmek. Güzel bir insan olmak. Ve bunları hepsini içine alan; Allah’ın tertemiz kulları olmak. İşte bizi fert fert aile aile ve ümmet olarak kurtuluşa götüren kesin hatlar. Bunun önündeki engel sahip olduğumuz dünya. İçinde yaşadığımız modern cahiliye. Ondan sıyrıldıkça, güzel vasıflara ulaşacağız. Bu nasıl olur? Şimdi size örnekler vereyim.

Dünya ile alakamız arttıkça rabbimiz ile alakamız azalır.

İnsan alak’tan yaratılmış. Bunun iki anlamı vardır. Yaradılış devresi, ki bu biyolojik anlamdır. İkincisi, geçici dünyayı hedef edinmek ve onunla bağlar oluşturmak. Bu ad alakanın manevi anlamıdır. Dünya ile bağlarımızı arttırdıkça, daha doğrusu dünyaya ait şeyleri kendimiz ile Rabbimiz arasına koydukça, Allah’ın kulları olma şansımızı yitiririz. Hutbemin başına yazdığım birinci ayet bunu anlatıyor. “… mallarınız ve çocuklarınız sizi birazcık dahi olsa bize yaklaştırmaz…” Peki ticaret yapmayalım mı? Para kazanmayalım mı? Çocuk yapmayalım mı? Şüphesiz çalışalım ve çocuk yapalım. Peki ayet ne demek istiyor? Ayetin ikinci kısmı cevap veriyor. “…Ancak iman eden ve salih amel işleyenler hariç…” O halde bu sahip olduklarımız bizi Rabbimizle güzel bir münasebet kurdurmalı. Rabbimizle aramıza engel olmamalı. Allah bu iki varlığa değer veren Mekkeli müşriklere canlı bir örnek veriyor. “Yazıklar olsun Ebu Leheb’e, onun malı ve sahip oldukları ona fayda vermedi. Ve onu ateşten kurtarmadı.”(111/1-2). İşte genelde Ramazan ve özelde itikaf bizlere bunu anlatıyor. Varlığınız sizi Allah’a yaklaştırsın, Allah’la aranızda alaka kursun. Sizin salih ameliniz olsun. Onlarla kazanın. Onlarla Allah’a kul olun. Onlarla olgunlaşın. Sizi adım adım Rabbinize yaklaştırsın. Sizi terbiye etsin. Sizi oyalamasın. “Şüphesiz sahip olduklarınızla övünmek sizi Rabbinize yakınlaşmaktan oyaladı. Ve ölüm geldi kapınızı çaldı…”(102/1-2)

Başarılı olmanın yolu muhlis kulluktur

Allah’ın kulu olmayan kimse yoktur. Herkes Allah’ın kullarıdır. Doğru, peki; Allah “benim kullarım” ifadesi ile neyi kast ediyor? İsterseniz bunun cevabını Kur’an’dan dinleyelim.

1-      Şeytani güçlerin söz geçiremeyeceği kişilerdir, Allah kulları olmak

2-      Firavuni gücün karşısında Musa olmaktır, Allah’ın kulu olmak. (40/44,43/68)

3-      Allah’ın kulu olmak namazı ikame etmek ve sevdiklerinden infak etmektir. (14/31)

4-      Allah’ın kulu olmak, sorumluluğa geçince Süleyman ev Davud olmaktır. (27/15, 27/40)

5-      Allah’ın kulu olmak, her türlü şehevi çirkinlikleri terk etmektir, Yusuf gibi olmaktır(12/33). Güzel ahlakı kirletmemek, çirkinliklerden hicret etmektir.

6-      Allah’ın kulu olmak, hayatı onun boyası ile boyamaktır. Tövbe edenler, abidler, hamidler, salihler, iyiliği emredip kötülükten alı koyanlardır. (9/112)

Sevgili kardeşler! İman bir kavgaya başlangıçtır. Onun şahitliği tüm hayatı kapsar. Allah’ın benim kullarım dediği olgunluğa kavuşmak hayatımızın itikaf haline gelmesi ile gerçekleşir. Yoksa sadece namazında itikaf yapmak ve sadece onda Müslüman olmak yeterli değildir. Maalesef bugün Ramazan bu hale getirilmiş.

İtikafı hayata yaymak ve olgunlaşmak. Rabbim bize bu güzel sonucu nasip eylesin.(89/27-28) Hayatımızın her alanını Rabbimize boyun eğme alanı haline getirme bilincini bize nasip etsin. İtikafın bize öğrettiği bu güzel ahlakı son nefesimize kadar götürme bilinci versin.

 

Emrullah Ayan hocamızın hutbe metni aşağıdadır:

Hutbe: Hayat ve Ölüm İmtihan İçindir

“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk: 2)

Bir mübarek Ramazan ayını da geride bıraktık. Rabbimiz olan Allah, tutmuş olduğumuz oruçları ve yapmış olduğumuz bütün ibadetlerimizden razı olsun ve kabul etsin inşaAllah.

İnsan, sadece Allah’a ibadet ve kulluk yapmak üzere yaratılmış olup dünyada geçireceği süreyi doldurduktan sonra da ölümü tadacak ve sonunda Allah’a döndürülecektir.

Ölüm ve hayat insanlardan hangisinin daha güzel ameller yapacağını sınamak için yaratılmıştır. O halde hayat anlamsız bir varoluş olmadığı gibi, ölüm de sonu hiçlik olan bir yok oluş değildir.Ölüm, yeni bir hayatın başlangıcı, gerçek ve sonsuz ahiret hayatına uyanış anlamı taşımakta, geçici imtihan dünyasından, ebedî varlık alanına geçişte bir dönüm noktasını teşkil etmektedir. Peygamberimizin (S) ifadesiyle ölüm, aynı zamanda bir uyarıcıdır.

Rabbimiz, dünya hayatının kısa, geçici, az bir geçimlik olduğunu, bir oyun, eğlence, süs, bir öğünme, mal ve evlat çoğaltma yarışından ibaret olduğunu beyan eder. Rabbimiz, tüm bunların ölümle anlamını yitireceğini hatırlatarak bizi uyarmaktadır. Nasıl ki, yağan yağmurla biten ve büyüyüp gürleşerek yemyeşil görüntüsüyle çiftçinin çok hoşuna giden ekinler daha sonra sararıp, solup, çer çöp olup gidiyorsa, insanların peşine takıldıkları ve büyük bir hırsla çoğaltma yarışına girdikleri dünyanın süsleri de sonunda böyle yok olup gidecektir. Akılsızca bu yarışa kendini kaptırıp Allah’ı, ahreti, hesabı ve yaratılış gayesini unutup ihmal edenler, mutlaka ölüp Rablerine geri dönecekler ve tüm bu peşinden savruldukları şeyleri de, kendilerine hiçbir fayda vermemek üzere geride bırakacaklardır. Rabbimiz, “ahiret yurduna gelince, ahiret yurdunun asıl hayat olduğuna dikkat çektikten sonra rahmeti gereği, kullarının bu hakikati bilmelerini ve ona göre davranarak hüsranla karşılaşmamalarını istemektedir. Gerçek hayat olarak nitelediği ahirette, dünyadayken tutulan ve takip edilen, tabi olunan yolların iki karşılığının olacağına dikkat çekerek, merhametli kullarını uyarmaktadır. Dünyadayken tutulup takip edilen yolların ahiretteki karşılıklarından birisi “Allah’ın mağfiret ve rızası”, diğeri ise “Allah’ın şedit azabı”dır.

O halde dünyadayken tuttuğumuz, tabi olduğumuz ve takip ettiğimiz yollara dikkat etmeliyiz. Kur’an’ın ve Rasulullah’ın (S) rehberliğini yaptığı “Nur” ve “Sırat-ı Mustakıym” olarak nitelenen “Hidayet” yolunu takip edenler, hayatlarını bu istikamette değerlendirenler, ahirette Allah’ın mağfiret ve rızası ile muhatap olurlar. “Zulumat” olarak nitelenen batıl, karanlık, “Dalalet” yollarına tabi olanlar, kulluk, ahiret ve hesap bilincinin gereğini yerine getirmeyip dünyayı ve dünyanın süslerini belirleyici kılanlar, imtihanı kaybederek, ahirette Allah’ın şedit azabına muhatap olacaklardır. Bu sebeple, son pişmanlığın fayda vermediği bu son anda, “ah vah” edip, “keşke”lerle kahrolup sızlanmaktansa bizi sürekli takip eden ve her an yakalayabilecek olan ölüm gelip çatmadan hazırlık yapılmalı, kulluk ve itaat sadece Allah’a tahsis edilmelidir. Kulluk merkezli bir hayat düşüncesine sahip olunmalı, adalet ve tevhid yolunda salih ameller yapılarak, imtihan alanı olan dünya hayatı Allah’ın rızasını kazandıracak ölçülerde yaşanmalıdır.

Ölüm, ahiret ve hesap sanıldığı gibi çok uzakta olmayıp her gün ve her an hemen yanımızda bizi takip etmekte, herhangi bir vesileyle de bizi her an kuşatıvermeye hazır beklemektedir. O halde geç kalmadan, sürekli ve istikrarlı bir biçimde, yaratılış gayemize uygun, kulluk merkezli bir hayatı ikame etmeliyiz. “Yaratmanın da emretmenin de Allah’a ait olduğu” bilinciyle hayatımızı, hukukumuzu ve ahlakımızı düzenleyen Allah’ın hükümlerini esas almalıyız. “Namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm alemlerin Rabb’i Allah içindir” hükmünün şahidliğini teşkil edecek bir hayatı yaşamaya sadakat göstererek, “Sırat-ı Mustakıym”in tavizsiz, sebatkar ve ilkeli müdavimleri olmayı başarmalıyız. Dünya hayatının çok kısa, geçici bir imtihan alanı, asıl ve ebedî hayatın ahiret yurdu, hesabın ise kaçınılmaz olduğuna yakîn bir imana sahip olanların, bu dünyanın geçici nimet ve süsleri uğruna, sonsuz ve kalıcı ahireti feda etme yanılgısına düşmeleri mümkün değildir.

Dünyevîleşme; insanları kuşatıp önüne katan, değerlerini, ölçülerini öğüten, kimliğini, kişiliğini yok edip eriten, Rabbine kulluğu, yani yaratılış gayesini, ahireti, hesabı unutturan, yahut ikinci plana attırıp, ihmal ettiren bir beladır, bir musibettir. Bulaşıcı bir hastalık gibi kolayca sirayet edip yayılan, şeytanın insanları aldatmak maksadıyla en etkin ve en yaygın bir biçimde kullandığı bir saptırma aracıdır.Zenginleşme, iktidar olma, makam-mevki sahibi olma, kariyer yapma ve şöhret, şehvet uğruna, azgın bir ihtirasla, pek çok “Müslüman”, ilke, değer, ölçü ve kimliğini kolayca feda edebilmekte, bunları elde etmeyi birinci plana geçirip, belirleyici kılabilmektedir. Bu dünyevî hedeflere ulaşabilmek için kulluğun pek çok kısmı ihmal edilebilmekte, tabir-i caizse bu dünyevî hedeflere ulaşmayı engellemeyecek kadar Allah’a kulluk yapılmaktadır. Halbuki, mü’minin hayatında, iman ettiği değer, ilke, ölçü ve hükümler belirleyici olmalıdır. Sözü edilen dünyevî beklentiler, hedefler ise, Hududullah çerçevesinde kalarak, yani Kur’an’ın ve kulluğun belirleyiciliğinde ne kadar elde edilebilmesi mümkünse o kadarla yetinilmeli, aşırı gidilmemelidir.

Ölümün bizi yakaladığı o son anda, artık geri dönüşün, hali ıslah etmenin, tövbe etmenin imkansız hale geldiği dünyanın bitiş noktasında, hayatımız bir film şeridi gibi hızla gözümüzün önünden geçtiğinde, “elhamdülillah iyi ki yapmışım” diyebileceğimiz şeyleri yapmaya çalışmalıyız. “Keşke yapmasaydım” yahud “keşke yapsaydım” dedirtecek anlamsız ve sonuçsuz pişmanlıklar içine düşmekten ancak hayattayken yapacağımız doğru tercihlerle kaçınabiliriz. Bu sebeple; Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle, hayatımızı düzenlemek, bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere indirilmiş Kur’an’ı; anlamak, öğüt almak ve onunla ahlâklanmak için okumalı, Allah’ın vahiyle koyduğu ölçüler içinde kalarak ve Allah Rasulünün güzel örnekliğini rehber edinerek iman-amel bütünlüğü içinde hayatımızı anlamlı kılmalıyız. Allah’a, diğer insanlara, içinde yaşadığımız topluma, kendimize, eşya ve tabiata karşı sorumluluklarımızı, yeryüzünde halife kılınmanın, yüklendiğimiz emanetin ve Rabbimizle aramızdaki ahdin gereklerini geç kalmadan yerine getirmenin cehd ve gayreti içine girmeliyiz.

 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV´DA BAYRAM NAMAZI VE BAYRAMLAŞMA

by İlkav Editor
3,4K 👁
A+A-
Reset

İLKAVDA RAMAZAN BAYRAMLAŞMASI 

      İlkav konferans salonunu sabahın erken saatlerinde dolduran Ankaralı Müslümanlar bayram namazını kıldıktan sonra bayramlaşma merasimi yaptılar.

Bayram namazından önce Şeyho Duman hoca Ramazan ayının müminler üzerindeki güzel etkisinin, Ramazan’dan sonra da devam etmesi gerektiğine ilişkin bir sohbet yaptı. Sohbette; Bayram kelimesi Arapçada ıyd olarak kullanılır. Bayramlar sevinç günleridir. Ama maalesef İslam coğrafyasının güneyinden kuzeyine doğusundan batısına her yanı kan ve gözyaşlarıyla zulüm altında inim inim inlemektedir. Müslümanların bu durumdan kurtuluşları rabbimizin gönderdiği Kur’an’a hep birlikte sarılmakla mümkün olacağını söyledi.

      Gazze’de direnen kardeşlerimizden bahsettikten sonra, şeytanın sağdan yaklaşması, Allah’a temiz olarak kavuşmaktan ve Müslümanların birlikteliğinden ve kardeşliğinden bahsetti.

Ekitap için tıklayın

      Ardından Gazze yetkililerince gönderilen Filistin için toplanan yardım makbuzunu içeren mektup cemaate Abdullah Başaran tarafından okundu.

      Bayram namazının kılınmasından sonra bayramlaşma merasimi yapıldı. Ardından artık geleneksel hale gelen çocuklara bayram hediyeleri verilerek, bayramlaşma sona erdi.

Bayram namazı hutbesi:    “ Mukaddesler ve Müslümanlar"

 

“Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp ayrılmayın…” Al-i İmran: 103Bir mübarek Ramazan ayını da geride bıraktık. Salih amel olarak kazanımlarımız oldu. Zira Rabbimiz ahiret için azık biriktirmemizi istiyor. İnşallah biriktirmişizdir.
Buruk bayramlardan birini daha idrak etmiş bulunmaktayız. Neden buruk sorusu bile zaid bir sorudur. İslam dünyasının hal-i pür melali ortadadır.


      İslam coğrafyasında yaşayan halklar bugün ancak sosyolojik anlamda ümmet olarak nitelendirilse de, ıstılahi anlamıyla ümmet olma vasıflarını kaybederek cahiliye yığınları haline gelmiş, geleneksel ve modern cahiliyenin karanlıklarında izzet ve güçlerini yitirmiş bulunmaktadırlar. Bu halklar içindeki diriliş öbeklerinin çabaları da henüz bu karanlığı aydınlığa çevirme potansiyeline ulaşamamıştır.  Bu sebeple İslam coğrafyasındaki parçalanmış, tevhidi niteliğini kaybetmiş yığınlar Allah’ın yardımına müstehak, tevhidi bir toplum, Allah’a ve Rasulüne (S), vahye teslim olmuş bir ümmet haline gelememiştir. Bilmeliyiz ki, ümmetin onuru olan Kudüs ve Mescid-i Aksa’nın kurtuluşunun yolu ümmetin kurtuluşundan geçiyor. Kudüs’ün kurtuluşu, Ankara, Kahire, Riyad, Mekke, Şam, Bağdat ve diğerlerinin kurtuluşuyla bağlantılıdır.

      Kudüs ve Mescid-i Aksaancak vahyin egemenliğine geçtiğinde hakiki anlamıyla kurtulmuş olacaktır. O halde Kur’an’ı terk edilmiş bırakanların, Kur’an’ın belirlediği ilke ve kimliklerini kirletenlerin, imanlarına zulüm yani şirk giydirip ümmet bilinci yerine ulusalcı kirlenmeler yaşayanların bu kurtuluşu sağlamaları mümkün değildir. Bugün, halkı Müslüman olan ülkelerin başkentlerinin tamamına yakını vahye aykırı yönetimlerin hakimiyetinde, bu ülkeler toplumlarını tevhide aykırı, ümmet bilincini dışlayan cahili, ulusalcı, batıcı sistemlerle yönetiyorlar. İşte bütün bu cahili devletler, bugün İsrail terör devleti ve hamisi ABD ile şu veya bu biçimde işbirliği içindedirler.


Bu sebeple biz Müslümanlar, bir yandan, İslam düşmanlığı ortak paydasında toplanarak mazlum kardeşlerimize azgınca saldıran bu küresel korsanlara ve bölgemizdeki uzantılarına (İsrail terör devletine ve despot yönetimlere) karşı Filistin halkının yanında yer almalı, topyekun yardım ve destek seferberliği içinde olmalıyız. Diğer yandan da,Mescid-i Aksa ve Mescid-i Haram neden işgal altındaysa ümmetimizin de aynı sebeple bu zulüm ve zillete düçar olduğunun bilinciyle, bu hale yol açan asıl sebebi idrak etmeli ve bu hali ıslah için harekete geçmeliyiz.

 

Bu sebeple kendimize sormalıyız; birinci kıblemiz Mescid-i Aksa ve Kudüs neden 65 yılı aşkındır işgal altında? Aynı şekilde en önemli mescidimiz, sürekli kıblemiz Mescid-i Haram ve hicret diyarının Mescid-i Nebevisi neden yaklaşık bir asırdır Suudi çetesinin işgali altında ve neden bir türlü kurtulamıyorlar? Hemen ikinci bir soru daha soralım; ümmet neden yüzyıllardır bunca zulüm ve zilletin kuşatması altındadır? Bir başka soru daha; Mescid-i Aksa ve Mescid-i Haram Müslümanlar için neden mübarek ve değerlidir? Ümmet daha önce neden izzetli idi ve neden galip ve muzaffer idi.


      İşte bütün bu soruların cevabında hep Kur’an vardır, Hablullah’a topluca sarılıp sarılmamakla ilgili halimiz vardır. Çünkü Allah bu mescidleri mübarek kıldığını Kur’an’da beyan etmiştir de ondan, yani Kur’an’daki bu beyan sebebiyle Mescid-i Aksa ve Mescid-i Haram mukaddestir,değerlidir. Aynı şekilde ümmete izzet ve şeref, anlam ve değer kazandıran da aynı kitap Kur’an-ı Kerim’dir. O zaman apaçık bir şekilde ortaya çıkıyor ki, Mescid-i Aksa’nın ve Mescid-i Haram’ın işgal altında olmasının sebebi de, ümmetin zulüm ve zillet altında olmasının sebebi de aynıdır. Ümmet uzun tarihi süreçte, Kur’an’ı mehcur/terk edilmiş bırakarak, Rasulün ve ilk Kur’an neslinin güzel örnekliğinden, mücadele sünnetinden uzaklaşıp önce geleneksel cahiliyeyi üreterek, sonra da modern cahiliye ile uzlaşarak, Allah’ın yardımına müstehak olacak halini kaybetmiştir. Bu süreçte tevhidi niteliğini ve vahdetini kaybederek parçalanmış, birliğini, zindeliğini ve gücünü kaybederek sömürge olmaya, zulüm altına girmeye ve zillete sürüklenmeye müsait hale gelmiştir.

28.07.2014
 Hazırlayan: Emrullah AYAN

 

 İLKAV'IN Gazze'ye yapmış oldguğu yardımın ve İsrail Vahşetini Gösteren Video

 

 

 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV’da Bayram Namazı ve Bayramlaşma…

by İlkav Editor
7,4K 👁
A+A-
Reset

İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı konferans salonunda Kurban bayramının ilk günü Bayram namazının ardından bayramlaşma yapıldı. Bayram Namazı öncesi Mehmet PAMAK bir sohbet gerçekleştirdi. Bayram Namazını Şeyho DUMAN kıldırdı.

 
Bayram namazından önce İLKAV Başkanı Mehmet Pamak yaptığı konuşmaya, bütün varlıkların iradesiz biçimde Allah’ı hamd ile tesbih etmeleri konusunu işleyerek ve insanın da bu sorumluluğu iradesiyle yerine getirmekle mükellef olduğunu anlatarak başladı. “Hamd ile tesbih ve hayatı ibadet kılmak” konulu konuşmasında konu ile ilgili şu ayetleri açıkladı.
 
“Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar O'nu tesbih eder; O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların tesbihlerini anlamazsınız…” (İsra/44)
 
“Sen, ölümsüz ve daima diri olan Allah'a güvenip dayan. O'nu hamd ile tesbih et. Kullarının günahlarından haberdar olarak O yeter.” (Furkan/58)
 
“Göklerde ve yerde olan kimselerin, sıra sıra uçan kuşların Allah'ı tesbih ettiğini görmez misin? Her biri kendi niyaz ve tesbihini bilir. Allah, onların yaptıklarını bilendir.” (Nur/41)
 
Anlaşılmaktadır ki, elektrona varıncaya kadar kâinattaki her şey, göklerde ve yerde var olan bütün varlıkların hepsi, Allah’ı hamd ile tesbih etmektedirler. Yani Allah’ın kendileri için takdir ettiği yolu takip etmekte, O’nun emirlerini tam bir teslimiyetle yerine getirmekte ve böylece kendilerine yüklenen fonksiyonu icra etmektedirler. Onların hamd ile tesbihi tam bir teslimiyetle Allah’ın verdiği görevleri yerine getirmekten, yaratılış gayelerine uygun davranmaktan ibarettir.
 
“Göklerde olanlar ve yerde bulunanlar Allah'ı tesbih ederler. Hükümranlık O'nundur, Övülmek O'na mahsustur. O herşeye Kadir'dir.” (Tegabun/1)
 
Gökler ile yer ve ikisinde var olanlar, hepsi Allah’ındır. Hepsini Allah yaratmış ve hepsine de emretmiştir. Yaratmak da, emretmek de sadece O’nundur. (A’raf 54) O, mülkünde mutlak hükümran olandır. Her şey ve hepimiz O’nun mutlak hükümranlığında, mutlak iktidarı ve yönetimi altında yaşamaktayız. Allah insanlara da, emrinden oluşan şeriatlar göndermiş ve sadece bu şeriatına uymaya çağırmıştır. Allah’ın şeriatının alternatifi, bilmeyenlerin heva ve arzularıdır ki, Rabbimiz bundan bizi sakındırmakta, sadece kendi şeriatına tabi olmayı emretmektedir. (Casiye 18). Rabbimiz insanları ve cinleri sadece kendine ibadet ve kulluk etsinler diye yaratmış (Zariyat 56), toplumsal ve bireysel hayatın bütün alanlarını, Kur’an’da yer alan hükümlerine göre düzenleyerek, yalnız kendinse itaat ve ibadet etmelerini (Yusuf 40), Allah’ın rengiyle boyanmalarını, secdeyi/itaati hayatın bütün alanlarına yayarak, hayatı ibadet kılmalarını emretmiş bulunmaktadır.
 
Bütün varlıkların, iradesiz şekilde O’nun yasalarına aynen uymak suretiyle Allah’ı hamd ile tesbih ettikleri gibi, imtihan sebebiyle iman ve inkâr arasında serbest bırakılan insanların da, akıl ve iradelerini doğru kullanarak, tercihlerini doğru yaparak, özgür tercihleriyle Allah’ı hamd ile tesbih etmeleri emredilmiştir. Tıpkı, arşdaki ve evrendeki bütün varlıklar gibi, Allah’tan başka ilah tanımaksızın sadece O’na itaat ve ibadet edip, emirlerini harfiyen yerine getirme gayreti içine girmeleri istenmiştir. Hayatın bütün alanlarında sadece O’nun hükümlerini esas alarak, hayatı ibadet kılma çabasını ölene kadar terk etmemeleri ve böylece, evrendeki varlıklarla tam bir uyum ve ahenk içinde aynı istikamete yönelmeleri emredilmiştir. Allah’ı hakkıyla takdir edip, kitabını hakkıyla okuyup, takvayı hakkıyla kuşanıp, inandığımız değerler uğrunda cihadı hakkıyla gerçekleştirip, O’na tam bir teslimiyet ve itaatle O’nu hamd ile tesbih etmemiz gerekmektedir. İşte bu muhtevadaki hamd ile tesbih konusunda evrendeki bütün varlıklarla aynı tevhidi frekansta buluşarak, onların evrende oluşturmuş oldukları tevhidi ahenge uyum sağlamak, fıtrat, evren ve hayat arasındaki bu barış ve uzlaşma ile evrendeki muhteşem tevhid korosuna iştirak etmek, en temel ve en büyük kulluk sorumluluğumuz ve yaratılış gayemizdir.
 
Bu sebeple, bizim namazımız, kurbanımız, haccımız, zekatımız hep alemlerin Rabbi olan yüce Allah içindir, öyle olmalıdır. “Benim “salât”ım (namazım, duam), “nusuk”um (kurbanım ve bütün ibadetlerim), hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir” (En’am 162 Ancak bilmeliyiz ki, Rabbimizin bizim ne namazımıza, ne kurbanımıza, ne de haccımıza ihtiyacı vardır. İhtiyaç sahibi olan bizleriz. Bütün ibadetler, namaz da, zekat da, kurban da, hacc da… hep bizlerin arınmamızı sağlamak, bizi inşa etmek, tekâmül ettirmek, dünya ve ahiret saadetimizi temin etmek içindir. Bizleri kötülüklerden alıkoymak, iyiliklere sevk etmek, şuurlandırmak, tevhidi teyakkuz sahibi kılmak, dosdoğru bir hayatla ebedi saadete yürümemizi sağlamak içindir…
 
Hac ve Kurban da işte bu ibadetlerimizin önemli bir parçasını oluşturmaktadır. Kâbe, yüce Allah'ın İbrahim'e (as), binanın duvarlarını yükseltmesini; tavaf edenlere, itikafa girenlere, rükû edenlere ve secde edenlere tahsis etmesini emrettiği ve mübarek kılmak suretiyle alemlere hidayet kaynağı kıldığı günden itibaren, yeryüzünde ibadet için kurulan ve sırf ibadete tahsis edilen ilk evdir. Adem (as) dan bu yana ibadet için kurulan ilk ev olma özelliği, sebebiyle, “Ona yol bulabilenlerin Kâbe'ye haccetmesi Allah'ın, insanlar üzerinde hakkıdır” hükmü vazedilmiştir. Bu sebeple de, bütün insanlık, yaratılış gayesine uygun davranıp, sadece Allah’a kulluk yapmaya, evrendeki bütün varlıklar gibi O’nu hamd ile tesbih etmeye ve tek ümmet oldukları, aynı ailenin, aynı anne babanın çocukları oldukları dönemde, hepsinin kökeni olan ilk ailenin evi olan bu eve bir nevi sıla-i rahim yapmaya, baba ocağına dönüş yapmaya çağrılmışlardır.
 
İşte bu çağrıya icabet etmek suretiyle, kefen misali ihrama girip, bütün dünyevi imkan, makam ve statüleri geride bırakıp terk ederek, sadece insan ve kul kimliğiyle Rabbinin davetine icabet eden mü’minler, dünyanın her yanından farklı renk ve dillerde olan insanlar hacc amacıyla akın akın bu eve koşmaktadırlar. “Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke lâ şerîke leke lebbeyk, innel hamde ve’n-ni’mete leke ve’l-mülk, lâ şerîke lek” diye haykıran mü’minler, Kâbe çevresinde halkalanmakta, tehlil, telbiye, tekbir ve dualarla okyanus gibi dalgalanmaktadırlar.
 
“Buyur Allah’ım buyur! Emrindeyim buyur! Çağırdın, işte davetine icabet edip geldim, emrine âmâdeyim, buyur emret Allah’ım. Senin hiçbir ortağın yoktur. Emrindeyim buyur! Şüphesiz hamd sana mahsustur. Nimet de senin, mülk de senindir. Senin hiçbir ortağın yoktur” taahhüdünde bulunmaktadırlar. Hamd da sana mahsustur, nimet ve mülk de senindir, ben de senin kulunum. Ve işte seni hamd ile tesbih ederek, emrine teslim olarak geldim ve mutlak hükümranlığında itaakârın ve kulun olarak geldim, senin hiçbir şerikin yoktur.
 
İşte Hacc’ın şea’iri
 
-Tavaf, –Say, -Vakfe : Arafat-müzdelife -Şeytan taşlama –sembolik olarak şeytan ve dostlarını, azgın nefsini hedef alan taşlama, -Kurban
 
Yeryüzünde büyüklenip tuğyan eden, imana karşı küfrü, adalete karşı zulmü bayraklaştıran tağutlara birer reddiye ve ihtar gösterisi… Buna karşılık, alemlerin Rabbine içten ve pazarlıksız, bilinçli ve kararlı birer teslimiyet seremonisi… Merhum Ali Şeriati’nin ifade ettiği gibi, haccda şeytan taşlayıp memleketlerine dönünce tağutları alkışlayanlar örneğinde olduğu gibi, ibadetlerin maksadı ıskalanmamalı, anlamı devre dışı bırakılmamalı, bütün bu şeairin mesajları kale alınmalı, derinliği, arka planı tefekkür edilmeli. İman edenler üzerinden yeryüzüne hayatiyet taşıma, bilinç aşılama işlevi bulunan bu ibadetlerin diriltici ve inşa edici nitelikleri ortadan kaldırılarak bu hayat menbaı ibadetler birer şekilsel ritüele dönüştürülmemelidir. Anlamından koparılmış, taşıdığı sembolik mesajlar kulak ardı edilmiş, tağutları red, alemlerin Rabbi yüce Allah’a teslimiyet bilincini pekiştirmemiş, ümmet bilincine katkı sağlamamış bir hacc ve kurbanın, bırakalım diriltici olmayı, kendi dirilikleri bile yok edilmiş, bilinçsizlik ve cehalet sarhoşluğunda zayi edilmiş demektir.
 
Bilmeliyiz ki, "Kurban", bir sınavdır. Bir sınanıştır. Rabbimizin, hangimizin daha güzel ameller yapacağımızı sınamak üzere yaratmış olduğu hayat ve ölüm sürecinde, geçtiğimiz önemli sınavlardan birisi de, sevdiklerimizi Allah yolunda feda bilinciyle hareket edip edemeyeceğimiz konusudur. Mal ve canla, can ve canan ile deneniştir. İmanın, itaatin, ihlâsın, takvanın ölçülmesidir. Kurbanla, Ramazanla, haftada bir Cumayla, günde beş vakit namazla ve Allah’ın diğer emirlerine her itaat edişimizle, Rabbimize olan ahdimizi yenilemiş oluyoruz. O’nu hamd ile tesbih etmek ve bütün evrenle aynı hedefte bütünleşmek, aynı safta buluşmak üzere onurlu bir hatta yerleşmiş oluyoruz.
 
“Onların ne etleri, ne de kanları Allah’a ulaşmaz. Fakat sizin takvanız (Allah’a boyun eğerek; haramlardan kaçışınız ve helallere yönelişiniz) Ona ulaşır.” Kuşkusuz; “Allah, (kurbanı) sadece takva sahiplerinden kabul eder.” Kurban, yaratıcımıza bir teslimiyettir, “duyduk ve itaat ettik” demektir. Allah'a yakınlaşma (takarrub) sağlayan bir ibadettir. Maksadı Allah'a yakınlaşmak, anlamı kişinin en sevdiği şeyi Allah'a feda edebilecek derecede yüksek takva sahibi olduğunu sembolle ifade etmesidir. Anlamı dünyada her neyi en çok seviyorsak, her neye çok değer veriyorsak, onu Allah'a feda edebilecek durumda olduğumuzu belirtmeye çalışmamızdır. Esas olan, İbrahim (as) misali, dünyadaki en sevdiğimizi Allah yolunda feda bilincini, adanmışlık ruhunu yakalayabilmemizdir.
 
Geç yaşında kavuştuğu oğlu İsmail'i feda edebilmeyi göze alan Hz. İbrahim bunu açıkça ortaya koymuştu. İsmail'ini bıçak altına yatırıp bu zor sınavı kazanmıştı. İbrahim'i Allah'a yaklaştıracak olan fiil buydu. Kurban oğluydu, zor da olsa onu feda etmeyi göze aldı. Allah'ın kana ve ete ihtiyacı olmadığı için, İsmail'i sembolize etmek üzere İbrahim'e bir koçu kesmesini emretti. O halde maksat, Allah'a yaklaşmak, anlamı kişinin en sevdiği şeyi (oğlu, malı, serveti, statüsü, kabilesi, makamı, mevkii.) feda edebilme cesaretini gösterebilmesidir. Evet bizler de bu vesileyle kendimizi sorgulayıp, tıpkı İbrahim (as) gibi, en sevdiklerimizi, bizim İsmailimiz (dünyada en sevdiğimiz ve değer verdiğimiz) neyse, onu Allah yolunda feda edebilme samimiyetini, ihlasını, bilincini, adanmışlığını yakalamaya çalışmalıyız. Bizi, Rabbe yaklaştırmayan kurbanlıkların (sevilen, değer verilen şeylerin, canların, cananların, malların, makamların), aslında hiçbir değeri yoktur, tam tersine Rabbe yakınlaşmaktan alıkoyuyorlarsa bizim için tam bir fitne ve bela olma hüviyeti kazanmışlar demektir. Hacc, Kurban ve ibadetlerimiz, hayatımızı değiştirmiyorsa, kötülüklerden alıkoyup iyiliğe sevk etmiyorsa, Allah’ı hamd ile tesbih konumunda bütün evrenle aynı tevhidi frekansta bütünleştirmiyorsa… yanlışlarımızı, yanılgılarımızı, sapmalarımızı, istikametimizi düzeltmiyor; kafamızdaki, kalbimizdeki, zihnimizdeki, amellerimizdeki, ahlakımızdaki, hayatımızdaki kirleri, “verrucze fehcur” ayeti emrince, arındırmıyor ve aklamıyorsa; gerçekten de yazık, kesilen kurbanlıklara!
 
Mehmet Pamak sözlerine şöyle devam etti:
 
İçinde bulunduğumuz günlerin Hz. İbrahim (a.s.) ile yakından ilgisinin olduğunu biliyoruz. Kurban onun Allah’ın emrine itirazsız teslimiyeti, hac da onun başlattığı meşa’irin sürdürülmesidir. Bugünlerde en fazla gündem olan İbrahim (as)’ın yolu, dini ve duruşu bizim takip etmemiz gereken yol, din ve duruştur.
 
İbrahim (a.s.)’ın dini:
Peygamberler silsilesi içinde özel yeri olan ve Hz. Muhammed (s.a.s.)’in de soyunun kendisine dayandığı İbrahim (a.s.)’ın dini hanif( tevhid )dini yani İslâm’dır.
 
İbrahim ne bir yahudi ne de bir hıristiyandı. Ancak o dosdoğru çizgideki (hanif) bir Müslümandı. O, müşriklerden de değildi.” (Ali İmran, 3/67) “(Kitap ehli) "yahudi veya hıristiyan olun doğru yolu bulursunuz" dediler. De ki: "Aksine, biz ancak İbrahim'in dini olan (hanif) dosdoğru dine uyarız. O, ortak koşanlardan (müşriklerden) değildi." (Bakara, 2/135)
“İbrahim'in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de iyilerdendir (Salihlerdendir).” (Bakara, 2/130)
 
Onun çizgisini en güzel şekilde sürdürenler kendine uyanlar, Hz. Muhammed (s.a.s.) ve ona iman edenlerdir. “Şüphesiz insanların İbrahim'e en yakın olanları ona uyanlar, bu peygamber (Muhammed) ve (ona) iman edenlerdir. Allah da iman edenlerin dostudur.” (Ali İmran, 3/68)
 
İbrahim (a.s.)’ın duruşu:
 
Onun örnek mücadelesinde, küfre ve şirke karşı dik duruşu, tagutlara karşı tevhid bayrağını korkusuzca kaldırıp, Allah’a tam bir teslimiyetle teslim olmayı görürüz. Şirkin öncülüğünü yapan kişi, kendisine en yakın ve ona dünyada geniş imkânlar sağlayacak biri olsa da, yine hakkı haykırmaktan çekinmeyen onurlu, ilkeli ve tavizsiz bir tebliği müşahede ederiz. Onun hayatında, en zor şartlarda bile, tagutla uzlaşmayan, kendisini yakmaya teşebbüs eden Nemrut’lara asla taviz vermeyen, şirke, zulme ve ifsada karşı ıslah sorumluluğunu sürdürürken, şirk sistemine eklemlenmeyen, uzlaşmayan ilkeli bir mücadelenin şahidliğini buluruz.
 
“Bir zamanlar İbrahim babası Azer'e: "Sen putları kendine ilah mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni ve toplumunu açık bir sapıklık üzere görüyorum" demişti.” (Enam, 6/74) “Hani o babasına şöyle demişti: "Ey babacığım! Duymayan, görmeyen ve senden bir şeyi gidermeyen şeylere niçin tapıyorsun?” (Meryem, 19/42) Tebliğde netlik, tavizsizlik, üslupta ise yumuşaklık onun temel özelliğiydi.
 
“İbrahim'de ve onunla beraber olanlarda, sizin için gerçekten güzel bir örnek vardır. Onlar kavimlerine demişlerdi ki: "Biz sizden ve Allah'ı bırakıp taptıklarınızdan uzağız. Sizi tanımıyoruz. Siz bir tek Allah'a inanıncaya kadar, sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve öfke belirmiştir." Şu kadar var ki, İbrahim babasına: "Andolsun senin için mağfiret dileyeceğim. Fakat Allah'tan sana gelecek herhangi bir şeyi önlemeye gücüm yetmez" sözü bu örneğin dışındadır. (O müminler şöyle dediler:) Rabbimiz! Ancak sana dayandık, sana yöneldik. Dönüş de ancak sanadır.” (Mümtehine 4).
 
İbrahim (as), "Hem siz, Onun haklarında hiç bir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koşmaktan korkmazken, ben nasıl sizin şirk koştuklarınızdan korkarım?” (En’am 81) diye haykırabilen, cesur yürek, yiğit örnek, tek başına ümmetti. Korku ya da çıkar için pragmatizme saplanmayan, rehavete kapılmayan, tagutlar karşısında eğilmeyen, korkmayan ve asla uzlaşmayan, her şeye rağmen en zor şartlarda bile zalimlerin yüzüne hakkı haykırmaktan vazgeçmeyen, ertelemeyen onurlu bir örnekti bizim için. Bugünkü, daha zalim eski statükonun tasfiye olma, görece özgürlükçü yeni statükonun oluştuğu, Müslümanların ayaklarını kaydırmaya ve yozlaşmaya en müsait olan süreçte, bu örneğe büyük ihtiyacımız var. Yeni ve gerçekten de getirdiği imkanlar ve rehavet sebebiyle çok zorlu olan bugünkü (makam, mevki, kredi, ihale, özgürlük ve zenginlikle) imtihan sürecinde, bizim de İbrahim (a.s.)’ın, onun yolunda yürüyen Resulullah ve ilk Kur’an neslinin duruşu, Mekke’deki, bir yanda büyük sıkıntılara, işkencelere, diğer yanda iktidar ve zenginlik tekliflerine rağmen, şirk sistemiyle hiçbir şekilde uzlaşmayan, itaat etmeyen, tavize yanaşmayan örneklik gibi bir duruşa ve aynı cesaretle hakkı haykırmaya ne kadar da ihtiyacımız var.
 
Yolundan gitmekle, örnek almakla emrolunduğumuz İbrahim (as)’ın örnekliği, gerçekten de diğer bütün Peygamberlerin de takip ettiği tevhid yolunun işaretlerini en çarpıcı ve görünür bir biçimde yola dizerek, vahyin yönlendirmesiyle Resulullah (sa) ve ilk Kur’an neslinin de bu işaretleri son defa parlatıp bize bırakmasıyla, hâlâ yolumuzu aydınlatmaktadır.
 
İbrahim (a.s.)’ın duası:
 
İbrahim (as)’ın duaları da, bütün Peygamberlerin duaları gibi, bize yol gösteren, örneklik teşkil eden, neleri talep edip edemeyeceğimizde kılavuzluk eden bir muhtevadadır. O dik duruşlu ve açık tavırlı olmakla beraber yufka yürekli ve çok merhametliydi. “Doğrusu İbrahim çok yumuşak huylu, çok içli ve kendini Allah'a vermiş biriydi.” (Hud, 11/75) Bu özelliğinden dolayı şirkte ısrar eden babası için bile mağfiret dilemişti. Fakat bu dileği şirkte ısrarına rağmen mağfiret edilmesini değil, bu sapık yoldan kurtulmasını arzulaması sebebiyleydi. Ayrıca onun için mağfiret dileyeceği sözü vermişti ve sözünü yerine getirmişti. “İbrahim'in babası için mağfiret dilemesi sadece ona vermiş olduğu bir sözden dolayıydı. Ancak onun Allah'a düşman olduğu kendisine belli olunca artık ondan uzak durdu. Şüphesiz İbrahim çok dua ve niyazda bulunan, yumuşak huylu biriydi.” (Tevbe, 9/114)
 
“Hani Rabbi, İbrahim'i birtakım kelimelerle denemişti. O da (istenenleri) tam olarak yerine getirmişti. (O zaman Allah İbrahim'e): "Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım" dedi. (İbrahim) "Ya soyumdan olanlar?" deyince (Allah:) "Zalimler benim ahdime erişemez" dedi.” (Bakara 124). "Rabbimiz, ikimizi sana teslim olmuş (müslümanlar) kıl ve soyumuzdan sana teslim olmuş (müslüman) bir ümmet (ver). Bize ibadet yöntemlerini (yer veya ilkelerini) göster ve tevbemizi kabul et. Şüphesiz, Sen tevbeleri kabul eden ve esirgeyensin." (Bakara 128) “Hani İbrahim şöyle demişti: "Bu şehri güvenli kıl, beni ve çocuklarımı putlara kulluk etmekten uzak tut." (Ibrahim 35)
 
Bayramlar hem sevinç, hem de ibadet günlerimizdir
 
İşte Allah’ı hamd ile tesbih ederek, hayatını ibadet kılma çabası içinde olan mü’min kullarına, Rabbimiz bu teslimiyetlerinin ve ibadetlerinin karşılığı olarak iki bayramı sevinç günleri olarak lütfetmiştir. Müslüman’ın bayramı, karnaval, festival vb. gibi seküler azgınlığa ya da tahrif edilmiş dinlerin bayramları gibi içi boşalmış, manevi derinliği ve ilahi ölçüleri kaybetmiş eğlence günlerine benzemez.
 
Müslüman’ın bayramı, yine ibadet bilinciyle Allahın rızasını kazandıracak insanlar, mü’minler, akrabalar arası ilişkileri onarıp pekiştirecek, ahlaki, insani, fıtri güzelliklerle bezenmiş sevinç günleridir. İnsanın, nefsini ve vicdanını sorgulayıp, arındırma çabası gösterdiği, başkalarıyla kucaklaşıp helalleştiği, barışın, huzurun, merhametin, şefkatin, cömertliğin, ikramın, misafirperverliğin, yardımlaşma ve dayanışmaın zirve yaptığı, selamın yaygınlaştırıldığı günlerdir. Böyle olmalıdır. Ancak böyle olduğunda bayramlar bayram olacak ve Allah’ın razı olacağı bir içerik kazandıkça, sevinç günlerimiz olan bayramlarımız bile ibadet hüviyeti kazanıp, yeni ecirlere vesile olacaktır.
 
Mehmet Pamak, ümmetin halini değerlendirdiği, Afganistan, Irak, Çeçenistan, Keşmir, Filistin, Doğu Türkistan, Pattani vb bir çok İslam coğrafyasında ümmetin, askeri işgal ve sömürüye muhatap olduğunu, hayatı mülteci kamplarında başlayıp sona eren milyonların çeşitli yokluklar, mahrumiyetler için kıvrandığını, sadece son işgal süreçlerinde bile milyonlar masum Müslüman halkın katledildiğini hatırlattı. İslam coğrafyasının geri kalan büyük kısmında ise, Türkiye dahil, ideolojik işgaller, baskılar, yasaklar altında, büyük acılar ıstıraplar yaşandığını, sonuçta ümmet coğrafyasının her yanında kan ve gözyaşının egemen olduğunu, hatırlatarak, bir yandan Ümmeti vahiyle yeniden inşa, diğer yandan da işgale, sömürüye, zulme karşı direniş sorumluluğumuzun altını çizdi. Ayrıca, bu sıkıntılar altındaki Müslüman halklarla kardeşlik, dua, yardımlaşma ve dayanışma sorumluluklarımızı hatırlattı. Kurbanın ve haccın İslam ümmetinin dirilişine vesile olması duası ile konuşmasını sonlandırdı.
 
Pamak'ın konuşmasının ardından Bayram namazına geçildi. Bayram namazını kıldıran Şeyho Duman Hoca irad ettiği bayram hutbesinde şunları söyledi:
Muhterem kardeşlerim!
Milyonlarca müminin, hac esnasında dillendirdikleri bir cümleyi çok iyi biliyoruz. “Lebbeyk Allahümme Lebbeyk , Lebbeyke la şerike-leke Lebbeyk”. Buyur Allah’ım emret!. Buyur Allah’ım emret . Sen’in ortağın yoktur. Bizi davet etmiştin. Bizde bu davete “Lebbeyk!.” diyerek icabet ediyoruz.
Kabe’nin kutsiyeti ve konumu çok önemlidir. Allah , Kabe’yi, Beyt-i Haram’ı insanlar için bir kıyam merkezi kılmış ve bütün yeryüzünün imarı noktasındaki iradeyi buradan başlatmıştır. Rabb’imiz derki; Kullarım Ben’i sana soracak olurlarsa de ki, “Ben bana dua edene icabet ederim.” “Bizler onun davetine icabet edersek oda bizi yeryüzüne hakim kılacaktır”.
Bu gün bu olumsuzluklar içerisinde isek, demek ki meseleye kenarından bakmışız, imanı, ibadetleri, amelleri kenarından tutmuşuz, içine girerek konuyu idrak etmemişiz, derinliğinden soyutlanmış şekli ritüellere indirgemişiz. İnşallah bu gün bizler bunun idrakine ulaşır ve neleri nasıl yapmamız gerektiğini bilir ve hamdimizin ve tesbihimizin idrakine varırsak, kavramlarımızın, meşa’irimizn, ibadetlerimizin içini vahiy ve Resulün sünnetiyle doldurursak, yani allah’ın vaat ettiği ayrdıma müstahak olabilirsek, Allah da vadini yerine getirerek, işte o zaman yeryüzünün iktidarını mü’minlerin yönetimine tahsis edecektir.
“La şerike lek” senin ortağın yoktur, bu gün İslam dünyasının Allah’a koştukları şerikleri var mıdır? Maalesef vardır, İslam dünyası bunlardan ne zaman kurtulursa o zaman hürriyetine kavuşarak, tevhide, tevhidi adalete ve dünya ile ahret saadetine ulaşacaktır. Rabbimiz bizleri nice güzel günlere bayramlara ulaştırsın inşallah” diyerek hutbesini sona erdirdi, ardından dua ve tekbirler eşliğinde bayramlaşma gerçekleştirildi.
Not:
Kurban kesimi aciliyeti sebebiyle, bayramlaşma kısa tutuldu. Bu sebeple, Bayramın 4. günü Cuma namazını müteakiben konferans salonumuzda daha geniş zamanlı bir bayramlaşma yapılacaktır. Çocuklar için bilgi yarışması tertip edilerek, hediyeler dağıtılacaktır. Bütün kardeşlerimiz eş ve çocuklarıyla birlikte davetlidirler.
 














Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon