İslam akidesinin temel meselelerinden biri de ahiret yurdundaki diriliş, hesap ve ceza ile mükafat meselesidir. İslam’ın getirdiği inancın gereği budur. Bu ilahlık vahdaniyetinden hemen sonra gelen İslami akidenin bir dayanağıdır. Bu dinin akidesi ve düşüncesiyle, ahlak ve davranışıyla, şeriat ve nizamıyla ancak kendisi ve kendisiyle kaim olduğu bir esastır.
Kur’an-ı Kerim’de buyrulduğu gibi Allah’ın kemale erdirdiği, mü’minlere verdiği nimeti onunla tamamladığı ve kendilerine din olarak seçtiği bu din; hakikati açısından mükemmel bir hayat nizamı, kuruluşu açısından da uyumlu ve dörtbaşı mamur bir yapıdır. Bu dinin itikadi düşüncesi, bu dinin ahlaki değerleri ve yönetimle ilgili kanunlarıyla tam bir uyum ve mükemmellik içindedir. Ve bunların hepsi de ilahlık ve ahiret hayatı hakikatlerinde ifadesini bularak bir tek esasa dayanmaktadır.
İslam’a göre hayat, ne bir ferdin, ne bir insan neslinin ve ne de bütün insanlığın sadece bu dünyadaki ömürlerini temsil eden şu kısacık, sınırlı ve görünen dönemden ibaret değildir. Çünkü İslam’a göre hayat, Ahiret yurdunu hesaptan çıkarıp ona inanmayan kimselerin yaşadığı, eğlendiği ve tattığı şu kısacık dönemle asla kıyaslanamayacak kadar daha uzun, geniş, derin ve çeşitlidir. Zaman bakımından uzun, ufukları daha geniş, daha derin alemlere kök salmış ve hakikatte de çok çeşitlidir.
Mü’min bu hayatın kalkınması, enerji ve güç kaynaklarının kullanılması için çalışan ve bunu ilahi hilafetin bir gereği sayarak yapan kimsedir. Çünkü o bu işiyle şerre, fesad ve zulme karşı savaşan kimsedir. Çünkü o bu işiyle Ahirete hazırlanmaktadır. Dünyanın Ahiret tarlası olduğunu, Ahirete giden yolun dünyadan geçtiğini ve dünyanın küçük, önemsiz ama Ahirette kavuşulacak büyük nimetin basamağı olan ilahi bir nimet olduğunu bilmektedir.
Dünyanın değeri Allah’ın şaşmaz terazisine göre Ahiretin değeri yanında sadece bir oyun ve eğlencedir:
“ Dünya hayatı, oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise muttakiler için daha hayırlıdır. Aklınızı kullanmaz mısınız? “
İşte dünya hayatının da Ahiret yurdunun da Allah’ın şaşmaz terazisindeki değerleri budur. Bu küçük gezegende geçecek her an, Ahiretin ebedi sonsuz ve geniş mülküyle kıyaslandığında kesinlikle başka türlü olamaz. Yine bu dünyada yapılan kulluk faaliyetinin değeri bile büyük Ahiret aleminin erişilmez ciddiyetiyle kıyaslandığında oyun ve eğlenceden başka bir şey olamaz. Bu tartışma götürmez mutlak bir değerlendirmedir. Ama İslam düşüncesine göre bu değerlendirme; dünya hayatını ihmal etmeye veya onu bir kenara itmeye yahut ondan kopuk bir hayat yaşamaya kesinlikle neden olmaz. Sonra özellikle kimi tasavvuf ve zühd hareketlerinde söz konusu olan bu türden ihmal, kopukluk veya uzlet anlayışı, kesinlikle İslami düşünceden kaynaklanıyor değildir. Çünkü bu durum İslam alemine, kilise mistisizminden, fars felsefesinden ve kimi malum grek damgalı işraki felsefelerden geçmiştir.
İslam düşüncesini, en mükemmel biçimiyle yaşayan en büyük örnek sahabe nesli, ne uzletçi, ne de hayattan kopuk kimselerdi.
Bu sahabe nesli ki, hem nefislerindeki şeytanı, hem de (o gün için) etraflarında bulunan egemen yeryüzü düzenlerini yenmiştir kula kul olmaya dayalı imparatorlukları yıkmıştır.
Sahabe nesli ki, hayatın içinde bunca faaliyetlerde bulunup bunca büyük eserler gerçekleştirmek suretiyle ahirete yönelik işler yapmış ve böylece Allah’ın terazisinde ağırlığa uygun olarak dünya hayatının gerçek değerini kavramıştır. Bu hayatı pek çok canlı yönleriyle büyük bir dinamizm ve coşkun bir enerjiyle yaşamışlardır.
Onlar, işte dünya hayatı ve ahiret yurduna ilişkin bu Rabbani değerlendirmelerinden dolayı, dünyaya asla köle olmadılar. Dünya onlara değil, onlar dünyaya bindi. Onlar dünyayı hizmetkar yaptılar. Ama Allah için ve Allah’ın hakimiyeti için ram kıldılar dünyayı.
Hilafetin gereğine uygun olarak ilahi halifeliği yerine getirdiler. Dünyayı onarıp ıslah ettiler. Ama bu hilafetleriyle onlar sadece Allah’ın rızasını arıyorlardı. Ahiret yurdunu umuyorlardı. Bundan dolayı da dünya halkını dünyadayken geride bıraktılar. Sonra Ahirette de aynı şekilde onları geri bırakmış oldular.
İslam nizamındaki her tür ayrıntıya Ahiret hayatına iman açısından bakılabilir. Ahiret hayatının düşünceye bahşettiği güzellik, yücelik ve enginlik açısından, ahlaka verdiği üstünlük, arılık ve hoşgörü bakımından hak ve takva konusundaki sıkı tavsiyelerden ve insani faaliyetlere bahşettiği samimiyet, güven ve düzenlilik zaviyesinden bakılabilir. İşte bütün bunlardan dolayı Ahirete kesin bir şekilde inanılmadan İslami bir hayatın istikamet bulmasına imkan yoktur. Ve işte Kur’an-ı Kerim’de Ahiret gerçeğine ilişkin olarak sık sık uyarı yapılmasının nedeni de budur.
06.06.2014
Hazırlayan: Emrullah AYAN