“(Ey Muhammed!) Sen, Rabbinden sana vahyedilene uy. O’ndan başka hiçbir ilah yoktur. Allah’a ortak koşanlardan yüz çevir.” (En’am: 106)
Yüce Allah’ın Hz. Peygamber (S)’e yönelik bu hitabı, gerek Peygamber (S)’in ve gerekse her kuşak ve her yerdeki İslam davetçileri ve peygamber izleyicilerinin neye önem vermelerini ve nasıl çalışmaları gerektiğini belirlemektedir. Öyleyse dava adamları, bütün umut ve amellerini davayı dinleyip icabet edenlere bağlamalıdırlar. Çünkü yeni bir yapı oluşturmaya; yani İslam’a girişlerini sağlayan temel ilkeye yani akideye binaen varlık isbatı yapmaya muhtaç olanlar bu kimselerdir. İslam akidesinin doğrultusunda bir ahlak ve davranış sahibi olmaya ve toplumlarının temelini atmaya muhtaç olanlar bu kimselerdir. Bütün bunlar ise, elbette ki çaba ve emek gerektirmektedir. Karşı tarafta yerlerini alanların cezası ise, davet ve tebliğ yapıldıktan sonra ihmal ve yüz çevirmedir. Hak, kendi özüyle ilerleme kaydettikten sonra ise, muhakkak ki Yüce Allah da kendi kanununu işletir. Hakkı batılın üzerine atar, Hak batılı yutar ve batıl da böylece yok olup gider. Hakka düşen şey, var olmaktır. Hak, sadık öz ve yapısıyla var olduktan sonra, batılın işi şüphesiz ki zordur ve ömrü de muhakkak ki kısadır.
Mü’minler; başkasından ayrı, kendi aralarında yardımlaşma ve dayanışma içinde bulunan bir bütündürler. Bundan dolayı mü’minler kendilerine bakmalıdırlar. Kendilerini tezkiye ve arındırmakla uğraşmalıdırlar. Kendi cemaatlerine bağlı kalıp onu gözetmelidirler. Kendileri hidayet üzere olduktan sonra başkalarının sapıtmasından sorumlu değiller. Çünkü onlar, başkasından ayrılmış, birbirlerinin velileri olan ve kendi aralarında dayanışma içinde olan bir ümmettir.
“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayet üzere olduktan sonra, sapıtmış kimseler size zarar veremezler. Hepinizin dönüşü Allah’adır. İşlemiş olduğunuz her şeyi O size bildirir.” (Maide: 105)
Bu ayet-i kerime, İslam ümmetinin hem özgün niteliğini, hem de başkalarıyla ilişkilerinin tabiatını belirleyen bir başlangıç ilkesidir. İslam ümmeti, Allah’ın hizbidir. Onların dışında kalan herkes de şeytanın hizbidir. Bundan dolayı kendileriyle başkaları arasında bir velayet veya dayanışma olamaz. Çünkü aralarında itikadi bir ortaklık yoktur. İtikadi ortaklık olmayınca, hedef, yöntem, yükümlülük veya mükafat ve ceza birliği de olamaz. Ama bu, İslam ümmetinin insanları hidayete davet sorumluluğunu ortadan kaldıramaz. Çünkü hidayet, onun dini, şeraiti ve nizamıdır.
“İslam ümmeti, Allah’ın huzurunda kendisinden sorumludur. Sapıtmış kimseler kendisine zarar veremez” gerçeğine bakılarak mü’min; davet görevini ihmal de etse kendisinden hesap sorulamaz, denilemez. Çünkü bu ümmet, öncelikle kendi içinde ve ikinci planda bütün yeryüzünde “emr-i bi’l-ma’ruf, nehy-i ani’l-münker” görevini ihmal etmekten sorulacaktır. “Ma’ruf’un” (iyiliğin) temeli; Allah’a teslimiyet gösterip O’nun şeraitini hakim kılmaktır. “Münker”in (kötülüğün, inkarın) temeli ise, cahiliyedir; Allah’ın egemenlik ve şeraitine tecavüzdür. Cahiliyenin hakimiyeti, tağutun hakimiyeti demektir. “Tağut” ilahi egemenlik ve hakimiyet dışında kalan her tür iktidardır. Bu bakımdan başta okuduğum ayet-i kerime; ne Müslüman fertten, ne de İslam ümmetinden şer, dalalet ve azgınlığa karşı mücadele sorumluluğunu kaldırır.
Tağutluğun en azgın şekli, Allah’ın ilahlık hakkına tecavüze yeltenmek, Allah’ın egemenliğini gaspetmeye yeltenmek ve insanları ilahi şeriatten başka bir nizama kul etmektir. Bu münker ortada kaldıkça, hidayet üzere olmak; ne Müslüman ferde, ne de İslam ümmetine pek fayda vermeyecektir. Sünen sahipleri şöyle bir hadis rivayet etmektedirler:
“Hz. Ebu Bekir (r.a.), ayağa kalkıp Allah’a hamd-u sena ettikten sonra dedi ki: Ey insanlar! Siz; ‘Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz hidayet üzere olduktan sonra, sapıtmış kimse size zarar veremez’ ayetini okuyorsunuz da, ne var ki, siz, bu ayeti yerli yerinde kullanmıyorsunuz. Ben Rasul-i Ekrem’den (S) duymuştum ki, ‘İnsanlar gördükleri münkeri değiştirmek için var güçleriyle çalışmazlarsa Allah’ın hepsini birden cezalandırmasıyla karşı karşıya kalmışlardır.’
Birinci halife Hz. Ebu Bekir, bu sözüyle kendi zamanındaki bazı insanların bu ayete ilişkin yanlış yorumlarını düzeltmektedir. Bugünün insanları olarak biz, bu doğru yoruma çok daha muhtacız. Çünkü günümüzde münkeri değiştirme görevi, daha da zorlaşmıştır. Bu dinin ayakta kalması, çaba gösterip mücadele etmeye bağlıdır. Bu dinin; insanları hakka yöneltecek, insanları kula kulluktan tek olan Allah’ın kulluğuna götürecek, yeryüzünde Allah’ın ilahlığını yerleştirecek, ilahi egemenliği gaspetmeye yeltenen tağutları ortadan kaldıracak ve Allah’ın kurallarını ilan edip insanların hayatına uygulayacak Müslümanlara ihtiyacı vardır.
15.05.2015
Hazırlayan: Emrullah AYAN