Cumartesi, Kasım 23, 2024
Ana sayfa HABERLER Ramazan Ayınız Mubarek Olsun

Ramazan Ayınız Mubarek Olsun

by İlkav Editor
2,5K 👁
A+A-
Reset

 

Kur’ani Ramazan Algısına Hicret Edelim
Mehmet Pamak
Kur’an’ın terk edilmiş bırakıldığı, Reslullah’ın sünnetinden, güzel örnekliğinden kopulduğu yüzyıllara sâri büyük bozulma süreci sonunda bugün gelinen noktada, pek çok ibadetin içinin boşaltılması ve anlamını yitirmesi gibi, oruç da böylesine bir eksen kaymasına ve anlam kaybına uğramıştır. Muhafaza edilen form ise, yanlış zeminlerde, yanlış istikametlerde, yanlış tezahürlerle ve kulluk bütününden soyutlanan bağımsızlıkla ortaya konulmaya başlanmıştır. Halbuki oruç; Kur’an’ın ortaya koyduğu hayat tarzının içinde, ibadetler bütünün parçası olarak bir yer işgal etmekte ve böyle anlam kazanmaktadır. Ancak bu muhteşem kulluk bütününün içinde insanı arındırma, tekâmül ettirme, olgunlaştırma ve Allah’ın rızasını kazandırma fonksiyonunu ifa edebilmektedir. Kur’an’la ilişki doğru ve sağlam değilse oruç dahil bütün ibadetler, insanın tekâmülüne katkısı olmayan formel uygulamalardan öte geçemeyecektir. Kur’an’la bağını sürdüren ve ibadetler içindeki anlamlı yerini koruyan oruç, insana kendini ve Rabbini bilmenin, sorumluluklarının farkına varmanın önünü ve imkânlarını açar. İbadetler bütününden ve Kur’an’dan soyutlanmış oruç ise, anlamını ve işlevini yitirerek, içi boş bir forma dönüşmektedir.
 
İşte bu sebeple oruç; ibadet, itikaf, arınma ve infakı da içine alan sosyal boyutunu giderek kaybetmiş, nefsî, siyasi, ticari şov ve reklam aracı haline getirilerek, lüks otellerde gösterişe dayalı iftarlar yaygınlaşmıştır. Fakir ve muhtaçlar yerine, kalburüstü tabakaya verilen iftarlar, kimileri açısından güç ve gövde gösterisine dönüşmüş bulunuyor. İftar çadırları da çoğu kez bir politik istismar ve siyasi propaganda vesilesi kılınmakta, halkın sefilliğini giderecek projeler üretmesi gerekenler, iftar çadırlarıyla sanki suçlarını örtmeye çalışmaktadırlar. Halbuki, sadaka ve infakta gözetilmesi gereken incelikle bağdaşmayan kaba bir yöntemle, halka açıktan, medyatik ortamlarda propaganda ederek verilen iftarlar ve dağıtılan yardımlar, hem gösterişe imkân verdiği için Ramazan ve Kur’an’ın ruh ve manasına aykırı düşmekte, hem de fakir insanların rencide edilmesi bakımından da ahlâkilik boyutunda zaafa yol açmakta ve faziletli davranış olmaktan uzaklaşmaktadır.
 
Sonuçta, dini bir vecibe ve ibadet boyutu ikinci plana atılan oruç, folklorlaştırma ve eğlence eğilimli bid’atlarla dejenere edilmektedir. Ramazan ayında kurulan sergiler, çadırlarda icra edilen eğlence programları, kahvehanelerde ve evlerde oynanan bir nevi kumar olan tombala oyunları, havai fişek gösterileri ve müzik programları, lüks otellerde sunulan Ramazan’ın ruhuyla bağdaşmayan programlar gibi pek çok, tatil, oyun ve eğlence ağırlıklı etkinlikler, Ramazan’ı giderek temel ekseninden daha fazla uzaklaştırmaktadır. Böylece, Kur’an, ibadet, rahmet ve arınma ayı olan Ramazan, tıpkı taklit edilen Batı’nın paskalya ve karnavallarını andıran bir festival boyutuna sürüklenmektedir. Bu durum, birey ve toplumun giderek daha fazla çürüyüp çözülmesine, dünyevileşip yaratılış gayesinden uzaklaşmasına yol açmaktadır. Sonuçta bu dünyevileşme, birey ve toplumun, fıtri değerlerini koruyup vahiyle bütünleştirerek yüceltmesine ve kendini olumlu istikamette tekâmül ettirmesine engel olmaktadır.
 
Aslında gerçek oruç; yemek, içmek, cinsellik vb nefsi arzularımıza, temel ve vazgeçilmez ihtiyaçlarımıza karşı, Allah’a teslimiyetimizin bir gereği olarak ve sadece O’nun emri sebebiyle, kendi irademizle mukavemet etme eylemidir. Evet oruç; yaratıcımızla, insanlarla ve nefsimizle olan ilişkilerimizde ortaya çıkan olumsuzluklardan arınma duygularımızı ve çabalarımızı güçlendiren, sorumluluklarımızı hatırlatıp yeniden kuşanmamıza vesile olan tevhidi bir eylemdir. Özümüzde tevhidi bir inkılabı gerçekleştirmenin, birey ve toplumun öz dönüşümüne ivme kazandırmanın güçlü bir vesilesidir. Zaaflardan arınmanın, Rabbimiz için mahrumiyetleri ve güçlükleri göğüsleyebilmenin ve zorluklara mukavemet gösterebilmenin eğitimidir. Tevhidi hayatın, kulluk bütünü içindeki anlamlı ve doğru yerinde duran oruç; şüphesiz ki, arınmaya yönelen nefisleri; deruni bir tefekkürle, özlerindekini tevhid istikametinde değiştirmesinin, itikâf sırrıyla kendini sorgulayıp, iç dünyasını yeniden dizayn etmesinin zeminine ve tezkiye, tekâmül, olgunlaşma atmosferine kavuşturur. İnsanın bedenine ve duygularına birtakım yasaklar getiren oruç, değerlendirmesini bilenler açısından da, akleden kalbi devreye sokmanın imkânlarını oluşturan, tefekkür, tekâmül ve derinleşmenin kapılarını ardına kadar açan bir fonksiyona sahiptir. Ancak Ramazan’ın bu fonksiyonlarını icra edip, bizi arındırabilmesi ve iç tekâmülümüze katkıda bulunabilmesinin, ancak, onu vahyin öngördüğü yere oturtmakla mümkün olabilecek bir sonuç olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.
 
Rasulullah (s)’ın örnekliğinde ve Kur’an’ın bütünlüğü içinde sunulan bu doğru Ramazan ve oruç algısından sapılarak ortaya çıkmış ve salt, aç kalmaya indirgenmiş yanlış Ramazan ve oruç algı ve anlayışı ise, bu olumlulukları sağlamak ve toplumun çürümesini durdurup, ıslah edici bir fonksiyon görmek bir yana, çürüme ve çözülmeyi artırıcı katkılarda bulunmaktadır. Böyle yanlış bir Ramazan anlayışı, imanlarda ortaya çıkan büyük zaafları giderememekte, ahlakta ve şahsiyetlerde meydana gelen bozulmayı tedavi etme fonksiyonunu ifa edememektedir. Çünkü Kur’an’dan soyutlanmış bir Ramazan’ın ya da bir ibadetin, insanı doğru istikamette arındırıp, inşa etmesi imkânsızdır. Orucun, insanın iradesini güçlendirerek, nefsin arzu ve isteklerini, Allah’ın emir ve yasakları çerçevesinde denetim altına almasına katkı sunarak, insanın tekâmülüne yardımcı olmak gibi önemli bir işlevini yerine getirmesi, ancak Kur’an’a dayalı bir ibadet anlayışıyla mümkün olabilir.İbadetlerimiz, tabiri caizse âhiret hayatımıza yönelik en önemli yatırımlarımız olup, bu imtihan dünyasında arınarak, korunarak, tekâmül ederek ve yücelerek Rabbimize dönüşümüze vesile olmaktadırlar. Yani, hiçbir şeye muhtaç olmayan Allah’ın, ibadetlerimize de, bu minval üzere orucumuza da ihtiyacı yoktur. Tüm bunlara gerçekten ihtiyacı olan biz insanlarız, sürekli kirlenmeye açık olan nefsimiz ve arınmaya muhtaç olan ruhumuzdur. Oruç da dahil bütün ibadetlerimiz, bir yandan imanımızın davranışlarımız ve ahlakımız üzerindeki tezahürleri, ürünleri olarak ortaya çıkarken, diğer yandan da imanımızı besleyen, güçlendiren bir fonksiyon ifa etmektedirler. Oruç da bu anlamdaki katkılarıyla iman ve iradeyi güçlendirici, Allah’a, insanlara ve nefsimize karşı sorumluluk bilincini temin edici bir işleve sahip bulunmaktadır.
 
Ramazan, Oruç ve Kur’an Arasında
Kurulması Gereken Doğru İlişki
 
Ramazan ve oruçla yüzeysel ve formel boyutta kalmayan, özlü, derinlikli, kalbi boyutu, tefekkürü, arınmayı öne çıkaran doğru bir ilişki kurabilmek için, Ramazan'a anlam ve değer kazandıran Ku’an’la samimi, ilkeli ve ciddi bir ilişki kurmak gerekir. Tıpkı ilk neslin Kur’an’la kurduğu nitelikli ve ihlaslı ilişki gibi bir bağ kurulmadan, Kur’an’ın doğduğu ay olan Ramazan ve onda tutulan oruç gerçek anlamına kavuşturulamaz.
 
Oruç; ruhun ve kalbin Kur’an’ın nuruyla aydınlatılması, mutmain hale getirilmesi sonucunu elde etmek amacıyla bedenin açlıkla ve şehevi arzulara sınırlar koyarak terbiye edilmesidir. Kulluk ve ibadet bilincimizi yükseltmek, imanın, arınmanın, tekâmülün yolunu açmak, akleden kalbi harekete geçirmek, dünyanın süslerinin azdırıcı etkisinden, şehevi arzuların, hevanın, hırsların etki alanından kurtulmak için bir terbiye yöntemidir. Beşeri, hayvani arzuları, vahyin ölçüleriyle kontrol ve denetim altına alarak, nefsini ve Rabbini bilmenin bilincine vardırarak insanlaşmanın yolunu açar.
 
Bu sebeple her Ramazan’ı bu önemli uyanış, diriliş ve inşanın vesilesi kılmak gerekir. Ramazan’ı fırsat bilerek, her Ramazan’ı, kendisine anlam ve değer kazandırmış bulunan Kur’an’la çok yakın ve kopmaz ilişkilerin kurulmasının başlangıcı kılmak gerekir. Ramazan vesilesiyle, nefsâni arzu ve isteklerimizi denetim altına almalı, dünyevileşmeye yönelik sapkın eğilimleri terbiye etmeli, kendimizi, hayatımızı vahyin yeniden inşa etmesinin zeminini hazırlamalıyız.
 
Kur'an'da Rabb’imiz bizimle konuşur. Kur'an okuyarak ve onu hayata taşımak için geçirilen zaman, bir anlamda, Allah ile geçirilen ya da Allah’ın emirlerine itaat ve hayatın gayesi olan ibadet için tahsis edilen zaman demektir. Kur'an'ın inşa ettiği ilk nesil, Allah'ın kendileriyle Kur'an ayetleri aracılığı ile konuştuğuna kesin ve yakin bir imanla inanıyorlardı. Bu nedenle de, böylesine yakin bir imanın gereğince onlar, Allah'ın kendilerine söylediklerine kayıtsız kalamıyor, Kur'an'ı okurken ve dinlerken Allah'ın varlığını içlerinde hissediyor ve öğrendiklerini hemen hayata hâkim kılmanın, yaşamanın güçlü heyecanını taşıyorlardı.
 
Klasik anlamda, yalnızca yüzeysel bir kabul, varlığını teyid etmek anlamında kitaba iman ve "teslimiyet" asla yeterli değildir. Kur'an'ın ilk mesajının, "İKRA" (OKU), "Rabbinin adına oku"olduğu unutulmamalıdır. Bu, büyük bir inkılâba, köklü bir değişime çağıran sarsıcı bir mesajdı. Rabbimiz, Kur’an’ı okumaya çağıran bu emriyle, bütün bilgilerin, eylemlerin, hayatın Yaratan Rabb adına olması gerektiğini vurguluyordu. "Oku" emri ile kastedilen, şüphesiz ki, bir yere oturup, kitabı eline alıp yüzeysel bir okumayı gerçekleştirmek değildi. Ya da kitabı anlamadan ölülere okumak veya haz duymak için okumak da değildi. Rabbimizin Kur’an’da yer alan “Kendilerine verdiğimiz Kitabı gereği gibi (hakkıyla) okuyanlar, işte ona iman edenler bunlardır…” (Bakara 121) beyanıyla, kitaba gerçekten iman edenlerin onu hakkıyla okuması gerektiğini bildiriliyordu. Anlamak, öğüt almak ve yaşamak üzere okumanın kitaba imanın olmazsa olmazı olduğu vurgulanıyordu. “OKU” emriyle, Kur'ani mesajın anlaşılması, hayata taşınıp yaşanması ve bilahare de hal ve kal ile diğer insanlara da ulaştırılması, vahyin tam anlamıyla şahidliğinin yapılması anlamında kapsamlı bir okuma kastediliyordu. Ardından gelen ayetlerdeki, "Kalk ve uyar ve Rabbini yücelt" mesajı da böyle anlaşılması gerektiğini teyid ediyordu.
 
İşte bu anlamda Kur’an okuyanlardan olmak, yaşayan Kur’an olmak ve Allah’ın emrini yerine getirerek rızasını kazananlardan olmak istiyorsak, bilmeliyiz ki, bu okuma öyle bir okuma, bu teslimiyet öyle bir teslimiyet olmalıdır ki, Kur’an hayatımızı köklü bir inkılaba, değişime uğratmalıdır. Kur’an’ın talep ettiği gibi, canlarımız, mallarımız, vakit ve enerjilerimiz bütün hayatımız Allah için adanmalı, Kur’an yolunda feda edilmelidir. Yüzümüzü tam anlamıyla ve tavizsiz bir biçimde gökleri ve yeri yaratan, sahibimiz ve malikimiz olan âlemlerin Rabbine çevirmeliyiz. Kulluğumuz, hayatımız, ölümümüz, hepsi âlemlerin Rabbi Allah için olmalıdır. Namazlarda Allah’ın belirlediği kıbleye dönmemiz yetmez. Hayatımızın hiçbir alanında başka kıblelere yer olmamalıdır. Hayatlarımız bir bütün olarak Allah’a adanmış olmalı, hayatın bütün alanlarında sadece Allah’ın belirlediği kıbleye yönelmeliyiz. Müminler ancak Allah'a ve Resûlüne iman eden, ondan sonra asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla savaşanlardır. İşte sadıklar (doğrular) ancak onlardır.”(Hucurat 15)
 
Kur’an ayı Ramazan vesilesiyle, halimizi sorgulayıp, Allah’a teslimiyetle, ihlaslı bir niyet ve doğru bir yöntemle Kur’an’ı okumayı, anlamayı, özümseyip yaşamayı öne çıkarmalı, Rasulullah (s)’ın güzel örnekliğini içselleştirip samimiyetle bugüne taşıma gayretini göstermeliyiz. Bugünkü zilletten kurtulup, Allah’ın rızasına muvafık izzetli konumlara gelebilmemiz, dünya ve ahiretimizi mamur edebilmemiz; ancak, “Kur’an’ı terk edilmiş bırakmak”tan süratle uzaklaşarak, ilk nesil benzeri bir Kur’an neslini yetiştirmemizle mümkün olabilecektir.
 
Ramazan’ın Manevi Atmosferinde
Arınmaya ve Vahdete çağrı
İtikaf ve ibadet boyutuyla Ramazan, nefsi arındırma, iradeyi güçlendirme, öze yönelik bir sorgulama ve vahiyle yeniden çeki düzen verme, kişinin kendisini bilme ve yenileme çabasına zemin hazırlama vesilesi kılınmalı, ümmetin ve insanlığın sorunları, ıstırapları konusunda duyarlılıkları artıran, yardımlaşma, dayanışma eğilimlerini besleyen bir fonksiyon ifa etmelidir. Tevhidi bir inkılaba, bireysel ve toplumsal dönüşüme ivme kazandıracak çabalarımızı ve iradelerimizi güçlendirmeye yönelik bir eğitim işlevi görmelidir. Kulluk ve ahiret bilinciyle, sorumluluklarımızı hatırlayıp yeniden kuşanmamıza, direniş azmimizi artırmaya vesile kılınmalıdır. Kur’an ayı olan bu ayda sürekli Kur’an gündem olmalı, Rasul’ün (s) güzel örnekliği ve mükemmel şahidliği bizi eğitmeli, ümmetin ve insanlığın kurtuluşuna vesile olacak vahyin mesajının yaygınlaştırılmasına yönelik çabalarımız ivme kazanmalıdır.
 
Cahilleştirilmiş, değerlerinden ve Kitab’ından koparılmış, iyi niyetli, ama bilmeyen halkımıza mesajı taşıyabilmemiz ve ümmetimizi vahiyle yeniden inşa edecek etkin çalışmalar yapabilmemiz için, ciddi, yaygın ve kolektif projeleri gündemleştirmemiz gerekmektedir. Bunun için, öncelikle Müslümanlar olarak, dağınıklığımıza, küçük gruplar halinde parçalanmışlığımıza artık bir son vermenin yol ve yöntemlerini geliştirmeliyiz. Allah’ın yardım ve rahmetinin ancak bizim tevhid ortak paydasında kardeşleşip, bütünleşen kolektif çabalarımıza erişeceğinin bilincinde olmalıyız. Grupçuluk ve örgütçülük hastalığımızı terk edip, grup kimliğimizi İslam ümmetinin bir ferdi olma kimliğinin içinde eritmeyi başarmalıyız. Adımızı Rabbimiz “Müslümanlar” olarak belirlemiş ve bizi kardeşler kılmışken, ürettiğimiz başka adların ve oluşturduğumuz geçici grupların, bizi parçalara ayırmasına nasıl müsaade edebilir, nasıl seyirci kalabiliriz? Kur’an ve Rasul’ün (s) sünneti, güzel örnekliği gibi büyük ortak paydamıza, bizi kardeş yapan tevhidi imanımıza rağmen nasıl oluyor da, kendi ürettiklerimizin, içtihat ve yorumlarımızın, zan alanından elde ettiğimiz düşüncelerin bizi parçalamasından rahatsız olmuyoruz?
 

Geliniz Kur’an ayı Ramazan’ın bereketiyle ve bu ayın dünyevileşmeyi durdurarak, tefekkürün artmasına, öz eleştiri ve arınmaya yol açan manevi atmosferi içinde halimizi sorgulayalım ve zilletten çıkıp izzete ulaşmanın yoluna birlikte yönelelim. Yozlaşmaya yol açan muharref Kur’an ve Ramazan algısının yol açtığı çürümeden kurtulmak için, Peygamberin ve ilk Kur’an neslinin doğru Kur’an ve Ramazan algısına doğru hicret edelim. Doğru bir Kur’an ve sahih bir İslam algısını yakaladığımızda, Ramazan’ın bereketiyle de nefislerimizi sorgulayıp arındırdığımızda, nefsaniyetten kurtulup Allah’ı razı etmeyi hayatımızın eksenine oturttuğumuzda, tevhid yolunda kardeşleşmeyi becerdiğimizde, Rabbimizin rahmeti ve yardımıyla vahdete de ulaşacağımızın bilinci ve umuduyla çaba gösterelim. Rabbimiz bu çabalarımızı bereketlendirsin, tevhid ve vahdet yolunda yardımcımız olsun. Rabbimiz bütün kardeşlerimize ve kendini İslam’a nispet eden samimi insanlara, Kur’an ayı Ramazan’da, “hidayet, beyan, şifa, hikmet, rahmet, mizan ve Furkan” olan Kur’an’la buluşup bütünleşmeyi, hidayete yönelmeyi ve sıratı müstakimde ayaklarımızı sabit kılmayı nasip etsin. Rabbimiz, tüm mustaz’aflara zulümden ve zalimlerden kurtulmayı, adalet ve özgürlüğe kavuşmayı, yeryüzünün adaletle yönetildiği, insanların birbirinin hak ve hukukuna saygılı olduğu adalet sistemini kurmayı nasip etsin. Rabbimiz, zulme ve zalimlere direnmekle, mustaz’aflara yardımla sorumlu kıldığı biz mü’minlere de arınma, dayanışma ve yardımlaşmayla kardeşlik hukukumuzu ileri boyutlara taşımayı, rızasını kazanacağımız amellerle hayatımızı ibadet kılmayı nasip etsin. Amin.

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon