Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa CUMA KONFERANSLARI ´Sistem İçi Mücadelede Politikalar, Dönen Oyunlar ve Müslümanlar´ -3-

´Sistem İçi Mücadelede Politikalar, Dönen Oyunlar ve Müslümanlar´ -3-

by İlkav Editor
3,2K 👁
A+A-
Reset

“İşgal Altındaki Müslümanlarla İlgili AKP Politikaları ve Müslümanlar”

 
İLKAV Konferans Salonunda 14. 05. 2010 günü gerçekleştirilen Cuma Konferansında Mehmet Pamak, “İşgal Altındaki Müslüman Halklarla İlgili AKP Politikalarını ve Müslümanların Konumunu” ele aldı.
 
Bu konferansın üçüncü bölümünün metni aşağıdadır:
 
Filistin’e yönelik söylemsel Ak Parti desteği de artık çok bir şey ifade etmiyor,
Türkiye’nin İsrail’e de tam desteği devam ediyor
 
Evet, gelelim Filistin’e. Filistin’de Siyonist işgal ve katliam 60 yılı aşkın bir zamandan bu yana tüm acımasızlığı ve soykırımcı vahşetiyle sürüyor. Buna rağmen hiç olmazsa Filistin’de Ak Parti politikaları, Pakistan’da, Afganistan’da, Çeçenistan’da ve Irak’taki işgalci, katliamcı Rusya, ABD ve NATO paralelindeki AKP politikalarından daha farklıdır diye bir umuda kaplıyorsunuz kimi söylemsel çıkışlarından kalkarak, ama uygulamadaki işbirlikçiliğe bakınca eliniz böğrünüzde kalıveriyorsunuz. Diğer dört ülkedeki işgalcilerin yaptıkları katliamlara “teröre karşı ortak mücadele” adı altında işbirliği yapıp destek sunarak meşruiyet kazandırıcı, görmezden gelici, hatta Afganistan’da asker de göndererek ve işbirlikçi ordunun askerlerini eğiterek doğrudan doğruya destek sunan, katillerle iş birliği yapan, tek yanlı haksız emperyalist savaşa katkıda bulunarak elini Müslümanların kanına bulamış bir durumdadır AKP hükümeti.
 
Ve değerli kardeşlerim!
Diyorduk ki hiç olmazsa Filistin’de şimdilik söylemde de kalsa zulme itiraz ediyorlar. Ama gelişen olaylar ferasetle değerlendirildiğinde, sanki çeşitli konjonktürel sebeplerle ve AKP hükümetli Türkiye’ye bölge Müslüman halklarının İslam algılarını ve siyasal tercihlerini, yaşam biçimlerini küresel kapitalist sistemle uyumlu bir istikamette dönüştürmek için model olma konumu uygun görüldüğü için, bu etkinin daha tesirli olması bakımından, İsrail’le ilişkileri kesmeden, tam tersine bütün ekonomik, istihbari ve askeri anlaşmaları sürdürerek ve Filistin direnişini de uzlaşma ve anlaşmaya ikna etmede daha tesirli olması için İsrail’e karşı kimi söylemsel eleştiriler yapılması müsamaha edilmiş bir alan olarak bırakılmış gibi görünüyor. Keza bir başka gelişme de bunu desteklemektedir. Artık küresel sistemin aktörleri, ABD, AB ve Rusya açısından bile, İsrail’in fazla aşırı gitmesi artık rahatsızlık uyandırıyor. Dünya insanlığının gözleri önünde cereyan eden saldırganlıkları, sivil katliamları, Gazze halkına yönelik savaş suçu niteliği taşıyan saldırı, abluka ve kuşatmaları, İsrail’in bu suçlarını tespit edip kınayan BM raporları kendi halklarında da büyük tepki alması sebebiyle birçok Avrupa Birliği ülkesi yönetimlerinin de tepki vermesine yol açmış ve İsrail’in giderek dünyada yalnızlığa sürüklenmesine de yol açmış bulunuyor. Ayrıca, Amerika’nın içinde OBAMA kanadı da İsrail’le ilişkilerinde bir takım rahatsızlıklar yaşıyor. Tabii tüm bunlar İsrail’i terk etmeleri sonucunu, onu sahiplenmekten vazgeçmeleri sonucunu doğurmuyor, hatta hala destekleri sürüyor. Ama yine de onların da, İsrail’in kendilerine sürekli dayatma yapması, sürekli kendilerini zorlaması bakımından sıkıntıları var. İsrail’in hiç değilse söylem düzeyinde hırpalanması, eleştirilmesi onun da bir miktar terbiye edilmesi bakımından işlerine geliyor olabilir.
 
Dolayısıyla İsrail’e hiçbir yaptırım uygulamaya varmayan, sadece söylemde kalan bir takım ifadeleri AKP hükümetinin kullanmasına müsamaha gösteriyorlar diye düşünüyorum. Hatta yukarıda ifade ettiğim sebeplerle işlerine bile geliyor diyebiliriz. Ayrıca AKP hükümeti ve Erdoğan bu çıkışlarla ülkesinde ve bölgede kahramanlaşıyor. Kahraman bir lider haline gelip, Ortadoğu halklarını ve Türkiye Müslümanlarını dönüştürebilecek misyonunu daha rahatlıkla yerine getirebilecek bir seviye ve etki gücü kazanıyor. İşte bence müsamaha edilen bu alanda, AKP öncüleri şüphesiz ki vicdani, insani duyarlılıkları da müsait olduğu ve böyle bir tutumu kendileri de benimsedikleri için bu tür itiraz ve eleştirileri İsrail’e yöneltiyorlar, ama küresel güçleri de karşılarına almamak için sadece söylemde bırakıp arkasında atılması gereken tek bir somut adım atmıyorlar. Biz bunu her zaman söyledik. Yani işte Davudoğlu’nun da Erdoğan’ın da, Abdullah Gül’ün de bunlara karşı böyle bir insani ve vicdani tepki gösterme duyarlılıkları şüphesiz ki vardır. İşte bu duyarlılıklarla, küresel gelişmelerin konjoktürel müsamaha etme pozisyonu örtüşünce, İsrail’e yönelik hiç değilse söylemler düzeyinde bir şeyler ifade ediyorlar.
 
Ama sıra müttefik olarak algıladıkları, ABD, NATO, Rusya vb.nin işgal ve katliamlarına gelince, hem kendileri aslında bu görevlere gelmeden önce Afgan, Çeçen halklarına karşı da iç dünyalarında barındırdıkları, eylem ve söylemlerinde yansıttıkları bütün bu duyarlılıklarını terk edip, siyasi çıkar eksenli pragmatizmle, işgal atındaki Müslüman halkların aleyhine bir konumu benimseyip, emperyalist müttefikleriyle “teröre karşı ortak mücadele” jargonu altında zulme ortak oluvermekteler. Üstelik onlarla birlikte aynı gerekçelerle birçok Müslüman çevre de bu politikalara eklemlenip aynı halklara karşı duyarlılıklarını tarihe gömmekten kurtulamamaktalar. Hatta bugün, Afganistan, Çeçenistan, Pakistan ve Irak’taki, Rusya ve ABD-NATO işgal ve katliamları karşısında AKP politikalarının etkisiyle edilgenleşenler, sessizliğe gömülüp pasifize olanların bir kısmı geçmişte Rusya işgaline karşı başta Afganistan olmak üzere o bölgelere gidip “cihad”a fiili destek verecek derecede duyarlılıkları yüksek kesimlerdi. 28 Şubat şokunun ardından AKP iktidarının getirdiği kimi nimetlere kavuşmuş olmanın rehavetiyle onun politikalarına eklemlenip bu bölgelerdeki işgal ve katliamları unuttular. Bir kısmı da, tam tersine buralardaki ABD-NATO ve Rusya işbirlikçisi kukla yönetimlere aynı sebeple meşruiyet kazandıracak politikaların, projelerin ya suskunlukla dolaylı ya da doğrudan rol üstlenerek direkt destekçisi konumuna sürüklenmekten kurtulamadılar.
 
Afganistan, Çeçenistan ve Irak İşgal Altında ve Katliama Muhatap Değil mi?
 
İşgalci terör devleti İsrail’in Gazze saldırısında 1400 masum insanı katletmesine gösterilen haklı ve vicdanlı tepki neden daha çok sayıda masum insanın katledildiği Afgan, Çeçenistan ve Irak halkları için gösterilmiyor? Yoksa onlar mazlum halklar değil mi? Bu ülkeler de işgal altında değil mi? Misket bombaları, papatya biçenler ve fosfor bombası misali kitle imha silahları Afganistan’da da düştüğü her yeri ve tüm canlıları yakıp yıkmıyor, vahşi katliamlar yapmıyor mu? Amerikan uçakları Pakistan’da ve Irakta da katliam yapmıyor mu? Rus katil orduları Çeçenistan masum Müslüman halkın kanını dökmüyor mu? Bütün bu işgal topraklarında, on binlerce sivil masum halk ve binlerce bağımsızlık mücadelesi veren İslami direnişçi, işgal güçleri tarafından kendi topraklarında, haksız yere ve alçakça katledilmiyor mu? Gazze katliamına ve İsrail’e haklı ve vicdanlı tepkiler gösterip, ABD ve NATO’nun Afganistan ve Irak’taki katliamlarına suskun kalmak, hatta desteklemek, üstelik mazlum halkın onurlu direnişçilerini “terörist” olarak nitelemek büyük tutarsızlık, çirkin bir çelişki ve çifte standart değil mi?
 
AKP yönetiminin olumlu adımlarını takdir edip desteklemek, yanlış olan politikalarını eleştirmeye engel oluyorsa, ortada topyekûn teslimiyet hali ve tam anlamıyla eklemlenme durumu var demektir. Bu konuma sürüklenmememizin yolu, darbecilere, despotizme, oligarşik diktatörlüğe karşı hak, adalet ve özgürlük mücadelesinde AKP yönetimiyle fiili müttefik gibi olsak bile, başka ülkelerde ABD, NATO ve Rusya ile ittifak halinde Müslümanlara yönelik katliamlara katılmalarına ya da suskun kalmalarına ve bölge Müslüman halklarını dönüştürmeye, kapitalist sisteme eklemlenmiş, Protestanlaştırılmış İslam anlayışı oluşturmaya dair emperyalist projelere alet olmalarına yönelik itiraz ve uyarı sorumluluğumuzu ertelememekten geçer.
 
Aynı Emperyalistler Ülkemizi İşgal Ettiğinde, Halkımıza Yardımını Esirgemeyen
Afgan Halkına Vefanın Gereği, Bugün Onlara Saldıranlara Destek Vermek mi Olmalı?
 
Afgan, Çeçen, Irak İslami direnişine “terörist” diyen ABD, Batı, NATO ve Rusya HAMAS’a da “terörist” demiyorlar mı? Onlar için sapkın seküler Batı değerlerine teslim olmayan, kapitalist emperyalizme, işgale ve katliamlara karşı çıkarak bağımsızlık ve özgürlük isteyen herkes “terörist”tir. Bu sebeple, bu ülkelerle “teröre karşı ortak mücadele” adı altında ittifak ederek, Taliban’ı ve Çeçen mücahidlerini, Irak’taki direnişçi Müslümanları emperyalist jargonla “terörist” ilan eden Türkiye yönetiminin, HAMAS’ TAN yana söylemler geliştirmesi çelişki değil midir? AKP hükümeti ve Cumhurbaşkanının bu katil ülkeler ve işbirlikçi yönetimlerle “teröre karşı ortak mücadele” çağrısı yaptıkları süreçlerde Afganistan, Pakistan, Çeçenistan ve Irak’ta da gerçek terörist ABD, Batı, NATO ve Rusya’nın katil orduları, bu ülkelerin Müslüman mazlum halkların üzerine bombalar yağdırıp katliamlar yapmayı, yani gerçek anlamıyla terör estirmeyi sürdürmüyorlar mı?
 
Hâlbuki Türkiye’nin Batılı emperyalistlerce askeri işgale muhatap kılındığı süreçte, tüm fakirliğine rağmen Afgan halkı maddi yardımları ve dualarıyla Türkiye halklarının yanında yer almış, Türkiye’nin emperyalizme karşı savaşını desteklemişti. Bugün aynı emperyalist güçlerin Afgan halkının topraklarını işgal edip, toplu bir biçimde katliamlar gerçekleştirdikleri bir süreçte, ideolojik işgal altındaki Türkiye’nin emperyalistlerin safında yer alıp, işgalci, katliamcı gücün içinde asker bulundurması, dost Müslüman Afgan halkını ve bağımsızlık için mücadele eden direnişçi evlatlarını katleden emperyalist devletlerle işbirliği yapıp üstelik direnen Afganlıları “terörist” olarak suçlaması insani erdemlerle, ahlaki ölçülerle ve İslami duyarlılıklarla hiçbir mazeretle bağdaştırılamayacak utanç verici bir durum değil midir?
 
Siyonist Terör Devletinin OECD’ye üyeliğine onay veren AKP hükümeti, neden Müslüman çevrelerden yeterli tepki almadı?
 
Değerli kardeşlerim!
Küresel kapitalist sistemin Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) adında bir kuruluşu var. Bizim için hiçbir meşruiyet değeri yok. Ama küresel kapitalist sistemin dünya hegemonyasını sürdürürken kullandığı önemli araçlardan biri olan bu örgüte yirmi yıldır İsrail de, hem siyasal, hem de ekonomik yeni imkanlar ve meşruiyet katkısı sağlamak amacıyla girmeye çalışıyor ve giremiyordu. Örgütün sözde kalan bir ilkesi de var, insan hakları ihlalleri yapanları bu örgüte almamak. İsrail yirmi yıl sonra, birkaç hafta önce OECD’ye kabul edildi ve bir meşruiyet daha kazandırıldı. Buna engel olmak için “one minute”ci Tayyib Erdoğan’ın yani TC hükümetinin veto hakkı vardı. Türkiye’deki ve dünyadaki insan hakları kuruluşları, birçoğu AKP politikalarına eklemlenmiş kimi STK’lar bu konuya özel ziyaretler, özel açıklamalar yaptılar. Hatta Avrupa’dan gelip hükümetle görüşenler ve bu konudaki büyük sorumluluğunu hatırlatanlar oldu. “Ne olur veto edin” diye rica ettiler. En azından İsrail’e bir takım yaptırımları şart koşun, bunları yapmadıkça bu üyeliği onaylamayın diyenler de oldu. Buna rağmen, Filistin lehine hiçbir somut attırmadan, Amerika’nın AKP’ye baskısıyla ve tamamen hediye olarak bu üyelik İsrail’e verildi
 
İsrail basınının haberine göre, Türkiye hükümeti Amerika’nın baskısıyla onay vermeyi kabul ediyor ama “tamam onaylayalım ama yardım konvoyunun Gazze’ye geçmesine izin verilmesini sağlayın” diye bir de ricada bulunuyor. Arap ve ülke kamuoyundaki konumunu kurtarmak adına, ama bu konuda da sonuç alıp almadığı henüz belli değil. Velev ki bu konuda bir sonuç alsalar ne yazar ki? Hatırlayın buraya gelen HAMAS ve İslami Cihad temsilcileri ne demişlerdi? Sizlerin bizlere gönderdiğiniz maddi yardımlarınız için Allah arzı olsun, halkımızın bunlara çok ihtiyacı var ve size dua ediyorlar. Ama şunu bilin ki, kendi ülkenizdeki yönetimlerin İsrail terör devletine askeri, ekonomik, siyasal destekler vermesine yönelik itiraz ve engelleme çabalarınız ve bu konularda somut adımlar atmaya zorlamanız, bizim ve halkımız için maddi yardımlarınızdan daha önemli ve daha önceliklidir. Çünkü sadece bizim karnımızı doyurmanızla sınırlı kalan yardımlarınızla, sonuçta sizin hükümetinizin de desteğine sahip terör devletince en fazla, aç karınla değil de tok karınla öldürülmemizi temin etmiş olursunuz.
 
Evet, haklı olarak bizden maddi yardımdan daha önemli bir şeyi, yerli hükümetlerin İsrail’e destek konusunda geri adım atmaya zorlanmasını ve İsrail’le iş işbirliğinin bitirilmesini talep etmişlerdi, ama biz Müslümanlar olarak bu konuda tamamen suskunluğa gömüldük ve gerçekten utanç verici bir zillet içerisinde sesimizi çıkartmadan olayları takip eder hale geldik AKP politikaları bu kadar Müslümanları etkiledi.
 
İsrail’de yayınlanan Ahranot’a göre, oylamadan önce Türkiye’den gelen mesajlarda Gazze’ye yardım konvoylarının transferinin yeniden gözden geçirilmesi ve böylece Arap dünyasından gelen eleştirilere karşı Ankara’nın elinde bir koz olsun istenmiş düşünebiliyor musunuz? Eğer doğruysa çok çirkin değil mi? Üstelik eğer doğruysa, Ahranot Gazetesi Türkiye’nin İsrail’in yardımların Gazze’ye girişine izin vermesi durumunda, hükümetin de Gazze’ye gidecek gemilerin gidişini önleyebileceğini Telalviv’e bildirdiğini iddia ediyor. Erdoğan ise, İHRC heyetine, İsrail’in 1967 sonrası işgal ettiği topraklarda yaptığı yatırımların o toprakların İsrail’e ait olduğu anlamına gelmeyecektir diye bir şerh düşerek onay verdiklerini açıklamış. Gerçekten pes dedirtecek eften püften açıklamalarla bu büyük suç örtülmeye çalışılıyor. Gerçekten bu kabil basit ve anlamsız şerhlerle yetinerek 20 yıldır beklediğini İsrail’e vermişler, yazıklar olsun, hatta yuh olsun.
 
İsrail’in OECD’ye üyeliğine Avrupa’da bile protestolar yükseldi. Ama çoğunluk duyarlı kesimlerin AKP politikalarına eklemlendiği Türkiye’de ise maalesef sadece Özgür-Der’den bir yazılı açıklama yapıldı. Biz de bu gün burada İLKAV olarak bir daha tavrımızı koyuyoruz.
 
Bildiğiniz üzere yakın zamanda İstanbul’da bazı kuruluşlar masa başı bir basın açıklaması yaparak AKP den İsrail’in OECD’ye üyeliğini veto etmesi talebinde bulunmuşlardı. Hâlbuki bunu yapacaklarına, kitlesel meydan tepkisi ile tezkereye onay vermemeye çağrı amacıyla yaptığımız gibi hep birlikte tavır koyabilseydik, belki ancak o zaman tezkerede alınan sonuç gibi sonuç alınabilirdi. Tezkerede hep birlikte meydanlara çıktık ve tezkereyi sevk eden AKP’yi hedef aldık, bunu yaparsan sen katillerden olacaksın, elin Müslüman kanına bulaşacak dedik ve uyardık. Erdoğan başta olmak üzere AKP yönetimi bundan kesinlikle razı olmamışlardı ve Amerika’yla ilişkiler adına onlar illa tezkerenin çıkmasını istemişlerdi. Ama bazı milletvekilleri bu eylemliklerden, toplu uyarılardan ve kendileri ile kurulan temaslarla gerçekleşen uyarılardan etkilenmişler ve AKP yönetimini değil vicdanlarını dinleyerek oyunu bozacak oylar kullanmışlardı. Ama sonuç, hem AKP’nin, hem Türkiye halklarının hayrına bir sonuç olmuştu. Hem de Müslümanların istediği olmuş, Müslümanların da stratejilerine uygun ve hayırlı bir sonuç olmuştu. Aksi olsaydı, yani Erdoğan ve AKP yönetiminin istediği olsaydı, emperyalist Amerikan’ın yüz bin civarında askeri Türkiye-Suriye sınırı boyunca konuşlanacaktı ve Türkiye’den Irak’a saldıracaktı. Ve bu katil askerlerin bir kısmı belki de Türkiye’de bu yıllara kadar hala var olmaya devam edecek, Türkiye karma karışık olacaktı, Irak’ta yaşananlara benzer olaylar bu ülkede de yaşanacaktı. Demek ki, hep birlikte tüm Amerikan savaşı karşıtlarıyla da beraber biz Müslümanlar ne kadar önemli bir olayı kitlesel tepkilerle önleyecek bir tavır ortaya koymuştuk ve sonuçta AKP’yi buna zorlamıştık. İktidarlar, kitlesel halk tepkisinden hem etkilenmekteler, hem de kendilerine muhataplarına karşı ellerini güçlendirecek ve etkilerini arttıracak bir argüman verilmektedir. Nitekim Filistin konusunda da aynı şey olmuş, meydan eylemlerinin yüreklendirmesiyle Tayyip Erdoğan “one minute” çıkışlarını yapabilmiş, dış güç eleştirilerine karşı da “halkımın duyarlılıklarının aksine davranamazdım” demek durumunda kalmıştır. Yani söylemsel bir tepki göstermesine bile halkın meydanlardaki kitlesel tepkileri yön vermişti.
 
Kardeşlerim!
Aramızda ilkesel bir mutabakat ve dayanışma olan Özgür-Der, “one minute” çıkışından sonra AKP ye destek vermek için TC bayrakları açarak hava meydanına koşmuş, “ortak akıl” hareketi ile “laik demokratik hukuk devleti istiyoruz ne bir eksik ne bir fazla” diyebilecek konumlara kayabilmiş ve benzeri tavırlarla AKP yandaşlığı ve sistem içi değişime eklemlenme konusunda sabıkalı olan kesimlerle, anayasa değişimi konusundaki ve OECD’ye İsrail üyeliğine veto talebi hakkındaki basın açıklamalarında birlikte hareket etmiş olduğu halde, sıra AKP’nin İsrail’in OECD üyeliliğine onay vermesine tepki göstermeye geldiğinde, bilemediğimiz bir sebeple Özgür-Der tek başına bildiri yayınlamıştır. Diğerlerinden ise, İsrail’e 20 yıldır beklediğini bir çırpıda veren bu AKP politikasına yönelik herhangi bir tepki açıklaması duymadık. Biz de bugünkü Cuma konferansımızı bu konuya tahsis ettik. Bakın Özgür-Der’in o haklı ve onurlu bildirisini, saygı duyduğum, takdir ettiğim, tasdik ettiğim, altına imza attığım bildirisini paylaşarak bazı kısımlarını sizlere de okumak istiyorum.

“İsrail’in OECD üyeliği meselesinde Türkiye Cumhuriyeti devleti yeni bir yanlışa, zulme imza atmıştır. Uzun bir zamandır OECD üyeliği için uğraş sarf eden Siyonist İsrail’in üyelik müracaatı, Türkiye de dahil olmak üzere hiçbir OECD üyesi tarafından veto edilmediği için kabul edilmiştir. Şüphesiz İsrail’e üyelik yolunu açan bu utanç verici tutum ırkçı işgale ve Siyonist katliamlara dolaylı destek anlamına gelmektedir. İşgal ve katliamlarla bölgede yer edinmeye çalışan İsrail’in sık sık “insan hakları karnesi”ndeki zayıflarını hatırlatan AK Parti Hükümeti’nin, İsrail'in OECD'ye üyelik sürecinde takındığı bu gayri ahlaki ve pragmatik tutumu açık bir işbirlikçilik suçu olarak görüyoruz. AK Parti Hükümeti’nin Siyonist İsrail ile ciddi hiçbir hesaplaşmaya girmeden, askeri ve diplomatik yaptırımlar alanına asla girmeksizin sürdürdüğü kamuoyuna yönelik popülist siyaset Siyonist çetenin OECD üyeliğinin veto edilmemesi ile resmen duvara çarpmıştır. Bu tavrıyla hükümet, İsrail’e karşı sadece söylem düzeyinde kalan bir siyaset yürüttüğünü ve zulme karşı ciddi, cesur ve samimi olmadığını ikrar etmiştir.

“Şüphesiz kapitalist dünya sisteminin bir organı olarak OECD’nin varlığını ve işlevini asla meşru görmemekle birlikte, Siyonist çetenin uluslar arası arenada kendisine alan açma çabalarının bir adımı olarak gördüğü bu üyelik girişiminin geri çevrilmesinin gerekliliğini vurgulamıştık. İsrail’in ırkçı ve işgalci militarizmine uluslar arası alanda yeni bir meşruiyet ve hareket imkanı açarak diğer üyeler gibi TC hükümeti de ırkçı ve işgalci militarizme zımnen onay vermişlerdir. Hükümetin bu onay karşılığında İsrail'den birtakım taleplerde bulunulduğuna ilişkin söyleminin hiçbir tutarlılığının olmadığının ve İsrail isimli çetenin hiçbir şartla meşrulaştırılmaması gerektiğinin altını çiziyoruz. Filistin halkının beklentisinin, İsrail'den sadır olabilecek birtakım lütuflar olmayıp, Siyonist çeteye ilkesel tavır almak olduğu görmezden gelinemez.

“Filistin’de yaşanan işgal ve cinayetlerden sadece Siyonist çeteciler değil bu suçlara diplomatik ve iktisadi destek verenler de sorumludur. Filistin’e söylemleriyle, Siyonist İsrail’e ise diplomatik, askeri ve iktisadi eylemleriyle destek olanlar adalete ve kardeşliğe hizmet edemezler. Filistin, siyaseten pirim yapmak için bir atlama taşı olmadığı gibi Siyonist İsrail ile yakınlaşmak da ahlaken, siyaseten faturası kolayca ödenebilecek sıradan bir konu değildir.”

 
AKP politikalarına eklemlenmeden, özgün tevhidi stratejimizle toplumun önünde
En sahici alternatif olma konumumuzu ısrarla korumalıyız
Evet, değerli kardeşim Rıdvan Kaya’nın imzasını taşıyan bu Özgür-Der bildirisinde, “Filistin, siyaseten pirim yapmak için bir atlama taşı değildir” deniliyor ve son derece haklı ve ilkeli tespit ve uyarılar yapılıyor. Ama diğer kesimler, bir kısmı belki de vakit bulamadıkları için, kimisi de “bir hikmeti vardır, ne yapsınlar demek ki ancak bu kadar yapabiliyorlar” türü mazeretler üretip susmayı tercih ediyor olabilirler. Biz de daha önceki uyarılarımızı tekrarlayıp diyoruz ki; Ey Müslümanlar AKP hükümetinin NATO, ABD ve Rusya müttefiki olarak Afganistan, Pakistan, Çeçenistan ve Irak’ta gerçekleştirilen işgal ve sivil halklara yönelik, çocuk, kadın yaşlı ayırmadan gerçekleştirilen katliamlara, “teröre karşı ortak mücadele” adı altında verdiği direkt ve dolaylı destek karşısında, bütün bunları görmezden gelir bir konuma sürüklenmek biz Müslümanlara yakışmamaktadır.

Evet, AKP’nin sadece Filistin konusunda çeşitli bölgesel ve küresel nedenlerle müsamaha edilen ve sadece söylemde kalan tepkilerine paralel çabalara hapsolmak Müslümanlara yakışmamaktadır. Nedense bazı Müslümanların gündemlerine sadece Filistin, Gazze konusu girmekte. Müslümanların yardım kampanyaları ve eylemleri sadece Filistin ve Gazze konusunda yoğunlaşmakta. Tabiî ki bunlar gerekli ve önemli, bizde destekliyoruz, üzerimize düşeni de yapmaya çalışıyoruz. Ama bunlar, ümmete karşı bütüncül sorumluluklarımız yanında son derece yetersizdir, hatta dikkatli ve ferasetli davranılmadığında vicdanları rahatlatarak diğer alanlardaki daha büyük ve daha yaygın işgal ve katliamlara sessiz kalmanın bir kamuflajı ve oyalamacasına da dönüşebilir.

Filistin ve Kudüs’teki işgal, Gazze’deki kuşatma ve zaman zaman gerçekleşen saldırılar, tabii ki yüreklerimizi yakacak ve ümmetin onuruyla özdeş olan Aksa ve onun onurlu bekçileri için bizi seferber etmeye devam edecektir. Ama unutmamamız gereken şey, Afganistan, Pakistan, Çeçenistan ve Irak’taki kuşatma, açlık, sefalet, katliam ve işkenceler, Ebu Gureyb misali cezaevi dolusu tutuklular, çocuk, kadın, sivil katliamları, mülteci sefaleti ve benzeri bakımından Filistin’de Gazze’de yaşanılanın bin misli boyutta denecek acılar, ıstıraplar, ölümler, işkenceler, kitlesel vahşetlerin de bizi aynı derecede seferber etmesi gerektiği hususudur. Neden Filistin ve Gazze sürekli Müslümanların gündeminde olurken, bunlar görmezden gelinmektedir sorusunu hepimiz kendimize sormalıyız. Tabii ki, Aksa ve Kudüs’ün ümmet için özel bir yeri vardır, ama fark bu kadar mı olmalıdır? Birisi sürekli gündemdeyken, diğerlerinin tamamen unutulması şeklinde mi tezahür etmeli bu fark?

Ben şahsen, tabii muhtemel tepkileri de dikkate alarak, kendimi iyi niyetli yorumlara ne kadar zorlasam da, bu konunun, bu Müslüman çevrelerin AKP politikalarına endekslenmeleri ve eklemlendikleri AKP’ye göre davranmayı tercih etmeleri, özgün İslami stratejilerinin olmaması dışında anlamlı bir izahını bulamıyorum. Kim kızarsa kızsın ve kim benim söylemediklerimi de bana yamayarak hangi ağır, haksız eleştirilerde bulunursa bulunsun, yine de bu konuda ulaştığım kanaatimi, bu kesimler kendilerini düzeltme ihtiyacı duymadıkları sürece, emri bil maruf sorumluluğum gereğince söylemeyi, Allah için uyarmayı sürdüreceğim. Diğer Müslümanların da aynı şekilde bizi uyarmaları ve hatalarımızı böyle somut bir biçimde göstererek eleştiri sorumluluklarını yerine getirmeleri onlar üzerindeki hakkımız olup, bu hakkımızı da onlardan talep ediyoruz.

Görebildiğim ve okuyabildiğim kadarıyla AKP küresel ve yerel bağımlılıklar ve kuşatılmışlık altında kapabildiği rol kadar inisiyatif kullanabilmekte ve insani vicdani tavırlarını ancak bunlarla sınırlı olarak yerine getirebilmektedir. Diğer alanlarda ise, yerel ve küresel zalimlerin etkisi altında halkı devreye sokup arkasına alacak bir beceri de gösteremediği için, kıstırılmış olmak durumunda kendisini görebilir ve kendini iktidarını korumak bakımından ahlaki, insani sorumluluklarını, siyasi ulusal çıkarlar adına feda etmeye ikna da etmiş olabilir.

Ama biz Müslümanlar böyle bir konumda ve böyle bir ilkesizlik tercihinde bulunamayız. Bizler biliyoruz ki, bizlere ve halkımıza bir takım dünyevi imkan ve görece rahatlama getirseler de, AKP ve politikaları cahili sistem içindeki İslami olmayan çabalardır ve geçicidir. Doğru, hak ve kalıcı olan Kur’an’i ilkelerimiz, Allah rızası için gerçekleştireceğimiz ahiret eksenli salih amellerimiz ve tevhidi istikametteki İslami çabalarımızdır. Bizler, mutlak adaleti temsil eden Kur’anı alternatifleştirecek özgün stratejimizin gerektirdiği tavizsizlik, uzlaşmazlık ve tevhidi adalet istikametinde ısrar etmek sorumluluğunu taşımaktayız. Her şeye ve her şarta rağmen ilk Kur’an nesli misali çağımızın Kur’an neslini oluşturma ve bu proje çerçevesinde toplumu Kur’an ile yeniden inşa etme mücadelemizde, sorumluluklarımızı omuzlayarak, stratejik yolumuzda ısrarlı ve süreklilik arz eden bir mücadeleyi sürdürmek ve daima sisteme en sahici alternatif olma konumumuzu korumak durumundayız.

Çok önemli bir süreçten geçiyoruz ve pek çoğumuz farkında olmadan AKP hükümetinin politikalarına ve sistem içi değişim çabalarına eklemleniyoruz. Allah için bundan kurtulalım. AKP’nin olumlu çalışmalarını takdir edelim, teşvik edelim, ama asla onlardan razı olup yetinmeyelim, onlara eklemlenmeyelim. Biz Kur’ani alternatifi gündemde tutmaya ve toplumu Kur’anla dönüştürecek projeleri ikame etmeye, ümmet bilincini ayakta tutacak duyarlılıkları korumaya ve Allah’ı razı edecek söz, fiil ve amellerde, Allah yolunda fedakârlıklarda yarışmaya çalışalım ve ondan sonra da ölüm bize geldiğinde “iyi ki yapmışız” diyeceğimiz amellerimizle Rabbimize dönerek bir mazeret sunma imkânına kavuşalım. İnşallah Rabbimiz bize bunu nasip eder.”

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon