İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Papa’nın “Muhammed sadece kötü ve insanlık dışı şeyler getirdi, tıpkı vazettiği dinin kılıç gücüyle yayılması emrini verdiği gibi…” sözlerine şu
soruyla cevap verdi; “Kılıcının en keskin olduğu dönemde, İspanya’dan kaçıp Osmanlı’ya sığınan ve Müslümanlardan adaletle muamele gören, iyi komşuluk ilişkileri içinde özgürce yaşama imkanına kavuşan Yahudiler kimin zulmünden kaçmışlardı? Papa bu tür hakaret içerikli konuşmalarla “dinler arası diyalog” misyonunun gereğini mi yerine getirmektedir? Yoksa, esas amaçları olan İslam’a ve Müslümanlara yönelik tek taraflı saldırıyı ifade eden ‘medeniyetler arası çatışma’ projesine katkıda bulunmak mı istemektedir? Kendi dinlerine ve Peygamberlerine bile ihanet etmiş olanların Hz Muhammed (s)’e ve onun tebliğ ettiği dine saygılı olmalarını beklemek mümkün değildir. Peki, Dinler arası diyalog uğruna Papanın elini öpenler, bu ahlaksız tutum ve iftiralar karşısında neden hala bu tür dönüştürme projelerine hizmetten vazgeçmiyorlar? Papa’nın İslamı akıl dışılıkla itham etmesini gülünç olarak niteleyen Pamak, “Hıristiyanlık, gerek tahrif edilmiş kitabın üretilmiş hükümleriyle, gerekse ruhbanın dogmalaştırılan düşünceleriyle akla ve ilme karşı savaş açmışken, Kur’an yüzlerce ayetinde, heva, zan ve tahmine dayalı yalan ve uydurma bilgilerden kaçınarak, akletmeye, düşünmeye, tefekküre ve ilme çağırmaktadır” dedi. Pamak, Türkiye’deki kimi parti ve STK yetkililerinin kendi ülkelerindeki oligarşik yönetimlerin yaklaşık 80 yıldır gerçekleştirdikleri ve halen sürdürdükleri, İslam’a ve İslami kimliğe yönelik saldırılara, bu bağlamda başörtüsü ve İslami eğitim yasağı, 28 Şubat kararlarıyla gerçekleştirilen saldırılar, irtica suçlamasıyla MGK kararlarıyla tehdit ve düşman ilan edilme misali zulümlere karşı sessiz kalışlarındaki iki yüzlülüğe de dikkat çekti. Karikatür krizi ve Papa’nın açıklaması gibi dışarıdan gelen saldırılara gösterilen ulusalcı reflekslere dayalı tepkilerle, İslami kimliği sahiplenmekten daha çok, ulusal bilinç ve birliği güçlendirme adına bir din istismarı yapıldığını ifade etti.
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Başkanı Mehmet Pamak, yaptığı açıklamada şu hususlara dikkat çekti: “Papa, Aziz Peygamberimize ve tebliğ ettiği dine hakaret niteliği taşıyan beyanında, İslam’ın kötü ve insanlık dışı olduğunu ifade ederek ya da Bizans İmparatorunun 14. yy söylendiği iddia edilen bu tür sözlerine katılarak, Batıl bir dinin önderine bile yakışmayacak, ahlaki olmaktan uzak, üstelik yalan ve iftira niteliği taşıyan açıklamalarda bulunmak suretiyle, Hıristiyanlığın, yaşadığı tahrifat sonucunda ne kadar zelil bir konuma sürüklendiğini göstermiştir. Anlaşılmaktadır ki, vahiyden kopuş, kitabın tahrifi, Peygamberin ve ruhbanın ilahlaştırılması, zamanla fıtratların da bozulmasına sebep olmuş ve insani erdemlerin bile kaybedilerek “esfelesafilin” çukuruna düşülmesine yol açmıştır.”
“İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak ve zulme karşı adaleti, en büyük zulüm olan şirke karşı tevhidi ikame etmek üzere indirilmiş ve tüm insanları, insani erdemlere, fıtratın yoluna, insanlık onurunu koruyup yüceltmeye ve henüz bugün bile Hıristiyan camianın ulaşamadığı nitelikte insan haklarına davet eden Kur’an’ın mesajını, insanlık dışı olarak nitelemek Allah’a düşman olmaktan başka neyle izah edilebilir? Hz. İsa’ya (as) gerçekten sevgi ve saygı duymuş olsalardı, Hz. İsa’yı hak peygamber olarak kabul eden, ona indirilen kitaba da iman eden, Hz. İsa’nın da müntesibi olduğu tevhid dinine çağıran ve üstelik, geleceğini bizzat Hz. İsa’nın haber verip müjdelediği bir Peygamber olan Hz. Muhammed’e (s) ve onun tebliğ ettiği dine bu derece saygısız bir üslup kullanmazlardı. Kendi dinlerine ve peygamberlerine bile ihanet etmiş olanların Hz Muhammed (s)’e ve onun tebliğ ettiği dine saygılı olmalarını beklemek mümkün değildir.”
“Kur’an’ın, Hz İsa ve Musa (as) dahil bütün Peygamberlere ayrım gözetmeksizin imana ve İncil ile Tevrat’ı da tahrif edilmeden önceki halleriyle Allah’ın kitabı olarak kabule çağıran ve bütün Peygamberlere aynı derecede sevgi ve saygı gösterilmesini isteyen ayetleri ve Resulullah’ın (s) bu konudaki güzel örnekliği tüm güzelliği ile ortada durmaktadır. Papa’nın Kur’an ve Resulullah (s) hakkındaki bu sözleri ise, hem kendisinin hem de şirke bulaşmış Hıristiyanlığın seviyesini, bilmeyenler için bir daha ortaya koymuştur. İslam’a yukarıdaki tutum, şirk dini Hıristiyanlığa ise Papa’nın ortaya koyduğu seviyesizlik yakışmaktadır. Bu bakımdan dünya insanlığını uyandıracak bir mahiyet arz etmesi, akıl sahiplerini düşünmeye sevk etmesi bakımından, bu açıklamanın hayırlı olduğu bile söylenebilir.”
“Papa, ‘Hıristiyanlıkta Tanrı ve akıl arasında bağ var. İslam’da akıl ile Tanrı arasında bağ yok. İslami cihad akla ve Tanrıya karşıdır’ diyor. Halbuki akletme kabiliyetini yitirmemiş her insan bilmektedir ki; aklın bittiği yerde Hıristiyanlık ve Yahudilik başlamaktadır. Kitaplarını tahrif edip, Peygamberlerini, Rahiplerini, Hahamlarını ilahlaştırdıktan sonra, Allah’ın tevhid dini olan İslam’ı Hıristiyanlık ve Yahudilik haline dönüştürdüler, hevaya ve zanna tabi olmak suretiyle yalan ve iftiralara saptılar ve bu uyduruk akıl dışı iddiaların peşinde de, gerçekten tam da Papanın İslam için iddia ettiği insanlık dışı konumlara sürüklendiler.”
“Akıl dışı, yalana, iftiraya, hevaya ve zanna dayalı Hıristiyanlık inancı nasıl akla uygun olabilir? Üçün bir, birin üç olduğu iddiasıyla, yani teslisle Peygamber ve annesinin ilahlaştırılması, Ruhbanın ilahlaştırılması, ‘Endülijans’ uygulamasıyla cennetin satılması, günah çıkarma, engizisyon zulmü, şeytan çıkarma amacıyla insanların yakılması ve akla karşı savaş açmış Ortaçağ karanlığı mı akla uygundur? ‘Dünya dönüyor’ dediği için Galile’yi yargılamak mı akla uygunluk? Düşünürleri, aklını kullananları engizisyon mahkemelerinde öldürmek mi akla ve ilme değer vermektir? Bütün bunlar akla uygun olduğu için mi, Batının okuyan, akleden, düşünen insanları ‘laiklik’ mücadelesi ile Kiliseye karşı baş kaldırdılar? Hıristiyanlık inancı akla uygun olduğu için mi, rasyonalizm, Kiliselerin içinin boşalmasına yol açtı? Aslında Papa’yı çıldırtan bir sebep de işte bu boş kiliselerdir. İslam’a ve Müslümanlara yönelik saldırının arka planındaki bir sebep de dünya insanlığının İslam’a doğru yönelişidir. Papa, bu çöküşün faturasını İslam’a ve Müslümanlara kesip, böyle saldırganlaşacağına, toplumlar arasına kin ve husumet tohumları ekeceğine, kendi sapkın akıdesini gözden geçirmeli ve vahye teslim olmalıdır. Akla, ilme, fıtrata ve Allah’ın kevni ayetlerine aykırı şirke bulaşmış inancını sorgulayıp, İsa (as) ın tebliğ ettiği tevhid dinine, İslam’a yönelmelidir. ”
“Yapılan tahrifat sonucunda, akıl dışı ve insanlık dışı bir muhteva kazanan Hıristiyanlık ve Yahudilik, vahiyden ve fıtrattan büyük kopuşların yaşanmasına sebep oldu. İşte bu sebeple de, insanlık dışı katliamlar, vahşetler, hep ve sürekli onlardan sadır oldu. Adalet ve iyilik ise hep Tevhid dini olma vasfını koruyan İslam’dan. Saltanatla zulme bulaşıldığı dönemlerde bile, İslam’ın ölçüleriyle kitap ehline hep adaletle muamele edildi. Hıristiyan ve Yahudiler, birbirlerine zulmettiklerinde bile sürekli İslam’ın adaletine sığındılar, özgürce yaşama imkanını da hep İSLAM’ın hakimiyetinde buldular. Ve buna rağmen de hep İslam’a ve Müslümanlara ihanet ettiler, birbirleriyle yardımlaşıp Müslüman halkları katlettiler.”
“Hıristiyanlık, gerek tahrif edilmiş kitabın üretilmiş hükümleriyle, gerekse ruhbanın dogmalaştırılan düşünceleriyle akla ve ilme karşı savaş açmışken, Kur’an yüzlerce ayetinde, heva, zan ve tahmine dayalı yalan ve uydurma bilgilerden kaçınarak, akletmeye, düşünmeye, tefekküre ve ilme çağırmaktadır.Üstelik Kur’an, aklını kullanmayanları aşağılayan bir üslupla eleştirir ve uyarır. Yunus Suresi 100. ayette; ‘…O (Allah), aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir. Ve pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine koyar’ hükmü yer alır.”
“Papa, aynı saldırgan konuşmasında, ‘Dine davet için, şiddet ve tehdit yerine, iyi konuşma kapasitesi ve doğru akıl yürütme gerekir…’ demiş. Ancak aklını yitirmiş biri bu kadar çelişkili ve bu kadar tutarsız konuşabilir. İslam, Al-i İmran suresi 64. ayette ‘… Ey Kitap ehli gelin aramızdaki ortak kelimede (tevhid akıdesinde) buluşalım…’ barışçı davetinde bulunurken, aynı ayetin sonunda, ‘Eğer (bu tevhid davetinden) yüz çevirirlerse: ‘şahid olun ki biz Müslümanlarız’ deyin’ denilmektedir. Yani şiddet ve tehdit yerine kendi tercihini gündemleştirme ve onlardan ayrışma emri verilir. Barışçı olan gayrimüslimlere karşı ise, Mümtehine 8. ayette, iyilik ve adaletle muamele tavsiye edilir. Hıristiyan ve Yahudiler ise bu barışçı davete, yüzyıllardır hep silahla cevap verdiler, bugün de aynı yöntemle Müslüman kanı dökmeyi dünyanın her yanında sürdürüyorlar. Ve bu sebeple de geçmişte zaman zaman silahla karşılık gördüler. Bugün ise artık tek taraflı bir Yahudi ve Hıristiyan saldırı ve işgalleri bütün Müslüman halkları kuşatmış durumdadır. En büyük terörist Bush’un ‘İslamcı faşistlerle savaş’ naraları atıp her yanda Müslüman kanı döktüğü bir süreçte, Papa da İslam’a ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s)’e saldırıya geçmektedir. Ve bugün, İslam’ı şiddet yanlısı olarak suçlayan Papalığın da desteği ile, Hıristiyan tarikati ‘Evangelik’lerin, neo-conların önderliğinde Hıristiyan Siyonistler dünyanın her yanında, Afganistan, Irak, Filistin ve Lübnan’da Müslüman kanı dökmeyi sürdürüyorlar. İslam’ı ve Müslümanları tehdit ve düşman ilan edip, şiddetin en alçakcasını, en zalimcesini uygulamayı sürdürüyorlar. Geçmişte de yüz binlerce masum Müslümanın katline yol açan Haçlı seferlerini gerçekleştirenler, Endülüste bir medeniyetin köklerinin kazınması amacıyla şehirleri ve kütüphaneleri bile yakıp yıkanlar, Müslüman halkları soykırıma uğratanlar ve hatta Yahudileri bile Osmanlıya sığınmak zorunda bırakan zulümleri işleyenler, birbirlerine yönelik Katolik-Protestan-Ortodoks mezhep kavgalarında ve çıkardıkları iki dünya savaşında yüz milyonlarca insanı katleden caniler hep Hıristiyanlığın üretimidirler.”
“Eğer İslam’ın onların iftira ettikleri gibi, şiddet, tehdit ve zorla Müslümanlaştırma emri olsaydı, İslam’ın yönetimine girmiş bölgelerde bir tek gayri Müslim kalır mıydı? Tam tersine Kitap ehli en rahat ve adalet içinde özgürce yaşama imkanını hep İslami yönetimlerde bulmuşlardır. Dillere destan komşuluk ilişkilerini, adalet ve iyilikle muamele görmeyi gayrimüslimlere hep İslam hediye etmiştir.”
“İslam’ın cihad anlayışı, Hıristiyanlığın katliamlara cevaz veren muharref anlayışının aksine, dinde zorlama ve haksız yere cana kıyma amacı gütmez. Tam tersine İslam’da cihad kavramı, insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkaracak, insanlık onuruna ve fıtratın erdemli yoluna kavuşturacak olan Kur’an mesajını insanlara ulaştırmak amacıyla gerçekleştirilecek, tebliğ, eğitim, emri bil maruf, Allah yolunda savaş ve vahyin şahidliği anlamındaki salih amellerin tümünü kuşatan bir muhteva ile barışı gerçekleştirmeyi amaçlar. İslam, insanları ‘silm’e ‘barış’a girmeye çağırır. Amacı dünyada adaleti ikame ederek, evren, fıtrat ve hayat arasında barışı tesis etmektir. Bu amaçla beş temel zarureti (Can, Mal, Akıl, Nesil ve Din emniyetini) dokunulmaz kılar, Allah’ın koyduğu müeyyidelerle bu temel hakları güvence altına alır. İşte uğrunda cihad edilmesi ve korunması istenen bu beş temel emniyetten birisi ‘akıl emniyeti’, birisi de ‘can emniyeti’dir. Kıtal anlamındaki cihad ise, zorbalık ve tahakküm için değil, İslamı zorla kabul ettirmek için değil, haksız yere cana kıymak için hiç değil, tam tersine akıl, can ve din özgürlüğünü güvence altına almak için çaba sarf etmeyi ifade eder. İslam haksız yere bir cana kıymayı, bütün insanları katletmek mesabesinde kötü bir amel olarak niteler. Bu bakımdan İslam’ın cihadı, öncelikle savunma ve insanları zulümden, adaletsizlikten kurtarma, temel hakları güvence altına alma amaçlıdır. Ayrıca, insanları, zorbaların zulmünden, baskısından kurtarıp, iradeler üzerindeki ipotekleri kaldırıp özgürleştirerek, vahyin mesajı karşısında özgürce karar verebilme vasatına kavuşturmayı amaçlar. Bundan sonra, ‘dinde zorlama yoktur’ (Bakara 256), ‘dileyen iman etsin dileyen inkar etsin’ (Kehf 29) ayetlerinin hükümleri gereğince herkes istediği dini ve inancı tercih etme özgürlüğüne sahiptir. Kimseye din dayatılmaz, sadece tebliğ yapılır. Hıristiyan toplumlar açısından değerlendirildiğinde ise, Haçlı seferleri ile temsil edilen ‘kutsal cihad’, yüzyıllardır süregelen ve bugün halen devam ettirilen uygulamasıyla, hep, İslam’ın bütün insanlar için korumaya aldığı beş temel zarureti, özellikle Hıristiyan olmayanlar için, bazen de kendi farklı mezhepleri için yıkmak ve böylece barışı yok etmek amacını gütmüştür.”
“Bugün de, Hıristiyan toplumların emperyalist devletleri ve Yahudi devleti; Papalık ve Hahamların desteğiyle, İslam topraklarında, işgal, istila, sömürü, soykırım ve zorla dönüştürme amaçlı bir şiddeti, hem de en güçlü silahlarla ve yaygın bir biçimde sürdürürken, Müslüman halklar içindeki küçük direniş öbekleri, son derece sınırlı imkanlarla, bu işgallere, katliamlara, soygunlara karşı savunma amaçlı olarak, özgürlük ve bağımsızlıklarını elde etmek üzere, meşru bir şiddete başvurmak zorunda bırakılmış bulunuyorlar. Buna rağmen, Bush ve Papa, İslamı faşizmle suçlayabiliyor ve şiddete dayalı yöntemlerle, İslamı zorla kabul ettirmeye çalışmakla itham etmek gibi son derece tutarsız ve adaletsiz açıklamalar yapabiliyorlar.”
“Bütün bunlara rağmen, tahrif edilmiş Tevrat’da, Yahudi olmayan bütün insanların kadın, çocuk ayırmadan katline cevaz verilirken, Hahamlar şurası bu uyduruk hükme dayanarak Filistinli ve Lübnanlı Müslümanların, yine kadın çocuk ayırmadan katline fetva verirken, Irak, Afganistan, Filistin ve Lübnan’da Hıristiyan Yahudi işbirliği ile Müslüman katliamı sürerken, Bush ve Papa’nın kendi hallerini ve yaptıklarını Müslümanlara ve İslam’a yamamamaya kalkmaları tam bir ahlaksızlık örneği oluştururken, ‘dinler arası diyalog’cuların hala bu tür dönüştürme projelerine hizmeti sürdürmeleri ibret verici ve neye hizmet ettiklerini ifşa eden bir anlam taşımaktadır. Papalık misyonu olarak ve Müslüman halkları Hıristiyanlaştırma amacıyla uygulamaya konan ‘dinler arası diyalog’ projesine katkı sunmak için Papa’yı ziyaret eden ve elini öpüp bağlılık bildirenlerin, Papa’lığın İslam düşmanlığına dayalı ve İslam’a ve Peygamber’ine hakaret ve iftiralarla dolu açıklaması karşısında, artık bu tür projelerin neyi amaçladığını anlamaları gerekmiyor mu? Yıllardır Kilisenin amaçlarına hizmet edenler, Kitap ehli ile ‘ortak akıde’ye sahip olduklarını iddia ederek, onları bu şirke bulaşmış halleriyle kabullenip, bilmeyenlerin gözünde onlara meşruiyet kazandıranlar, bu yanlış tutumlarından dolayı tevbe edip, İslam’a ve Müslümanlara zarar vermekten kaçınmalıdırlar. Aslında, onların sapmalarını gündemleştirmeyerek, eleştirmeyerek ve onlara tevhidi tebliğ etmeyerek, hakikati bulmalarını engellemiş olmakla onlara da zulmettiklerini fark ederek bu yanlış yoldan dönmelidirler.”
“Emperyalist Batılı devletler ve silahlı güçleri NATO ile yerli işbirlikçileri ve destekçileri Papa hoşlanmasalar da, Allah nurunu tamamlayacaktır. Kur’an, Allah’ın izniyle dünya insanlığını, şirke bulaşmış Hıristiyanlığın ve sekülerizmin oluşturduğu karanlıklardan aydınlığa, zulümden adalete çıkaracaktır. Kur’an, Papa’ya ve desteklediği emperyalistlere rağmen, insanlık onurunu yüceltecek aydınlık mesajıyla insanlık ufkunu aydınlatmaya devam edecektir. NATO’ya, Papa’ya ve işbirlikçilerine rağmen, Allah’ın izniyle dünya insanlığı, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’in (s) sahih sünnetine, örnekliğine sarılarak izzet ve onur kazanacak, ‘zuluma’tın (Hıristiyanlığın, Yahudiliğin, Kapitalizmin, Komünizmin, ulusalcılığın, laikliğin, sekülerliğin, sağcılığın, solculuğun) karanlıklarından ‘nur’un (İslam’ın) aydınlığına çıkacaktır. ‘Muhammed-ül Emin’ kimliği ve onun ahlakı olan Kur’an ahlakı yaygınlaştıkça, Papa ve takipçileri gibi cahiller, insanlığa daha fazla zarar veremeyeceklerdir. İşte temel korkuları da budur. İslam’a ve Peygamberine yönelik bu iflah olmaz düşmanlıklarının kaynağında da hep bu korku yatmaktadır. Ama bu çırpınışları boşunadır, Allah’ın izniyle korktukları başlarına gelecek ve sömürü düzenleri ile batıl inançları bir gün mutlaka yıkılacaktır. Zalimler için zillet ve azab kaçınılmaz bir sondur.”
“Kur’an’ın, Hz İsa ve Musa (as) dahil bütün Peygamberlere ayrım gözetmeksizin imana ve İncil ile Tevrat’ı da tahrif edilmeden önceki halleriyle Allah’ın kitabı olarak kabule çağıran ve bütün Peygamberlere aynı derecede sevgi ve saygı gösterilmesini isteyen ayetleri ve Resulullah’ın (s) bu konudaki güzel örnekliği tüm güzelliği ile ortada durmaktadır. Papa’nın Kur’an ve Resulullah (s) hakkındaki bu sözleri ise, hem kendisinin hem de şirke bulaşmış Hıristiyanlığın seviyesini, bilmeyenler için bir daha ortaya koymuştur. İslam’a yukarıdaki tutum, şirk dini Hıristiyanlığa ise Papa’nın ortaya koyduğu seviyesizlik yakışmaktadır. Bu bakımdan dünya insanlığını uyandıracak bir mahiyet arz etmesi, akıl sahiplerini düşünmeye sevk etmesi bakımından, bu açıklamanın hayırlı olduğu bile söylenebilir