3,K
İlmi Ve Kültürel Araştırmalar Vakfı bu hafta Haksöz dergisi yazarlarından Bahadır Kurbanoğlu’nu konuk etti. “Din-Devlet İlişkileri Bağlamında Muhafazakârlık” konulu konferansta öncelikle muhafazakârlığın Batı’daki inşa süreci üzerinde duruldu. Kurbanoğlu:“Muhafazakârlık farklı ülkelerde farklılıklar arz eder ve zannedildiği gibi muhafazakârların hepsi dindar değildirler. Muhafazakârlara göre toplum kendi özünde dinselliği taşır. Dinin özü bireyde ya da tanrıda değil toplumdadır. Esas olan kilise, aile, toplum, gelenek ve devletin devamlılığıdır. Bu da beraberinde muhafazakarlığın “mistifikasyon”laşma sürecini getirmiştir.” dedi.
Konferansta Osmanlı coğrafyasında muhafazakârlık düşüncesinin tarihi seyri üzerinde duruldu. Özellikle eğitim ve öğretimin büyük ölçüde ulemanın etkisinden çıkmasıyla Osmanlı’da 1900’lü yılların başında edebiyat ve felsefe çevrelerinde gençlerin bir kimlik arayışı içinde olduklarına değinildi. “Daha sonraları Jön Türkler olarak anılacak genç neslin Avrupa’da eğitim almaları oradaki birçok düşünceyi ve felsefi akımı içselleştirerek kendi bölgelerine taşımalarına vesile olmuştur.” denildi. 19. yy sonları 20. yy başlarında Tanzimat’la başlayan sürece vurgu yapılarak, “Devleti nasıl kurtarabiliriz” sorusu çerçevesinde değişik fikir akımlarının irdelendiği üzerinde duruldu. O dönemde Muhafazakâr düşüncenin oluşumunda ilk olarak Bergson’un fikirlerinin esas alındığı, Mustafa Şekip Tunç, Yahya Kemal, Peyami Safa, Hilmi Ziya Ülken gibi simaların Bergson’u ve fikirlerini tanıtmada öncülük ettikleri hatırlatıldı. Çarpıcı bir örnek olarak Muhafazakârların sıkça kullandığı 1000 yıllık tarih vurgusunun dahi birebir Fransa’dan (Fransız tarihçilerden kotararak) alındığı ifade edildi.
“Türkiye’de muhafazakârlık düşüncesi Bergson’un fikirlerinin işlenmesiyle oluşmuştur.” diyen Kurbanoğlu, muhafazakârların diğer bir söyleminin de nostaljik tarih yorumu üzerinde olduğu ve onların söylemlerinde sıkça “Tarihe bakışımızı değiştirmeliyiz.” vurgusunun ön plana çıktığına dikkat çekti. Türkiye’de özellikle Kubbealtı Akademi Mecmuası ve Dergâh dergisi çevresinin bu sürecin öncülünü yaptığı dile getirilen konferansta, muhafazakârların mistik ve ahlaki değerleri savunmalarının “alternatif Batılılaşma”nın araçsal ürünlerini ortaya koymak anlamına geldiğini”, oysa değerleri mistifike ederken tasavvufa yaslanan Muhafazakârların hiçbirisinin özsel anlamıyla tasavvufçu olmadıklarına değindi. Ama herbirinin tasavvufa bir araç olarak baktıklarını vurguladı. Kemalist inkılâplara karşı gibi durmalarına rağmen aslında inkılâpları “mistifike” edip altını doldurarak, Kemalist sürece bir “ahlaki altyapı” kazandırdılar. Batılılaşmanın bir gereği olarak aslında muhafazakârlar hiçbir konuda Kemalizm’e alternatifliği savunmamışlardır. Aksine özellikle İnkılapların milliyetçi yönüne ve Ümmetçi algıdan kopuşta gösterdiği başarıya övgüler düzmüşlerdir. Örneğin birçoğu; 27 Mayıs ve 12 Eylül’ü sahiplenmişlerdir.
Öte yandan İslamlaşmanın ve ıslahın da önüne derin setler çekmişler; vahyi merkeze alan bir inşa sürecinin sürekli karşısında olmuşlardır. Mesela dindar-muhafazakarların bir çoğu Mevdudi’yi “merdudi”likle suçlamışlar, Seyyid Kutup mezhepsizliğine ve ülke için oluşturacağı tehlikelere dikkat çekmişlerdir. Onlara dönük “kökü dışarııdalık” yakıştırması da Türkçü-kültürcü muhafazakârlara aittir. Oysa sahip oldukları tarih, toplum ve sistem ve hayat perspektiflerinin kökleri de “alternatif batılılaşma” tezlerinde yatmaktadır.
Mesela bir yandan Reşid Rıza’nın “İslam devleti” kavramsallaştırmasını modernist bir niteleme olmakla suçlarken, Modern devlet kurgusuna yamanarak siyaset üretmekte ve bu kurguyu sahiplenmekte bir beis görmemişlerdir. “Ulus”u “Millet” yapmakla, pozitivist tarih kurgusunun karşısına yine üretilmiş kurgusal Osmanlıcı-ebed müddet devletçi tarih algısını yerleştirmekle sekülerleşme sahasına katkıdan başka bir şey sağlamamışlardır. Onların sapla samanı birbirine karıştırmaktaki mahareti, Sol Kemalizmin karşısına gerçek anlamda şirk içeren Sağ Kemalist bir hayat telakkisi ve siyaset anlayışını yerleştirmiştir.”
Muhafazakârlığın Türkiye’deki tarihi seyri ve üstlendiği fonksiyonlar üzerinde duran Kurbanoğlu sözlerine şöyle devam etti. “Türkiye’de 1950’den itibaren muhafazakârlık siyasi karışıklıklar içerisinde kendi yapısına bir çözüm bulmaya çalışmıştır.. Çünkü Kemalizm’e alternatif olamamışlar süreç içerisinde Kemalizm’e eklemlenmiş ve Kemalizm’i beslemişlerdir. Bu meyanda karşıtına sığınmanın formüllerini üretirken kültür-siyaset ayrımına da özen göstermişler, böylelikle dini yaşamakla siyaset etmenin arasına kapatılması güç bir uçurum yerleştirmişlerdir.
Muhafazakâr tepkilerin kılık değiştirerek halen devam ede geldiğinin örneklerini de sunan Kurbanoğlu, 28 Şubat sürecinde muhafazakâr gazetelerde yer alan ve TSK için kullanılan “Peygamber ocağı” terkibinden örnekler verdi.
Muhafazakârların ürettiği “Gerçek laiklik” “Gerçek Kemalizm” söylemlerine de değinen Kurbanoğlu, Pozitivist laikliğe herkes karşıdır fakat ancak alternatifin ne olduğu konusunda bir belirginlik yoktur. Sorun şuradadır. Muhafazakâr sağcı siyasetin laiklik algısı da sekülerdir. Tek fark dinin bireysel anlamda yaşama hakkı vardır. Dindar halkın dimağındaki milliyetçi söylemi halka 1950’lerden itibaren sağcı muhafazakârlar yerleştirmiştir. Hâlbuki vahye göre dini alan diye bir alan yoktur. Vahye göre bütün alanlar dini alanlardır.” Dedi.
Türkiye’deki muhafazakâr söylemi inşa etmeye çalıştığı şey bir gerçekten “maruf” mudur yoksa tam aksine “şirk” midir diye düşünmek gerekir. Bu bağlamda Türkiye’de tevhidi sürecin önündeki en önemli engellerden birisi sağcı muhafazakârlardır. Nostalji muhafazakârların üretimidir. Cennet mekân Abdulhamid Hanlar, Fatih’ler, “Bir Devrin Mazlumları”, Kara Murat’lar vb buna örnektir. Bunların benzerleri Fransız tarihçilerinde de vardır.
Muhafazakârlık ile liberalizmin her zaman atbaşı gittiğine de değinen Kurbanoğlu konferansın son bölümünde muhafazakârlığın felsefi altyapısı güçlü bir sapma olduğuna dikkat çekti. Kurbanoğlu sözlerinin sonunda muhafazakârlık hakkındaki tespitlerini ifade ederek şunları söyledi: “Otoriteyi ve düzeni koruma çabası olan muhafazakârlık omurgasızdır. Bu sebeple muhafazakâr-liberalizm dünya siyasetini belirlemede de güçlü bir yere sahiptir." dedi