Pazar, Kasım 24, 2024
Ana sayfa KONFERANSLAR Geleneksel Dinin Oluşumunda Tasavvuf ve Tarikatların Yeri

Geleneksel Dinin Oluşumunda Tasavvuf ve Tarikatların Yeri

by İlkav Editor
2,6K 👁
A+A-
Reset

“Geleneksel Dinin Oluşumunda Tasavvuf ve Tarikatların Yeri”
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfında bu Pazar “Geleneksel Dinin Oluşumunda Tasavvuf ve Tarikatların Yeri” konusu ele alındı . Yoğun bir katılımın gözlendiği konferansta konuşmacı, eski Nakşibendi şeyhlerinden Ferit Aydın hoca idi.sözlerine gelenekçilik ve gelenek kelimelerinin tanımıyla başlayan Aydın şöyle devam etti; “Bugünkü konferansımızda yalnızca din-tasavvuf ilişkisi bakımından gelenekselliğin etkileri söz konusu olacaktır.Vahyin, ilmin ve mantığın ölçülerini çiğneyerek, eski nesillerin düşünce ve inançları üzerine çakılıp kalmanın olumsuzluklarını ve tehlikelerini Kur'ân-ı kerim, çarpıcı tablolar halinde sunmaktadır. Kur'ân'ın orijinal metni, günümüze kadar dokunulmaz olarak intikal etmiş olsa da İslâm'ı, anlamada ve uygulamada dejenere eden geleneksel din anlayışının nasıl oluştuğunu ve hangi evrelerden geçerek bugünkü şekillere girdiğini anlatmadan önce Kur'ân'ın sunduğu bu ibret tablolarını siz değerli kardeşlerimle paylaşmak istiyorum.

 

İslâm'a davet edildiklerinde, Mekke Müşrikleri'nin verdiği karşılık, Zuhruf Sûresi'nin 22 ve 23'üncü âyetlerinde şöyle aktarılmaktadır;

Ekitap için tıklayın

بَلْ قَالُواْ إِنَّا وَجَدْنَآ آبَآءَنَا عَلَى أُمَّةٍ وَإِنَّا عَلَى آثَارِهِم مُّهْتَدُون. (الزخرف/22)

«Hayı, atalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de onların izini takip ederek hedefe ulaşacağız.»İlginç olan; bugün İslâm'ın dışında oldukları apaçık ortadayken, kendilerini bu dinin birer samimi bağlısı olarak gören nice kimseler vardır ki tevhid çağrılarına, hemen hemen aynı cevapla karşılık vermektedirler.”

Ferit Aydın iki temel soru üzerinde konusunu temellendirdi.Dinin geleneksel biçimlere dönüşmesinde tasavvuf neden büyük rol oynadı?Tasavvuf, düşünce ve uygulamada İslâm'ı nasıl etkiledi? Ardından dinin geleneksel biçimlere dönüşmesi konusunda şunları söyledi. “Hz. Peygamber'in ve ashabın döneminde İslâm'ın, hayatı tam anlamıyla kuşattığını görürüz. Mevcut siyer kitaplarını okuyanlar bile bu gerçeği gözleriyle adeta görür gibi olurlar. «Tasavvuf» kelimesinin Kur'ân-ı Kerim'de ve yüz binlerce hadis içinde bir kez bile geçmediğine bakacak olursak, İslâm tarihinin en az 150 yıllık ilk döneminde bu mistik felsefenin hayatı hiç etkilemediğini kesin Surette söyleyebiliriz. Bunun için ayrıca herhangi bir kanıt göstermeye de gerek yoktur. Çünkü aksini ispat etmek mümkün değildir. İslâm toplumunun hayatı ve düşüncesi üzerinde mistisizmin etki yapmaya başlaması, Asr-ı Saadet'ten en az 200 yıl sonraya rastlar. Bu dönemden sonra şüphe yok ki, toplumun hayatını etkileyen daha birçok gelişme yaşanmıştır. Ancak bu gelişmeler arasında tasavvufun yeri çok daha ayrıdır. Çünkü bu mistik felsefe, önce toplumun inancını derinden etkilemiş, ondan sonra da bu etki, hayatın hemen her alanına yayılmıştır. Burada altını çizerek belirtmek gerekir ki; eğer tasavvuf, yabancı ve dış kaynaklı bir akım olmasaydı onu, henüz Hz. Peygamber hayattayken İslâm'ın içinde görmek gerekirdi. Esasen cahiliye döneminde bile Araplarda mistik bir dini yaklaşım yoktu. Onun için Arapların çoğu, mistikleşen Hıristiyanlığa karşı ilgisiz kalmış pagan müşrik idiler. İslâm'a girdikten sonra da mistik düşünceden o kadar uzak kaldılar ki aşamalarla, kısmen haricileştiler, kısmen de rasyonalist mu'tezilî oldular. Nitekim bugün bile arı İslâm özlemiyle yola çıkan ve «selefî» diye bilinen, Kur'ândaki İslâm modelinin savunucuları, daha çok Arap muhitlerinde ortaya çıkmaktadırlar.”

“Araplardan sonra İslâm'a giren İranlılar ve Türkler, kendi eski inanışlarını ve adetlerini büyük ölçüde koruyarak onları İslâm'a kattılar. Örneğin ilk türbenin Samânoğulları (819-1005) döneminde inşa edilmesi gibi…”
“Nitekim İslâm'ın bir hayat nizamı olmaktan çıkıp «geleneksel müslümanlığa dönüşmesi» ancak yüzyılların akışı içinde gerçekleşebilmiştir. Bu ise tasavvufu doğrudan doğruya İslâm'ın yerine koymak değil, bilakis onu İslâm'ın bir parçasıymış gibi algılamanın zaman içinde yaygınlaştığı anlamına gelmektedir. Bunun temelinde ise -doğrudan İslam'a düşmanlık değil-, bilakis bilgisizlik, körü körüne bağlanma, özenti, yanılgılar ve eskiye duyulan özlem gibi duygusal birçok ikincil sebep yatmaktadır ki tasavvufun, İslâm'ı niteliklerinden soyutlayıp onu bir gelenekler kalabalığı haline getirdiği gerçek sebep işte budur.”


Tasavvufun, düşünce ve uygulamada İslâm'ı nasıl değiştirdiği konusunda ise Aydın Şunları söyledi? “Çevirilerle Arapçalaştırılan Yunan felsefesi, elit tabakadan başka kimseyi ilgilendirmemiş, hele toplumun kalabalık tabanını hiç meşgul etmemiştir. Tasavvuf ise İslâm coğrafyasına sızar sızmaz hemen herkesin merakını uyandırmış, toplum tabanının büyük çoğunluğunu etkisi altına almıştır Tasavvuf, İslâm-ı düşünce planında tamamen ruhanileştirmiştir. Bu Suretle onun, hayat damarlarının kesilmesine ve uygulamada sosyal yaşamdan soyutlanmasına yol açmıştır. Bu yüzden günümüzde milyonlarca insan İslâm'ı sırf bir mabet dini olarak algılamaktadır. Bu yaklaşım o kadar kökleşmiş ve kemikleşmiştir ki bugün toplumumuzda aksini ileri sürme cesaretinde bulunan her insan (sıradan bir terörist olarak suçlanmanın ötesinde) dünyanın en aşağılık, en acımasız ve en kanlı tipi olarak damgalanmak, hatta anında linç edilmek gibi bir tehlike ile karşı karşıya kalabilir.”

Konuşmasında tasavvuf kelimesinin bile kuran ve sünnette hiçbir yeri olmadığını birkaç kez dile getiren Aydın;Tasavvufun, akaid metafiziğini ilgilendiren üç ayrı yorumu olduğunu bu yorumların: a) Teorisyenlerin yorumu, b) Tarikat pirlerinin yorumu, 3) Şeyhlerin, müritlerin, sofu ve dervişlerin yorumu olarak üç şekilde ele alınabileceğini söyledi ve bu yorumlar hakkında detaylı bilgiler verdi.Aydın Şöyle dedi; “Bunların ilki sıkı biçimde gizlenmektedir. Arapça açıklamaları ve özellikle Türkçe'ye çevirileri oldukça spkülatif ve ihtiyatlı ifadelerle sürdürülmektedir. İkincisi; -yerine göre- sadece ehline açıklanmaktadır. Bu konuda sır verildiği zaman Hallac-ı Mansur, Şeyh Bedreddin ve Nesimi'nin idamları, –Şems-i Tebrizi'nin öldürülmesi gibi önemli olaylara neden olabilmektedir. Üçüncüsü ise; mistik mitoloji olarak niteleyebileceğimiz menkabelerden oluşmaktadır. Bu yorumun gizli bir yanı yoktur, tam aksine -münasebet olsun veya olmasın- propaganda amaçlı olarak hemen her yerde işlenmesi için çaba harcanmaktadır.Bu üç farklı yaklaşım tarikat çevrelerinde köklü birer gelenek haline getirilmiştir. Bu çevrelerin ilk iki yorumu İslâm'ın iman kurumuna, bu yorumlara ilişkin sır tutma geleneği de İslâm'ın açıklık ilkesine taban tabana aykırıdır. Üçüncü yorum ise İslâm'daki dürüstlük ilkesi ile bağdaşmamaktadır.”

Ferit Aydın konuşmasını şu sözlerle tamamladı. “Tasavvufun Türk muhitlerinde adeta bir paranoyaya dönüşerek İslâm'la yer değiştirmesinin ve geleneksel bir din olarak yerleşmesinin esasen çok önemli bir sebebi vardır. Tasavvufu bu bakımdan hemen hiç bir türk araştırmacısı ele almak istemez. Bu nedenledir ki Türkiye'de din sosyolojisi halâ yazılmamıştır! Çünkü bu sorunla ilintili o kadar çok hassas nokta vardır ki bunların bir tanesini bile gündeme getirmek Türk insanını incitebilir. Ne varki ilmin ölçüleri objektiftir, mutlak adaletin ölçülerine benzemektedir. İlimde hakaret de yoktur, hatır ve kayırma da yoktur. Dolayısıyla ilmin belge ve kanıtlarla deşifre ettiği gerçekler inkâr edilemez ve saygıyla karşılanması gerekir. İslâm tarihinin, farklı zaman dilimlerine serpiştirdiği taşları eğer ustalıkla yan yana getirmeyi başarabilirseniz, çok önemli bir gerçeği çarpıcı bir şekilde görme imkânını bulursunuz. İşte bu gerçek; İslâm'a peşpeşe ilk girmiş üç büyük bağımsız ırkın (Arapların, İranlıların ve Türklerin), siyaset sahnesinde çekişirken, özellikle altını çizmek istiyorum; -İslâm'ı birbirinden kıskanarak- ona farklı üç şekil vermek Suretiyle içinden çıkılmaz bir kargaşayı başlatmış olmalarıdır. İslâm'ın gelenekselleştirilmesi, başta olmak üzere bugün yaşadığımız sorunların esas kaynağı budur. Yüzyıllar süren bu kıskanma ve çekişmenin sonucu olarak İslâm'dan üç farklı yapay din türetilmiştir. Bunlar;

1) Son asırlarda «Vahhabilik» adını alan, Arap-Harici Müslümanlığı,

2) Irkçı Pers mecusiliğinin bıraktığı psikolojik etkiyle yapılandırılan hiyerarşik İran Şii Müslümanlığı,

3) Şamanlığın ve Budizmin derin izlerini taşıyan heterodoks-sufi Türk müslümanlığıdır.

Ancak şu notu zorunlu olarak eklemem gerekiyor; Araplar kendi modelleri için müslüman adını asla kullanmamışlardır ve kullanmamaktadırlar. Ona yine de İslâm adını vermektedirler.
Fakat bu üç geleneksel dinin hiç biri Kur'ân'daki evrensel-devrimci İslâm'ı temsil etmediği gibi, farklı şiddette onun karşısında yer bile almışlardır.
Bu üç farklı model arasında özellikle şamano-budist müslümanlığı hazırlayan faktörler hem çok ilginçtir, hem de Türk olarak bizleri çok daha ilgilendirmektedir. Fakat belirtmeliyim ki bu konuyu ayrıntılarıyla enine boyuna işlemeye ne zamanımız ne de içinde bulunduğumuz şartlar elvermemektedir. Onun için ben konuşmamı burada noktalıyorum.”

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon