Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa HABERLER PAMAK: ´İlk Kur’an Nüvesini Örnek Almalıyız´

PAMAK: ´İlk Kur’an Nüvesini Örnek Almalıyız´

by İlkav Editor
6,2K 👁
A+A-
Reset

Umut-Der, Çanakkale ili Gelibolu ilçesinde Roman Müslümanlarca kurulan bir dernektir. Derneğin tam açılımı; Umut İlmi Araştırmalar, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği. Dernek Başkanı’nın adı (Abdullah) Cengiz Köksal’dır. Ev telefonu: 0286 5650306.
Gelibolu ilçesinin bu günkü toplam nüfusu 27.000 olup dağılımı; % 40’ı Yunanistan göçmeni Roman, %10 Yugoslav kökenli Pomak, % 10’u Bulgaristan göçmeni, % 20’si sivil-asker memur ve kalan % 20’si de Roman olmayan Türk-Kürt karışık gruplardan oluşuyor. Romanların dili ile Roman olmayan tüm insanlara “Gaco”, “Gaco”ların içindeki yönetici-egemen gruba da “Baro” denmektedir. (Tıpkı Siyahî halkın kendilerine “Zenci” deyip köleleştiren siyahî olmayan egemenlere “Beyaz” dedikleri gibi, Romanlar da kendilerini hor görüp “Çingene” diyen Roman olmayanlara “Gaco” demektedirler).
Bu günkü yerleşik halktan Romanlar ve diğerleri, 1936 ile başlayan “mübadele” anlaşması gereği Balkanlardan buralara getirilip yerleştirilirken, Gelibolu’nun asıl yerlisi Rum nüfus da Yunanistan’a gönderilmiş. İlk geldiklerinde diğerleri gibi kendilerine de verilen arazileri ekip-dikme, üretip geliştirme gibi zirai faaliyetlerde bulunmak yerine geleneksel sanatlarını ve işlerini yapmayı yeğleyen Roman’lar, arazileri satıp elde ettikleri paraları kısa sürede tüketmişler. Bir roman, günlük yaşamayı prensip ettiği için, elde olanı o gün tüketmeye, ertesi güne yoklukla başlamaya alışıkmış.
Gelibolu’daki Roman’ların geleneksel meslekleri, ayakkabı boyacılığı, çalgıcılık, seyyar satıcılık, hamallık ve yük taşıyıcılığı olarak öne çıkmakta. Halen rıhtımda birçok hamaliye işlerini onlar görmektedir. Okuma yazma oranı çok düşük, geneli ilkokul mezunu. Zorunlu eğitim gereği yeni yeni ortaokul mezunları çoğalmakta. Lise mezunları şimdilik az olsa da sayıları gün geçtikçe çoğalmaktadır. Üniversite okuyanları, parmakla sayılacak denli az.
Devlet memuru Roman hiç yok. Bakkallık, kahvehane işletmeciliği, seyyar satıcılık tarzı küçük çaplı esnaflık şimdilerde meslek edinilmeye başlanmış. Ortalama olarak Romanlarda içki tüketimi yaygın. Türkiye’nin son dönemlerde acı bir gerçeği olan hap-esrar kullanımı onlarda da giderek ama daha çok gençleri etkisi altına alarak yaygınlaşmakta imiş. Bağımlılık yaratan nesnelerin dağıtımını daha çok “Gaco”lar yaparken, zihinsel, bedensel ve nesil olarak hastalık üreten maddelerin sadece tüketicisi oluyorlarmış Roman’lar.
Roman’lar da tek evlilik yaygın. Çocuk sayısı ikiyi nadiren geçiyor. Tamamı geleneksel olarak Sünni ekolden Hanefi mezhebine tabii. Balkanlarda görülen alevi-bektaşi anlayışı ve uygulamaları bunlar da yok. İlginçtir; Roman’ların tamamı sağ partilere oy verirlermiş. Sünnet etme, isim koyma, nikâh kıyma gibi kurallar önemli ve geleneksel ibadetler yaygın. Gelibolu’nun yakınlarında, türküsü ile de meşhur olan “Evreşe” köyündeki Romanları Gacolar camiye almazlar, onlar da camiye girme cüreti gösteremezlermiş. 65 yaşlarında bir Roman, hayatı boyunca bir kez cami’in avlusuna girme cesareti gösterebildiği için mutlu olduğunu ifade etmiş.
Tevhidi bilince ulaşmış ve Kur’an okuyan Romanlar açısından bu tür ayırımlar söz konusu değil tabi. Onlar açısından ırk ayrımı gözetilmeden bütün insanlar yaratılış bakımından eşdeğer kulları olup, Allah katında üstünlük ise sadece takva iledir. Bu sebepten onlar “Gaco”lara da İslam’ın kurtarıcı mesajını taşımak sorumluluğunu üstlenmiş bulunuyorlar. Nitekim Roman mahallesindeki derneklerine az sayıda da olsa Roman olmayan Müslüman da davetliydi ve oraya büyük bir şevkle gelmişlerdi.
Gelibolu’daki tevhid uyanışın ilk tohumunu, 1991 yılında bu Roman halkı içinden bir grup Roman’a yönelik Kur’an okutma eğitimi veren Pomak bir imam atmıştı. İşte bu Kur’an’la buluşma o gün bu gün artarak ve nitelik kazanarak sürmektedir. Şu an, kadın erkek, genç yaşlı Kur’an çalışmaları, diğer derslerle zenginleştirilerek devam etmektedir. Müslüman kardeşlerinin yayınlarını, sitelerini takip ediyorlarmış. Dil bilgisi kurallarını tam bilmedikleri için, görüş-eleştiri ve yorumlar yazamamaktan dolayı üzgün olduklarını belirttiler. (Bunun başka psikolojik sebepleri olabileceğini düşündüm, nedense!) İlk dönemlerde, camilere namaz kılmak için giden Roman’lar, ilk saflara alınmazmış! Buna ve benzer durumlara aldırmayan kardeşler, birçok psiko-sosyolojik sorunları aştıkları gibi, şimdilerde de kendileri Gacoları ön saflara almıyorlarmış! İçlerinden bazıları hac yapacak mali duruma bile kavuşmuşlar. Cuma namazları bildik, kılanlar olduğu gibi, malum gerekçelerden dolayı kılmayanlar da var.
Sahih dini anlayan, Kur’an’la bütünleşen, kitabı hakkıyla okuma, anlama ve yaşama çabası içine giren bir grup Roman kardeşimizin çabalarıyla, giderek aralarındaki kaynaşma, dayanışma artmış ve giderek bu yapı yaygınlaşmaya başlamış. Sonuçta tevhidi bilince ulaşan bu Roman kardeşler, modern hayatın dayatmaları ve çokça etkilendikleri maddi sıkıntıların altında dik durabilmek, dağılmamak, savrulmamak ve kendilerini korumak için bir dernek kurmuşlar. Adı gibi kendilerinin de nice “umut” lara yelken açmalarını, çoğu kere bizlerin hiç yaşayamayacağı özel sıkıntılara ve pozisyonlara karşı sabrederek direnmelerini, tahammül ettikleri durumlarının kendileri için arınmaya ve Rabbimin bereketli lütuflarına vesile olmasını yürekten diliyorum.
Kendilerini birlikte ziyaret ettiğimiz Hamza Akdeniz’in de duygulanarak ifade ettiği gibi, yıllardır ilk kez heyecanlandığımızı, kendilerini gerçekten iman eden kardeşleri gibi kucakladığımızı bildirmek isterim. Sizlerle tanıştığımız, bereketli ve heyecanlı bir dostluk gecesi yaşadığımız için çok mutlu olduk. Allah’ım sizleri muhafaza etsin, sayınızı artırsın, güçlü kılsın. Geceyi bereketli kılan ve böylesi tanışıklığa vesile olan sevgili Mehmet Pamak abimize de Allah rahmetini, hikmetini bolca ihsan etsin.
Yolu oralara düşenlerin, şehitlik ziyaretleri vesilesi ile yolunu oralara düşürenlerin ziyaret edecekleri güler yüzlü, dost gönüllü kardeşlerinin olduğunu bilmeleri, tanışıp kaynaşmaya sebep olacak bir selam hukuku oluşturmaları, inanın onları daha çok mutlu edecektir. Gelibolu iskelesinden vapura binmek üzere bekleyenler bilsinler ki, orada seyyar satıcılık yapanların bir kısmı bu kardeşlerimizdir. Yakınlık kurup hal hatır ederseniz muhtemelen bir iman kardeşinizle tanışma imkânı bulabilirsiniz. Her türden yardım, dayanışma ve kaynaşma için orada kardeşleri olduğunu hatırlayan kardeşlerimize şimdiden selam olsun. (Hüseyin Alan )

Konferansın özeti

Umut-Der (Umut İlmi Araştırmalar, Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği) yeni kurulmuş ve ilk konferansı vermek üzere, onlarla 1997’den bu yana tanışan ve zaman zaman ziyaretlerine giden Mehmet Pamak’ı çağırmayı uygun bulmuşlar. Geceye, Atilla Demirşah kardeşimiz Rahman süresinden bir bölümü okuyarak başladı. Tilaveti ve tecvidi oldukça iyi olan kari’in Arap ağzı ile okuduğu ayetler, orada bulunanların tamamını duygusallaştırdı. Bu durumdan kendisinin de etkilenmiş olduğunu sandığım Mehmet abi’nin sohbeti bir başka sıcaklıkta ve oldukça etkileyici atmosferde gerçekleşti.

Mehmet Pamak, biz insanlara izzet, şeref kazandıran vahyi değerlerin Mekke’deki ilk muhataplarının halini ve Kur’an’ın bu ilk muhatapları inşa sürecini ve bugün Umut-Der’deki kardeşlerimiz gibi bütün mü’minlerin takip etmeleri gereken bu yolun işaretlerini anlatmaya, bu vesileyle halimizi sorgulayıp ıslah etmeye vesile olmaya çalışacağını ifade ederek söze başladı. Umut-Der’in önce Roman mahallesinde başlayan, vahye dayalı bu anlamlı, değerli inşa çabasının, mustaz’af Roman halkını cahiliyenin karanlıklarından Kur’an’ın aydınlığına çıkaracak, şirkin/zulmün zilletinden tevhidin izzetine, şerefli Müslümanlığa taşıyacak bir umut olması temennisinde bulundu. Daha sonra da ilk nesle iner gibi inerek İslami şahsiyeti ve yapıyı inşa eden Kur’an’ın kurtarıcı mesajının Roman mahallesinden bütün insanlığa yayılması ve ilk muhataplarda olduğu gibi mustaz’af Romanların kalplerinden yeniden doğan vahyin ışığının bütün Gelibolu halkına, bu arada Gacolara da ulaşması duasını yaptı.
Pamak konuşmasında özetle şu hususların altını çizerek, bir nevi yeni yola çıkanlara, ilk neslin inşa sürecini anlatarak takip edilecek yoldaki işaretleri hatırlatmaya çalıştı. İlk insan bir peygamberdi, hepimiz oradan üredik. Önceleri bütün insanlar tek ümmetti, sonraları cahiliyyeyi benimseyen ve hakkı kirleten insanlar eliyle ümmet parçalandı. Süreç içinde yeniden peygamberler gönderen Allah, böylece kullarına takip edilecek yolu, uyulması gereken ölçüleri, tevhidi hakikati ve sorumluluklarını yeniden hatırlattı. Her peygamberden sonra insanlar cahiliyyeyi yeniden üretti, birbirilerine zulmetmeye, yer yüzünde kan dökmeye ve fesat çıkarmaya devam etti.
İnsanlık serüveni, tarih çizgisi, mümin-müşrik ümmetlerin inişli çıkışlı ibretlik tutumları ve çatışmalarıyla, tevhid-şirk eksenli mücadelelerle böylece devam edip geldi. Nihayet son elçi eliyle Allah, tarihe ve topluma son kitabı Kur’an ile yeniden ve son defa müdahale etti. İnsanlığı kurtarıcı, dosdoğru yolu gösterici, zulümattan nura (karanlıklardan aydınlığa) çıkarıcı, her ilişkide ilahi normu belirleyen ve hak ile batılı ayırmak üzere indirildiği için bir adı da Furkan olan Kur’an’ı indirdi. İlk şahid (model) kıldığı elçinin önderliğinde, eğitiminde ve davetine icabet eden ilk neslin örnekliğinde ilk Kur’an toplumu Mekke’de Dar-ül Erkam’da oluştu. Dolayısı ile kıyamete kadar tüm insanlık Allah tarafından korunmuş da olan bu kitapla yolculuğunu sürdürecek ve tüm insanlık ancak bu kitabın mesajıyla kurtuluşa erme imkânına kavuşacaktır. Yeni peygamber gelmeyeceğine göre, artık peygamberleri takip eden ve kitaba varis kılınan Müslümanlar, ellerindeki korunmuş bu muhteşem kitapla insanlığa gerçek kurtuluşu gösterecek modeli üretme sorumluluğu altında bulunuyorlar.
Burada Roman kardeşlerimizin yaptığı çalışmalar, yapacağı faaliyetler de, Kur’ana yönelerek, onun ilkelerini ve değerlerini üstün tutarak inşallah hem kendilerini kurtaracaklar, hem de diğer insanlığa rehber olacaklardır. Burada sizlerin böyle bir Kur’an toplumu nüvesi oluşturma çabası içine girdiğinizi duyduğumuzda onurlandık, çalışmalarınız bereketli, sizlerin de bizlerin ve bütün Müslümanların da ayaklarımız ve gönlümüz tevhid yolunda sabit olsun inşallah. Bizler kardeşiz, sizler buralarda, bizler oralarda aynı sorumlulukları taşıyoruz, benzer çalışmaları dayanışma, yardımlaşma ve karşılıklı dualarımızla aynı ilahi hedefe doğru birlikte yürüteceğiz inşallah.

Kur’an, nazil olduğu ilk topluma nasıl indiyse, şu an Roman mahallesine de aynen iniyor, bir farkla ki bizim önümüzde yolumuzu aydınlatmak üzere bu ilk neslin modeli de durmaktadır. Dolayısı ile sizlerin ve bizlerin de, kulluğumuz hususunda neyi, nasıl yapacağımızı, Kur’an’ın indiği ilk nesil-toplum hayatını iyi tahlil ederek, vahyin yönlendirmesiyle onların takip ettiği yolu takip ederek bileceğiz. Bunun için bu gün, şehidimiz Kutub’un da dediği gibi, o gün konulan yoldaki işaretleri konuşacağız.

Birbirleriye iç içe geçen, tamamlayan, mü’minin hayatını kuşatan hicret, iman, ibadet, cihad, şehadet kavramları üzerinden, izzeti ve şerefi yalnızca Allah’a kullukta bulan insanların, ümmet olarak imanı, Kur’an’ı nasıl ete kemiğe büründürdüklerini, bu günkü konuşmamıza konu edindik.
Vahye ilk muhatap olan elçi, mesajı en yakınlarından başlayarak duyurmak üzere harekete geçti. Kendisine gelen hakikatı insanlara duyurmaya, ahret bilincini ve tevhidi imanı yerleştirmeye yönelik vahyin mesajını anlatarak başladı. Cahiliye inancı, yaşantısı ve şirk sistemiyle kuşatılmış, karanlıklara gömülmüş insanlara, onları zincirlerinden kurtaracak, aydınlığa çıkaracak hakikate dair değer yargılarını, hayatın anlamını ve yaratılış gerçeğini hatırlattı. “Kalk uyar ve Rabbini tekbir et” emriyle meydanlara çıktı; şirk sisteminin sahiplerine, serveti ile azgınlaşanlara, tuğyan edenlere, zalimlere ve onlardan etkilenen, ezilen, sömürülen kalabalıklara elçiliğini bildirdi, onların sapkın değerlerini eleştirdi, dosdoğru yolu, tevhidi istikameti ve kurtuluşu gösterdi. Ona inananların, onu tasdik edip itaat edenlerin ne yaptıkları, bu gün için bizim de takip etmemiz gereken tevhidi yolun dikkat etmemiz gereken işaretleri olarak durmaktadır. Rabbimizin bizden istediği, tevhid yolundaki Kur’ani işaretler ile Peygamber ve muvahhid davetçilerden oluşan yoldaki işaretçilere dikkat edip, bu yolda kaza yapmamaya ve yoldan çıkmamaya dikkat göstermemizdir.

Hac süresinin 78. ayetinde buyrulduğu gibi, önceki kitaplarda ve Kur’an da Allah adımızı Müslüman koydu. Peygamberleri biz inananlara şahit, bizleri de diğer insanlara karşı şahit tuttu. Müslümanlığın ne olduğu, nasıl anlaşılması ve nasıl yaşanması gerektiğine dair de elçi, hal (ahlakı-eylemi) ve kâl (sözü-söylemi) ile bizlere model oldu. Bizim de diğer insanlara karşı davet ve şahidlik sorumluluğumuzu yerine getirmek üzere, hayatımızda yaşayıp örnekleyerek Kur’ani mesajı en yakınımızdan başlayarak insanlara ulaştırma çabası içine girmemiz ve ölüme kadar bu çabamızı sadece Allah’ı razı etmek amacıyla sürdürmemiz gerekmektedir. İşte inşallah Umut-Der de burada bu büyük sorumluluğu taşımak üzere harekete geçmiş bulunuyor Allah bereketli kılsın.

Hangi zaman, zemin ve şartlarda olursa olsun Müslümanların sorumlulukları aynen elçinin yaptığı gibi, öncelikle en yakınlardan başlayarak diğerlerine tevhidi daveti, Kur’ani mesajı ulaştırmaktır. İman edenler, ilk olarak kalpten başlayarak, derunundan değişimi yaşayarak kendi cahiliyyesinden uzaklaşarak tevhide, tevhidi ilke ve değerlere doğru değişerek hicret ederler. Kalbi, zihni planda gerçekleşen bu imani hicretten sonra da ameli planda bir hicreti yaşarlar. Vahyi aldıkça, benimsedikçe yaşadıkları değişim ile cahiliye referanslı amellerini, tutum ve davranışlarını tamamıyla terk edip, iman referanslı ameli salihe dönmektir bu. Yeni imani değerler ki bu başka bir hayat tarzıdır, dünya hayatında başka bir duruş üretir, iman eden diğerleri ile bizi kardeş yapar. İşte mü’minler bu iman kardeşlik hukukuyla diğer mü’minlerle bütünleşerek, cahiliye toplumuna alternatif Kur’an toplumunu, İslam toplumunu/cemaatını oluştururlar. İşte iman kardeşliğiyle oluşan bu güvenlik halkasına giriş, cahiliye toplumundan İslam toplumuna geçiş anlamındaki hicrete de yapısal hicret diyebiliriz.
Böylece iman kardeşliği ile cahili toplumdan İslam toplumuna, yapısal bir değişim gerçekleşir. Darun-Nedve de cahili reislerin yönettiği ve işlettiği toplumsal yapıdan koparak, Hz. Muhammed’in liderliğindeki Darul Erkam’daki İslam topluluğuna dâhil olmak. Müslümanlar, orada kitabı okudular ama hakkıyla okudular. Yani anlamak, öğüt almak ve yaşamak için okudular. Peygamber’den (s) kitabın ve hikmetin eğitimini aldılar. Kitabı herkes okuyabilir, herkes anlayabilir çünkü o anlaşılır bir kitaptır. İlk Kur’an neslinin hepsi kitabı hakkıyla okumak, anlamak, fıkhetmek çabası içinde olan bir “müçtehid toplumdu”. Kur’an’ı hakkıyla okuyuş, fıtratla vahyin buluşması demektir ki, ancak böylece vahyin inşa ettiği İslami şahsiyet ortaya çıkabilir. Bunun içindir ki “iki şeyin arasını kesmeyin” diyor Rabbimiz. Özetle ilk Müslümanlar, iman-amel-cemaat planındaki hicretlerle ve bunun gerçekleşme sıralamasındaki inşa ve planlamayla yeni bir oluşum gerçekleştirdiler. İşte burası, yani Umut-Der de, inşallah Dar-ül Erkam fonksiyonu görmeli, Gelibolu Kur’an toplumunun ilk nüvesini oluşturmalı, Allah mübarek kılsın.
İlk Müslüman toplum, vahyi öğrendikten sonra dağa çıkmadılar, toplumdan kopmadılar, şiddete başvurmadılar, kadro eğitelim de topluluğa öyle çıkalım deyip toplumundan soyutlanmış manastırlarda ya da fil dişi kulelerde kadro yetiştirmeyle oyalanmadılar. Toplumun içinde kendi değerlerini yaşıyorlar, topluluğa İslam’ı taşıyorlardı. Darül Erkam’da kitabın ve hikmetin eğitimini alanlar, vahiy geldikçe gelen kısmı hemen yaşamlaştırmak için sokağa çıkıyor, cahiliye toplumu içindeki, aile, kabile, dost, arkadaş, ticari hayat, komşuluk misali tüm ilişki alanlarına, tüm hayat sahalarına vahyin davetçisi ve şahidi olarak dağılıp doğru bir temsille cahiliye toplumuna örnek/model olmaya çalışıyorlardı.

S. Kutup, yoldaki işaretlerde ilk nesli tanıtırken şunların altını çiziyor: A- Onlar, doğrudan Kur’an’ dan beslendiler, Kur’anı hakkı ile okudular, sonrakilerle Kur’an arasına başka şeyler girdi. O halde önce Kur’an’la beslenmeli sonra diğer kitaplara vahyin ölçüleriyle bakmalı, yani öncelikle diğer kitaplardaki Kur’an’a aykırılıkları ayıklayabilecek Furkan özelliğini kavramalı. B- Onların kitaba yaklaşım amacı bilgilenmek kastıyla değildi. Kur’an’ı anlayıp öğüt almak, halini ve toplumunu değiştirmek için uğraşmak ve kurtuluşa ermek için ölmeden bir an önce vahyin ölçülerini yaşamlaştırmak amacıyla kitabı okumaya yöneliyorlardı. İşte ancak bu nitelikte olanlar hayatı Kur’an’la dönüştürüyor, hayatı ibadet kılarak tüm hayat alanlarında Allah’ın ismini yüceltiyorlardı. C- Onlar, cahiliyyeden İslam’a geçerken, kendilerinde cahiliyyeden ne varsa atıyor, dışarıda bırakıyorlardı ve yerine hak olanı ikame ediyorlardı. Sonrakiler, kendi cahiliyyesinden getirdikleri ile İslam giriyorlar, cahili tortuları ayıklayamadıkları için de arınamıyorlardı. Dolayısı ile Kur’ana rağmen tevhidi inanç kirletiliyor, imana şirk/zulüm bulaştırılıyordu.

Sonuçta olanları başka bir anlatımla özetleyecek olursak:

Allah hakkıyla takdir edilemediği için sahih Allah inancı bozuldu. Bunun için Rabbimiz son kitabında kendisini hakkıyla takdir edip kadrini bilmeye çağırdı. Ancak Kur’an’ın tanımladığı Allah inancıyla ilahlık ve Rabliğinde Allah’ı tevhid etmeye yönelenler, sahih bir imana ulaştılar.

Allah “Hakk’a tilavetihi” emriyle Kur’an’ı hakkı ile okumaya çağırdı, böyle okumayanların okunanlardan sahih bir şahitlik üretmesi mümkün değildi. Kur’an’ın belirlediği vahyin ilk şahidi olan doğru bir Peygamber inancıyla onu güzel örnek edinenler, hayatı kitabın ve bu örneğin rehberliğinde ibadet kılanlar Kur’anı hakkıyla okuyanlardı.
Allah “Hakk’a tükatihi” emriyle, Kur’an’da ne diyorsa yapmaya, emir ve yasaklarına uymaya, sadece Allah’ı dikkate alıp yalnızca ona teslim olmaya ve böylece Allah’tan hakkıyla sakınıp, takvayı hakkıyla kuşanmaya çağırdı ve ilk nesil bunu hakkıyla yerine getirdiği için model olarak sunuldu.
Allah “Hakk’a cihadihi” emriyle Allah yolunda hakkıyla cihada çağırdı. Mekke şartlarında ise öncelikle cahiliyeye, tağuta ve batıla karşı Kur’an ile büyük cihad etmeye çağırdı. İlk nesil ve izlerinden giden bütün mü’minler hep bu yolu takip ederek Allah’ı razı etmeye ve içinde yaşadıkları toplumu Kur2an’la dönüştürmeye çalıştılar.
İman edenler, inandıkları şeyleri önce kendileri yaşayacaklar, önce kendi hallerini değiştirecekler. Kendilerini unutup başkalarına gidenleri, kendi yaşamadıkları Kur’ani ölçü ve değerler hakkında öğüt verenleri Allah, en sevmediği halde olmakla tanımlıyor. Allah, iman edenlere, yapmadığınız şeyleri söylemeyin buyuruyor. Sadece bilgilenip, onunla amel etmekten uzak düşmek suretiyle Kitap yüklü merkepler konumuna düşmeyin diyor. Şu halde, önce kendi halimizi ıslah edelim sonra diğerlerinin diyen ve iman ettiğini iddia ettiği değerleri ahlak edinerek, önce kendisi amel ederek, yaşayan Kur’an olmaya çaba gösteren tutarlı müminler, vahye şahitler olmalıyız. Rabbimizin rahmeti ve bereketi de inşallah bundan sonra gelecektir.
İşte bu tevhidi inşa, hayatın tüm alanlarında aynı kıbleye dönmekle mümkün olacak, (buyur ya Rabbi) “lebbeyk Allahümme lebbeyk” diyerek hayatın bütün alanlarında Allah’ın hükümlerini egemen kılmakla, sadece O’na teslimiyetle, sadece Allah’a rüku ve secde (boyun eğme ve itaat) halinde bulunmakla gerçekleşecektir. Allah’ü Ekber demek, sadece sana itaat edeceğim, sadece seni dikkate alacağım demektir. İşte hayatı ibadet kılmak ve tevhidi bir hayat kurmak ve yaşamak budur. Allah müminleri tanıtırken “onlar yüzlerindeki secde izinden tanınır” demiyor mu? Bu alındaki bir işaret değildir, hayatın tümüne, tüm alanlarına yansıyan imandır, ahlaktır, salihliktir, şahitliktir. Hayata yansıyan her hali, insanın yüzüdür. Ticarette, siyasette, komşulukta, sosyal hayatta vs her alanda yalnız Allah’a itaat ve yalnız O’na boyun eğmektir. İşte bunlar, Allah’ı, Resulünü ve rakiun (Allah’a boyun eğmiş) mü’minleri veli edinenler, Hizbullah olanlardır. Galip gelecek olanlar da bunlardır. Kıyam budur, rükû budur, secde budur. Allah buyurmaktadır ki, “Siz Allahın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar”. Eğer Allah bu gün bize yardım etmiyorsa, bizler Allah’ın taraftarları ve yardımcıları olma vasfımızı yitirmişiz demektir. Şu halde riyakârlar, ikiyüzlüler kimdir? Hem Allah’a itaat ettiğini söyleyenler, hem de hevasına uyanlardır. Camide Allaha itaat ettiğini söyleyenler, ticarette veya diğer alanlarda Allaha isyan edenlerdir. İmanda Allah’ı veli edindiğini söyleyip de, imanı sınanırken amelde hevaya uyanlar, liberal-kapitalist vb beşeri ideoloji ve modellere teslim olanlardır.

Bu yol dünyanın süslerine kapılmaya eğilimli nefisler açısından zorlu bir yoldur. Zorlu dava adamları ister; mert, sözünün eri, kimseleri aldatmayan, herkese yardımcı olmaya çabalayan, insanlığın kurtuluşu için koşturan, herkese hakkını veren, dünyayı değil ahreti önceleyen… Asr süresinde hatırlatıldığı gibi; zamana yemin ediyor Rabbimiz, iman sınanacak, salih amele dönüşecek, hakkı gizlemeyip duyuracak, bu yolda başa gelebilecek sıkıntı ve zorluklara sabredip direnecek.

Bu halden tağutlar rahatsız olacaklar, kâfirler, münafıklar ve riyakârlar düşmanlık edecekler. Bunun için hak üzere olmanın bedelleri olabilir. Her şeye rağmen hakkı yaşayan ve yayanlar korkmamalıdır. Hak üzere iken, Salih amellerde bulunurken, sıkıntılar geldiğinde sabretmeli. Eğer Allah’ın yardımcıları, dininin hizmetkârları olmayı başarabilirsek, tevhidi mücadelede ihlasla, azimle, sabırla direnebilirsek, Allah’ın vadettiği yardımı mutlaka gelecektir. Şehitlerin, tekrar tekrar dünyaya gelip aynı şahadeti yaşamak istemelerini hatırlayalım. Hak üzere sabretmenin büyük hazzı var demek ki.
Hz. Nuh’da (as) olduğu gibi; 950 yıl sürse ve bir gemi dolduracak kadar insan bile iman etmese, hatta en yakınımızı, oğlumuzu bile imana ikna edemesek, yine de davete devamda süreklilik gerekiyor. İnsanlar rağbet etmese de vahyin mesajını yaymaya, insanlar kurtulsunlar diye çırpınışa devam etmek sorumluluktur. Hiçbir şartta ve hiçbir sebeple, moralsizlik yok, yılgınlık yok, vazgeçmek yok. Kınamacıların kınamasına, alaylarına aldırmadan tevhid gemisini inşa etmeye ısrarla ve sebatla devam etmek var. Hz. İbrahim (as) de olduğu gibi; bir taraftan Nemrud’a karşı mücadele verirken, öte tarafta iman etmeyen babasına “babacığım” üslubu ile hitap ediyor. Buradan alınacak örneklik, tavizsiz, net bir söz ve duruş ama üslubumuz da yumuşak, güzel ve hikmetli olacak. Her şeye rağmen korkmadan davete devam eden İbrahim, gerektiğinde hak yoldaki sebatıyla tek başına bir ümmet oluyor.
Ashab-ı Kehf gibi sarayları, bu bağlamda dünyevi imkanları, süsleri terk ederek mağaraya sığınmak zorunda kalsak bile sorun yok. Dönemlerinde yüz binlerce genç vardı, ama o yüz binleri bu gün kimse bilmiyor ve hatırlamıyor. Ya mağaradakiler, kıyamete kadar hatırlanacaklar ve hayırla anılacaklar, Allah onların şanını yüceltti. Çünkü onlar saraylarda yaşıyorken rahatı bıraktılar, azgınlaşmış kavmini ve ileri gelenlerini Allah’a çağırdılar. Allah yolunda sebatla, Allah’ı razı edecek fedakârlıklarla zorlu şartlara göğüs gerdiler ve Allah da vaat ettiği yardımını ve rahmetini indirerek onlara rahmet etti.
Haz. Muhammed’e zayıflar, köleler ve fakirler rağbet etti. Kavminin ileri gelenleri ve diğerleri ayrıcalıklı muamele talep edip beklentilere girdiler. Yetimlerle, kölelerle, mustaz’aflarla beraber olmak istemediler. Dediler ki; ya şu baldırı çıplakları yanından uzaklaştır yahut senden sonraki yönetimden bize pay ver. Ama kabul edilmedi. Asıl itirazlarını açıkça dillendirmediler de, “şu Muhammed var ya, atalarınızın yolundan saptı, atalarınızın dinine sahip çıkın” diyerek zayıfları aldattılar, kışkırttılar ve ezilenleri de kendilerine rant ve iktidar sağlayan statükoyu ayakta tutmak için kullandılar. Bu ince taktiği anlamayan zayıflar, efendilerinin aldatmasına aldandılar da kölelik statüsünün devamını sağladılar. Nice mazlumlar, bilinçsiz davranarak, kendilerini sömürüp zulmeden zalim sistemlerin payandası oldular, zalimlerini sırtlarında taşıdılar.
İlk Müslümanlar şirk sitemine taviz vermediler, onlarla uzlaşmadılar, ama davet ve şahidlik sorumluluğuyla toplumun her daim içinde oldular. Ta ki saflar ayrılıncaya, hicret gerçekleşinceye kadar. Onlar cahiliye toplumunun çeşitli alanlarında vahyin şahidliğini yaparken, cahiliye inanç ve toplumundan zihni planda “biz” bilinci ile ayrıştılar. Burada dikkat edilecek husus, biz bilincinin inşasını görmektir. Temelden hareketle tuğla tuğla, duvar duvar binayı örmektir. Ve nihayet çatının çatılması. Kendi aralarında sevgi var, kardeşlik var, dayanışma var; emanete sadakat var, adaletli olma var, işlerini istişare ile yürütme var; birbirlerini koruyup kollama var, zulme uğradıklarında topluca karşı koyma var. ( Şura 38-39 )

İşte bu ilk nesil yalnızca iman ettik demediler, onunla kalmadılar, sınanmayı başardılar. Hayatı ve ölüme giden süreci böyle doldurdular. Onların ibadet algısı da önemlidir. Sadece Allah’ın rızasını kazanmak kastı ile onun koyduğu hudutlara riayetde titizlik gösteriyorlardı. Namaz, oruç gibi ibadetlerin yanında, yalan söylememek, kimseyi aldatmamak, doğru sözlü olmak, eşine güzel davranmak, komşusuna iyi muamele etmek, yetime-yoksula yardım etmek vs hepsi birbirini tamamlayan ubudiyet bütününün parçaları idi.

İbadetler bir bütün olarak algılanmalıdır. Çünkü ibadetler birbirini beslerler. Namazın kötülüklerden alıkoyması gibi, hem namaz kılınıyor hem de kötülüklerden uzaklaşılıyor. Dolayısı ile ibadetler parçalanır, bir kısmı terk edilirse, ibadet bozulur, forma indirgenip içi boşalır, sonuçta kulluk parçalanır. Doğru yapılan ibadetlerin birisi diğerini destekler. Bir alanda Allah’a ihlasla ve Kur’ani ölçülerle ibadet edilirse, o ibadet hayatın diğer alanlarında da aynı Allah’a itaat ve ibadete sevk eder. Ve böylece hayatın bütünü ibadet haline gelir.
Mekke toplumunda Müslümanların hepsi müçtehit idi. Anlama, öğüt alma ve yaşama çabası anlamında müçtehittiler. Herkes okumak, anlamak, öğüt almak çabası gösteriyordu ki, böylece kuran toplumunu, ümmet inşasını gerçekleştirdiler.
İlk nesil örnekliğinden hareketle İslami mücadelenin iki temelini şöyle açıklayabiliriz;

1- Öncelikle insanın içe dönük arınma çabası. Bu çaba bir kerelik değil sürekli olmalı. Cahili topluluklar kirletiyor. Birlikte hareket edenler, kendi aralarında temizlenmeye devam ederler. “Verrucze fehcur” emri gereğince şirk pisliği başta olmak üzere tüm kirlerden, günahlardan temizlenme çabamız devamlı olmalı, hayat boyu sürdürülmelidir. Dolayısı ile aklımızı, tasavvurumuzu, imanımızı, şahsiyetimizi, ahlakımızı ve ibadetlerimizi temiz tutmalı, vahiyle inşa etmeliyiz.

2- Dışa dönük çaba ise, ilk olarak tebliğ, şahitlik ve tevhidi eğitim çabaları, ikinci olarak egemen zorbalara, şirke, küfre ve ifsada karşı tevhid, adalet ve özgürlük mücadelesi, üçüncü olarak da içinde yaşadığımız toplumdaki bidat ve hurafelere dayalı yanlış din anlayışlarını, atalar dinini ifşa edip, açıklayarak, doğru dinin ölçülerini hatırlatarak gerçekleştirilecek ıslah etme çabası.

Bunlar yapıldığı zaman toplumda bir değişme olacaktır. Bu çabalarımızla tüm toplumu tevhid ile buluşturup, hak ile karşılaştırdığımızda, davete icabet gerçekleşir ve insanların özlerindeki cahili olanı tevhidi olanlar değiştirmeleri sağlanırsa toplumun değiştiğini göreceğiz. Sonuçta Allah da vadini gerçekleştirip toplumun durumunu değiştirecek ve İslami adalet devletini takdir edecektir. Ve işte o zaman bize vereceği güçle hakkı yaygınlaştırıp batılı zail edecek inkılapların gerçekleştiğini göreceğiz.
Konuşmamızın nihayetinde enam süresi 153. ayetten hareketle, takip edilecek yolun işaretlerini tekrarlamak istiyorum. Bir gün Peygamber (s) eline bir çubuk alıyor ve yerde önce doğru bir çizgi çiziyor. Söz konusu ayeti okuyarak, “Bu yol dosdoğru yoldur, buna uyun diyor”. Sonra, o doğru çizginin sağ ve sol yanlarına Aykırı yönlere doğru çizgiler çiziyor ve diyor ki; “bu yollar da sizi dosdoğru yoldan uzaklaştıracak diğer yollardır.
Yaratmak da, yaşatmak da elinde olan Allah’ın emretme/hükmetme yetkisinin de sadece kendisine ait olduğunu hep hatırımızda tutup unutmayalım. İnsanların dışındaki varlıklar olarak her ne varsa hepsi de zorunlu olarak Allaha itaat halindedirler. İnsanlar ve cinler ise, imtihan sebebiyle itaatsizlik etme seçeneğine sahip kılınmışlardır. Ama Allah diyor ki; sizler de kendi iradenizle bana itaat ediniz. Kendini, sahip oldukları ile güçlü gören insan, iradesi ile kendi organlarına söz geçiremez, (ey kalbim sen dur, kan dolaşımım dursun, ciğerlerim nefes almasın diyemez ve organlarına söz geçiremez, onlar illa da yaratıcını koyduğu yasalara göre işlemeye devam ederler) ama kendi nefsine söz geçirebilir ve Allah’a isyana ya da itaata yönlendirebilir. Bizler kendi irademizle Allah’ın tarafında olursak, Allah’a itaatı esas alırsak Allah bize de yardım edecektir. İlk nesil gibi olursak, o güzel model ve örnekliği bu güne taşıyabiliriz. Nihayetinde bizi şerefli ve izzetli kılan Allah’dır, bize bu iman şerefini nasip ettiği için ona ne kadar şükretsek azdır. Bunun gereği ise, hayatımızı O’nun emrine tahsis etmek, ölene kadar O’nu razı edecek ameller üretmek için yarışmak ve bu kurtarıcı mesajı daha fazla insana ulaştırmak için çırpınmaktır. Allah yardımcımız olsun. Bizleri mü’min olarak yaşatsın, mü’min olarak öldürsün inşallah. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum sevgili kardeşlerim.
İşte özetle bu içerikle sunulan konferansı, ihlasla, içtenlikle ve son derece alıcı bakışlarla dinleyen Roman Müslüman kardeşlerimizin son derece nitelikli sorularına verilen cevaplarla konferans sona erdi. Hamza Akdeniz ve Hüseyin Alan’ın da yaptıkları teşvik edici, kucaklayıcı, moral verici duygusal kısa konuşmaları da toplantıya güzel ve sıcak katkılar sundu. Ortamda son derece samimi bir kardeşlik sıcaklığı atmosferi oluşması da dikkat çekiciydi.
Haber: Hüseyin Alan

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon