“ Ey iman edenler, kendinizi ve âilenizi bir ateşten koruyun ki onun yakıtı insanlar ve taşlardır.” Tahrim/ 6
Değerli Mü’minler;
Bugün ki hutbemizin konusu toplumsal sorumluluklarımıza dair olacak. Rabbimiz insanları ve kâinatı boş, anlamsız olarak değil, bir amaç doğrultusunda yaratmıştır. İnsanları ve cinleri Kendisine kulluk yapmaları için, diğer varlıkların tamamını da insana hizmet için yaratmıştır. İnsana düşen; sorumluluk duygusuyla hareket edip, Rabbini tanıyıp O’nu yüceltmesi, O’nu tekbir etmesidir.
Bu manada kişinin kendisine, âilesine, ve toplumuna karşı sorumlulukları bulunmaktadır. Hutbenin başında okuduğum Ayet-i Kerimede de ifade edildiği gibi bizlerden nefsimizi ve ailemizi korumamız istenmektedir. Buhârî Vesâyâ 9’da geçtiği şekliyle Rasulüllah (s) veciz bir ifadeyle “Hepiniz çobansınız ve sahip olduklarınızdan mes’ulsünüz.” buyurmuşlardır. Gerek bu hadis i şerif, gerek başta okuduğum Ayet i Kerime hem devlete, hem aileye, hem de bireylere önemli sorumluluklar yüklemektedir. Evet âile reisleri olarak rızklarını temin durumunda bulunduklarımızı Allah’a karşı sorumlu oldukları kulluk bilgisiyle donatmak ve onlara zarar verecek fikri ve akidevi sapmalardan elimizden geldiği kadar muhafaza etmekle mükellef olduğumuzu bilmeliyiz.
Değerli Kardeşler;
Toplum birey, âile ve devlet adı verilen organizasyondan oluşmaktadır. İslam da her bir unsurun yetki ve sorumlulukları vardır. En önemli unsurda elbette devlettir. Bu bakımdan Rabbimiz de genel anlamdaki hitaplarında toplumu ve devleti muhatap almaktadır. İçinizden iyiliği emreden kötülüğü men eden bir topluluk bulunsun derken en üst seviyede devlet organizasyonuna işaret etmektedir. Devlet hem hayrı yaygınlaştırmada, hem şerre öncülük etmede çok önemli bir fonksiyona sahiptir. Hevaya dayalı, taguti yönetimlerde kötülük yaygınlaştırılıp,teşvik edilirken hayır ve iyilik yasaklanır veya engellenir. Yaşadığımız coğrafyaya baktığımızda birey ve toplumunu ateşten koruyan salihatı yaygınlaştıran, Kur’an ilkelerini dikkate almayan, hevaya dayalı, tağuti bir anlayışın hakim olduğunu görürüz. Eğitim kurumlarıyla, sokaklarıyla, tv dizileriyle, yasa ve değer yargılarıyla fuhuş yaygınlaştırılarak insanlarımız ateşe çağırılmaktadır. Tabi ki bu durum bizleri toplumumuza karşı görevlerimizi yapmaktan, sorumlu davranmaktan alıkoymamalıdır.
Bu sorumluluk bilinci, Kur’an’i yükümlülüklerinin farkında olan camiaları göreve çağırmaktadır. Yani kendimizi ve çevremizi O günün ateşinden korumak için harekete geçmek ve tedbir almak mecburiyetindeyiz.
Ateşten korunmanın yolu; doğru ve sahih bir Kitab, Allah, Rasul ve Ahiret bilgisi ve bilinciyle elde edilir. Çünkü hayatımıza, sahibi olduğumuz bilgiler, anlayışlar yön verir. Bu korumayı ve korunmayı elde etmek için;
Rabbimizin kâinata son müdahalesi olarak inzal buyurulan kurtarıcı ipini gereği gibi okuyup, anlayıp, hayatımıza aktarmanın gayretini göstermeliyiz. Kolaylaştırılmış, anlaşılır, şerefli, öğüt dolu ve Ahirette kendisinden sorguya çekileceğimiz Kitaba dokunmalıyız. O’nunla iletişim kurmalıyız. Kitaba dokunmaktan korkmayalım, bugün biz O’na dokunmaz isek yarın ateş bize dokunur. O’nu Hidayet rehberi olarak, geleneksel ve modern zihinsel tortulardan arınmış bir anlayışla, çağımızın sorunlarına çözüm bulmak amacıyla okumalıyız. “Biz Kur’an’dan müminler için şifa ve rahmet kaynağı olan ayetler indiriyoruz. Zalimlerinde ancak zararını artırır”İsra/82
Rabbimizi Kitab’da kendisini tanıttığı gibi tanımalı takdir etmeliyiz. Kirletilmiş ve bulandırılmış bilgilere, külliyatlara, rivayetlere ve köhneleşmiş Ehli Kitab kültürlerine itibar etmemeliyiz. Allah; yegane ilah, emreden amir, yarattıkları üzerinde tek başına otorite, yaşamlarında uyulan kuralları, helal ve haramları belirleyen yegane güç, yardım dilenilen, dualara karşılık veren, sıkıntıları gideren, çaresizlere yol gösteren yegane Mürşid ve Hadi olandır. Her şeyi en güzel biçimde yaratıp, düzene koyup, hedefini belirleyendir. Yegane Veli olan, Rahmeti sonsuz, Af ve Merhameti sınırsız, Adaleti emsalsiz olandır. Hem dünya hayatının, hem de Ahiret hayatının tek ve gerçek söz sahibi olan, Mü’minleri cennetiyle mükâfatlandıracak, Kendisini ve Kitabını dikkate almadan yani hayatlarını Allah’sız yaşayanları da cehennemiyle cezalandıracak olandır. Bu yüzden Rabbimizi Kitab’ında kendisini anlattığı gibi tanıyıp iman etmemiz gerekmektedir. Onu eksik ve noksanlıklardan tenzih etmeliyiz. İsa (a)ı Allah’ın oğlu olarak görmekten de yaratılan şeyleri Allah’tan bir parça olarak görmekte de Rabbimizi beri kılmalıyız.
Rasul (s)e Onu ilahlaştırmadan ve sıradanlaştırmadan Kitab’ın ortaya koyduğu gibi tanıyıp iman etmeliyiz. O’na imanın gereği olarak,O’nun getirdiği ilkelere sadakat gösterip, örnekliğini hayatımızla ortaya koymalıyız. Rasülü Kur’ân’î olmayan Nuru Muhammedi, Hakikati Muhammediye gibi felsefelerle vasıflandırmaktan beri olmalıyız. O’nu ve getirdiği risaleti kirletmeden muhafazaya çalışmalıyız. O’nun adına uydurulmuş efsane ve hurafelerden; O’nu anlaşılır kılmaktan uzaklaştıran, uydurulmuş mucizelerden Rasulü ve Risaletini tenzih etmeliyiz. Ona iman etmek, Onu sevmek, getirdiği ilkeleri canımız pahasına koruyarak, sünnetine sahip çıkmak ve yaşamakla mümkün olur. “Gerçekten Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah’da sizi sevsin ve suçlarınızı bağışlasın.” Ali İmran/31
Ahiret konusu vahyin dilinden üzerinde çokça bilgiler verilen önemli bir inanç esasıdır. Ahiret’te korumasız ve korunmasız kalmak istemiyorsak Ahiret yok gibi yaşamamalıyız. Yani attığımız her adımı o günü düşünerek atmalıyız. Yapılan her şeyin kaydının tutulduğuna, organlarımızın şahitlik yapacağına, babanın evlattan, evladın babadan kaçacağına, kendimizi kurtarmak için her şeyimizi feda edebileceğimize, kimseden yardım alamayacağımıza ve kimseye yardım edemeyeceğimize, verilen her nimetten hesaba çekileceğimize, kaçacak yer arayacağımıza, yapayalnız ve tek başımıza hesab vereceğimize, yakînen iman etmemiz gerekmektedir. Unutmayalım ki ; “Kızı Fatıma’ya babam Peygamber diye güvenme sorumluluğunu yerine getir benim sen dahil hiç kimseye hesap gününde bir faydam olmaz.” diyen bir Elçinin ümmetiyiz. O gün Kitab’ını sağlarından alanlar sevinip, müjdelenirken Kitab’larını sol tarafından alanlar ise yüzleri tozlanmış olarak alevli ateşe girecektir. O gün insan yaptığı suçlarını ve yanlışlarını kimsenin bilmemesini, görmemesini arzu ederek suçlarını Rabbimizin Settar ismiyle kuşatmasını isteyecektir. Böyle kötü, bedbaht duruma düşmek istemiyorsak, sorumluluk duygusuyla hareket edip, takvayı kuşanıp Ahiret azığı hazırlamalıyız. Çünkü orada ancak yaptıklarımızın ve gönderdiklerimizin bize faydası olacaktır. Ve oradaki pişmanlıklar ve nedametin mazeret olarak sayılmayacağını bilmeliyiz. Unutmayalım ki Ahiret’in yegane sahibi Allah’tır. Allah’ın hiçbir yardımcısı danışmanı ve ortağı yoktur. Bu yüzden O’nu veli ,dost, yardımcı, bağışlayıcı edinip kulluğumuzu O’na has kılmalıyız.
“Onların hepsi, kıyamet günü O'na tek başına gelecektir. (Meryem) 95
“Sizi ilk defa yarattığımız gibi, bize tek başınıza geldiniz. Size bağışlandıklarımızı (dünyada) arkanızda bıraktınız.”( En’am) 94
“Ey insanlar, Rabbiniz'den sakının, babanın evladı, evladın da babası için hiç bir şey ödeyemeyeceği o gün de kendinizi koruyun. Allah'ın vaadi şüphesiz gerçektir. Öyleyse dünya hayatı sizi aldatmasın, aldatıcı da sizi Allah ile aldatmasın!”(Lokman) 33
“O gün herkes gelir, kendi canını kurtarmak için uğraşır ve herkese yaptığının tam karşılığı verilir, onlara asla haksızlık edilmez.” (Nahl) 111
“O gün, dilleri, elleri ve ayakları yaptıklarına şahidlik edecektir. “(Nur) 24
“O gün ki kimse kimse için bir şey'e mâlik olmaz, emir o gün yalnız Allahındır .” (İnfitar) 19
Rabbimiz bizleri sorumlu olduklarımıza karşı görevlerimizi yerine getiren, takvayı gerçekleştirip, hesabını kolay verenlerden kılsın.. Amin…
10.12.2015
Hayati İsaoğlu