Pazar, Eylül 8, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Ramazan’ın ve Kadir Gecesinin Yüceltilişi, Kur’an’ın İhmal Edilişi

Hutbe: Ramazan’ın ve Kadir Gecesinin Yüceltilişi, Kur’an’ın İhmal Edilişi

by İlkav Editor
1,5K 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Ramazan’ın ve Kadir Gecesinin Yüceltilişi, Kur’an’ın İhmal Edilişi
“Şüphesiz, Biz onu (Kur’ân’ı) Kadir Gecesinde indirdik. Kadir Gecesinin ne olduğunu sen ne bileceksin. Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh o gecede, Rabblerinin izniyle her türlü iş için iner de iner. O gece, tan yerinin ağarmasına kadar esenliktir.” (Kadir: 1-5)
Yüzyıllara sâri bozulma ve kaynaktan uzaklaşma süreci, bütün ibadetlerde olduğu gibi Ramazan algısında da önemli sapmalara yol açmış bulunmaktadır. Rabb’imiz, Kur’an’ı,“bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesinde”(Kadir:1-3),Ramazan ayında indirmeye başladığını beyan etmektedir. Kadir suresinden daha sonra Mekke’de inen Duhan suresinde de Kadir suresine benzer bir ifade kullanılmıştır: “Ha-mîm. Apaçık olan kitaba andolsun. Gerçekten biz onu mübarek bir gecede indirdik, gerçekten biz uyarıp korkutanlarız. Ki onda (o gecede) her hikmetli iş ayrılır…” (Duhan: 1-3)                                                                                         
 
“O Ramazan ayı ki, insanlara yol gösteren, hakkı batıldan ayırma ölçüsü ve hidayetten belgeler taşıyan Kur’an O’nda indirilmiştir…” (Bakara: 185) âyetiyle de Ramazan’a değer ve anlam kazandıran olaya vurgu yapılmıştır. İnsanlar için hidayet rehberi olan, Hakk'ı bâtıldan ayırma ölçüsü furkanı ve hidayet için belgeleri ihtiva eden Kur’an’ın bu ayda indirildiği bildirilmiştir.
 
Kadir Suresinde bu geceyi, "bin aydan daha hayırlı, kendisinde meleklerin ve Ruh’un (Vahiy Meleği Cebrail (as) ya da vahyin kendisi) her iş/emr için çokça indiği tan yeri ağarmasına kadar bir esenlik vakti" olarak tanımlamaktadır.                      
 
İşte Kadir gecesi inen bu "emr" konusu şu iki ayetle birlikte değerlendirilmelidir:  "Yaratmak da emretmek de Allah'a aittir." (A’raf: 54)                                                   
 
"Sonra seni de emrimizden bir şeriat üzere kıldık, o halde ona uy."(Casiye: 18)                                
 
Yarattığı bütün varlıklara emretme yetkisini sadece kendisine has kılan Rabbimiz bu emrini/vahyini melekleri vasıtasıyla yarattığı varlıklara ulaştırmaktadır. İnsanlara da emrinden oluşan şeriatını göndermiş ve onları diriltecek olan bu vahye uymalarını emretmiştir. Kadir Suresi'nde geçen "emr"in vahiy olduğu şu delillerle de desteklenmektedir:                                                                                                                    
 
"Allah, "Benden başka ilâh yoktur. Öyle ise bana karşı gelmekten sakının" diye (insanları) uyarmaları için emrini içeren vahiy ile melekleri kullarından dilediğine indirir." (Nahl: 2)                                                                                                      
 
"İşte böylece sana da emrimizden bir ruh (kalpleri dirilten bir Kitap-Kur'an'ı) vahyettik. (sonra seni de emrimizden bir şeriat üzere kıldık, o halde ona uy .” (Câsiye: 18)                                                                                                                            
 
“Sen, kitap nedir, iman nedir bilmezdin. Fakat biz onu kullarımızdan dilediğimizi kendisiyle doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin." (Şura: 52)
 
İnsana ruh üflenmiş, temiz bir fıtratla yaratılıp canlılık kazandırılarak imtihan için dünyaya gönderilmiş, bilahare de kendisine hidayet rehberliği yapıp yol gösterecek vahiy gönderilerek bu ikisinin buluşup bütünleşmesiyle, arzda halife olarak adaletle hükmetmesi istenen İslâmî şahsiyetin oluşması istenmiştir.                                                   
 
Hem insana "ruh" üflendiğinin ifade edilmesi, hem de vahyin "ruh" olarak nitelenmesi birlikte ele alınmalı ve Enfal Suresinde vahyin insanları diriltmek üzere geldiği beyanı bu irtibat ve bütünlük içinde değerlendirilmelidir:                                                                        
 
"Ey iman edenler, size hayat verecek/diriltecek şeylere sizi çağırdığı zaman, Allah'a ve Resûlü'ne icabet edin." (Enfal: 24)
 
Arapçadaki ka-de-ra fiili, "gücü yetmek, ölçmek, tazim etmek, planlamak, takdir ve hükmetmek, rızkını takdir eylemek" gibi anlamlara gelir. Kadir kelimesi de bu anlama binaen "kudret, şan, şeref, mertebe, takdir" gibi anlamlar yüklenir. Buna göre “kadir gecesi” denmesinin bâriz olarak iki özelliği bulunmaktadır:                                                  
 
Birincisi o geceye hürmeten böyle denmektedir. Yani Kur'ân’ın indiği, daha doğrusu inmeye başladığı gece olduğu için bu gecenin şanına, şerefine, değerine izafeten “kadir gecesi” denmiştir. Buradan şu anlamı da çıkarmak mümkündür: Kadir gecesi bizzat yılın 365 gününden sadece o gece olarak, bizzat kendisinde bulunan bir değerden dolayı şerefli kılınmış değildir. Fakat Kur'ân indiği için şerefli bir gece olma payesini hak etmiştir.
 
Neden bin aydan daha hayırlıdır: Çünkü beşeriyetin yine beşer peygamber vasıtasıyla ulûhiyet âlemiyle temasa geçtiği andır. Cehaletin ve zulmün karanlığında boğulan yeryüzü sakinlerinin(!) Allah’tan, kendilerine hayat iksiri sunulmaya başladığı, onları hem dünyada hem de âhirette mutluluğa erdirecek rehber Kitab’ın inmeye başladığı gecedir. Onun için bu vasfı kazanmıştır. Yani Kur'ân inmeye başladığı gece, Kur'ân’sız, kitapsız, peygambersiz, kısaca Allah’ın hükümlerinin ve adının duyulmadığı bin aydan daha hayırlı, daha değerli ve daha şereflidir.
 
O gece insanoğlu, yani Abdullah oğlu Muhammed, Allah’ın elçiliği gibi bir misyonla görevlendirilmiş, böyle bir makama yükseltilmiştir. O makam kolay ve basit bir makam değildir. İnananların nazarında en değerli mercidir. Üstelik oldukça zor ve ağır bir iştir. Bu görev Allah’ın “Eğer biz bu Kur'ân’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun onu Allah korkusundan saygı ile baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün…” (Haşr: 21) dediği görev değil miydi? Bu görev Büyük Mürebbî’nin “Doğrusu Biz sana (taşıması) ağır biz söz vahyedeceğiz” (Müzzemmil: 5) buyurduğu görev değil miydi? O peygamber ki, o güne kadar da"kitap nedir, iman nedir bilmiyordu…" (Şura: 52)İşteondan dolayı bu gece oldukça hayırlı, bin aydan da, bin yıldan da hayırlı bir gece idi.
 
Bu gecede indirilmeye başlanan vahiy ve bu vahyin toplandığı Kur'an, insanlık için bir öğüt ve şereftir. İnsanlık bu Kitap'tan imtihan olup hesaba çekilecektir:                        
 
"Şüphesiz bu Kur'an, sana ve kavmine bir öğüt ve bir şereftir (bir zikirdir, uyarı ve hatırlatmadır), ondan yakında hesaba çekileceksiniz". (Zuhruf: 44)
 
Bu ay ve bu gecede Kur'an indirilmeye başlanmasaydı, fıtrat ve vahyin dünyada buluşması sağlanmasaydı, insan Rabbine ve kendine yabancılaşır, yolunu bulamaz, karanlıklarda kaybolup aydınlığa çıkamazdı. Bugün vahiyden uzak seküler Batı insanının, fıtratını da koruyamayıp nasıl insânî erdemlerini yitirdiğini ve nasıl hayvandan aşağı sürüklenip fesadı küreselleştirdiğini, nasıl adalet adına büyük zulümler ve insan hakları adına büyük haksızlıklar ürettiğini, vahşi katliamlara imza attığını ibretle gözlemliyoruz.
 
Yani vahiy olmayınca insan insanlığını kaybediyor, karanlıklardan aydınlığa, zulümden adalete çıkaracak yolu bulamıyor. İslâm ümmeti de, Kur'an'ı terk edilmiş (mehcur) bıraktıktan (Bkz. Furkan: 30) ve Rasûlün (s) güzel örnekliğinden uzaklaştıktan sonra yolunu, istikametini ve izzetini kaybedip karanlıklarda kaybolmuştur. Allah'a ve Rasûlüne itaati terk edince Tevhidî niteliğini, zindeliğini ve sonuçta da vahdetini yitirip parçalanarak zillete sürüklenmiştir. (Bkz. Enfal: 46)                                                                                                                 
 
İşte Kadir Gecesinde inzal edilen ve karanlıklardaki insanlığa uzanan Hablullah (Allah'ın ipi) ve insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmayı hedefleyen Nur olan Kur'an, insanlığa şeref ve izzetini getirmiştir.
 
O halde, Ramazan’ın ve Kadir Gecesi’nin değerli ve mübarek oluşu, insanlığı kurtaracak mesajın bu ay ve bu gecede indirilmesinden kaynaklanmakta ve bu değere bizzat Kur’an işaret etmektedir. Bu açıklama şu sonucu doğurmalıydı; madem Kur’an’ın indirilmeye başlandığı gece bin aydan hayırlıydı, o halde Kur’an’ı okumaya, anlamaya ve yaşamaya tahsis edilmiş bir gün de yine bin aydan daha hayırlı olarak algılanarak, her günün ve gecenin Kur’an’a uygun olarak ihyâ edilmesi için seferber olunmalıydı. Buna rağmen yüzyıllar süren, kaynaktan kopuş ve bozulma süreci sonunda, Kur’an bir kenara bırakılmış, Ramazan ve Kadir Gecesi ise içi boşaltılarak yüceltilmiştir. Böylece, anlamın tüketilmesi sonucunda içeriksiz formları yücelten bir süreç başlamıştır. Bu süreç, vahyin özne olmaktan çıkarılmasına, bu durum da insanların rehbersiz kalmasına, Hak ile bâtılı ayıramaz konumlara sürüklenmesine yol açmıştır.
 
Gelinen noktada, “Müslümanım” diyenlerin büyük çoğunluğu, Kur’an’ı hayat dışına çıkarırken, pek çok bid’at ve hurafeyi Kur’an’ın getirdiği dinin yerine ikame edip kutsallaştırmışlar, Ramazan ayı ile Kadir Gecesi’ni de, vahiyden soyutlanmış bir kutsallıkla ihyâ etmeye yönelmişlerdir. Kadir Gecesi’ni ve hele çoğu bid’at olan diğer “kandil geceleri”ni kutlamak ve sonradan icad edilmiş bu gecelere has bid’at ibadetlerle “ihyâ etmek” öne çıkarılmıştır. Ne Kur’an’da ne de sahih sünnette yer alan söz konusu kutlamalar ve bid’at ibadetler, bu gecelerde ısrarla ve yaygın olarak yaşanırken, Kadir Gecesi inen ve bu geceye anlam ve değer kazandıran, okunup amel edilmesi ve insanları kurtuluşa götürecek rehberlik için indirilmiş bulunan Kur’an ise terk edilmiş bulunmaktadır. Yani insanları, zulumâttan nura, karanlıklardan aydınlığa çıkaracak Kur’an’ın indiği ay ve gece, Kur’an’dan soyutlanınca, karanlıklara götürecek bid’atların icra edildiği zemin haline dönüştürülmüştür. Sonuçta,değeri Kur’an’dan kaynaklananlar, Kur’an’dan daha çok önemsenirken, Kur’an ihmal edilmiştir. Bu durum çok büyük bir çelişki oluştursa da, ancak Kur’an’ın sağlayabileceği bilinçten yoksun olmak, bu çelişkinin fark edilmesini de engellemiştir.Çünkü hayat ve imtihan Kitabı olan Kur'an ya tamamen terk edilmiş, ya da anlamadan ölülere okunmaya başlanmıştır. Hâlbuki Rabbimizin beyanıyla Kur'an'ı hakkıyla tilavet etmeyen, anlamak, öğüt almak ve yaşamak amacıyla okumayan ona iman etmemiştir. (Bakara: 121)
İslâmî bir dönüşüm yaşanmadan, Dinin mevcut seküler kamusal ve siyasal hayattaki görünürlüğü arttıkça, paradoksal bir şekilde dindarlık azalıyor. Çünkü size ait olmayan, İslâmî ölçülere göre düzenlenmeyen bu alanda, var olana uyum sağlayarak var olmak ve ele geçirilen bu alandaki siyasal iktidar ve nimetlerine sahip olmak hâli, bu imkânların getirdiği rehavet ya da kaybetmemek için verilen tavizler, Müslümanları dönüştürmeye başlıyor, hassasiyetler zayıflıyor, ölçüler aşınıyor ve kimliklerde dejenerasyon başlıyor. Çünkü Kur'ânî bir inkılâbla, İslâmî toplumsal dönüşümle önce bu alanları değiştirme, dönüştürme iradesini üretmeden, bu alanları size ait kılacak bir hâkimiyeti tesis etmeden, var olan seküler kuşatma altındaki bu alanlara aceleci, hazırlıksız ve ilkesiz, ölçüsüz biçimde çıkıldığında, dönüştürmediğiniz bu alanlar sizi dönüştürmeye başlıyor.
 
Böyle olunca da, bir yandan Müslüman olduğunu söyleyip diğer yandan Ramazan ayında bile tâğûtu da benimseyip dua edenler yaygınlaşıyor. Hatta tevhid ehli olduğunu söyleyenlerden büyük bir kesim bile, “artık tâğût olmaktan çıktığı” saptırmasıyla da olsa tâğûtu desteklemeye yönelik açıklamalar yaparak toplumdaki yozlaşmanın kalıcı hale gelmesine, kirlenme ve yozlaşmanın daha da yaygınlaşmasına vesile olacak büyük çelişkilere sürüklenebiliyorlar.
22.05.2020
 
 
Not: Bu metin, Mehmet PAMAK’ın “Ramazan ve Kur’an” isimli kitabının Ramazan ve Kadir Gecesinin Yüceltilişi, Kur’ân’ın İhmal Edilişi bölümünden hutbeleştirilmiştir.
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon