3,5K
وَبَرَزُوا لِلَّهِ جَمِيعًا فَقَالَ الضُّعَفَاءُ لِلَّذِينَ اسْتَكْبَرُوا إِنَّا كُنَّا لَكُمْ تَبَعًا فَهَلْ أَنْتُمْ مُغْنُونَ عَنَّا مِنْ عَذَابِ اللَّهِ مِنْ شَيْءٍ
“İnsanların hepsi Allah’ın huzuruna çıkacak ve güçsüzler müstekbirlere diyecek ki: ‘şüphesiz bizler sizlere uymuştuk; şimdi siz az bir şey olsun Allah’ın azabından bizi koruyabilecek misiniz?’ “ (İbrahim:21)
Bu ayetteki zayıflık mazeret değil, suçtur. Yüce Allah, hiç kimsenin zayıf olmasını dilemez. O, insanları kendi himayesine davet eder… Kendisiyle övünülecek himayeye… Çünkü yücelik Allah’a mahsustur. Bu zayıflar, -Allah’ın kerim kıldığı insanın- en önemli özelliğinden; kişisel düşünce ve inanç özgürlüklerinden vazgeçip kendilerini müstekbir ve tağutlara uydu kılan kimselerdir. Allah’tan başkasına boyun eğen ve Allah’tan başkasına ibadet etmeyi, tek olan Allah’a ibadet etmeye tercih edenlerdir. Oysa ki, Yüce Allah, üstünlük ve insanlığın ayrılmaz alamet ve ölçüsü olan özgürlük hakkından hiç kimsenin ne gönüllü olarak, ne de zorlanarak vazgeçmesini dilememektedir.
Maddi bir güç, ne kadar büyük olursa olsun özgürlük isteyen ve insanlık izzetine sarılan kimseyi köleleştiremez. Çünkü maddi güçlerin elde edebileceği en son şey, sadece bedendir. Bedeni hapsedip eziyet, işkence ve cezalara çarptırmaktan öte bir şey yapamazlar. Kalp, ruh ve akla gelince; bunlara asla sahip olamazlar. İnsan kendisini bağımlılık ve zillete teslim etmezse hiçbir kimse onu kontrolü altına alıp zillete düşüremez.
Yüce Allah, imandan sonra küfre düşen kimseye kat kat ceza hazırlamıştır. Çünkü bu kimse imanı tanıyıp tadına vardıktan sonra dünya hayatını ahirete tercih ederek irtidat etmiştir. Bundan dolayı da Allah ona gazaplanıp büyük azabına atmaktadır:
“Kalbi iman dolu olduğu halde zor altında bulunan kimsenin dışında kim iman ettikten sonra Allah’ı inkar edip küfre göğüs açarsa Allah kendilerine gazaplanır ve onlara büyük bir azap da vardır. Bunun sebebi, onların dünya hayatını ahirete tercih etmeleri ve Allah’ın da kendilerini hidayete erdirmemesidir. Onlar, Allah’ın kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimselerdir ve onlar gafil olanların ta kendileridirler. Hiç şüphe yoktur ki ahirette hüsrana uğrayanlar da bu kimselerdir.” (Nahl: 106,109)
Allah’a inanan bir kalbi, bu dünyanın hiçbir şeyi etkisine alamaz. Dünya hesabı başka, akide hesabı da başkadır. Bu hesaplar birbirine karıştırılamaz. Akide ne bir oyuncak, ne de hem almaya hem de reddetmeye müsait bir pazarlık işidir. Bütün bunlardan daha üstün ve daha azizdir. Bu suçun böylesine ağır ve korkunç bir ceza gerektirmesinin nedeni de işte budur. Ağızdan çıkacak bir tek küfür kelimesini söyleyeceğine rahatlıkla ölümü seçen seçkin Müslümanların sayısı az değildir. Mesela, ölünceye değin mızraklarla vurulan Ammar’ın annesi Sümeyye bu kimselerdendi. Ammar’ın babası Yasir’in seçtiği yol da buydu.
Hz. Bilal, müşrikler tarafından çeşitli eziyetlere uğratılıyordu. Sıcağın en şiddetli olduğu sıralarda göğsünün üstüne büyük bir kaya koyup Allah’a şirk koşmasını emrediyorlardı. Ama Hz. Bilal, reddediyordu. “Ehad… Ehad…” diyordu. Ve “Allah’a yemin ederim ki müşrikleri kızdıracak başka bir kelime bilseydim, onu söyleyecektim” diyordu.
Akide, büyük bir davadır. Esnekliği olmayan bir dava… Akideyi korumanın pahası ağırdır. Gerek Allah katında, gerekse mü’minin nefsinde en ağırlıklı davadır o… Akide bir emanettir. Bütün dünya nimetlerini bir kenara atıp uğrunda hayat ve canını feda eden kimseden başkası bu emaneti koruyamaz. Çarpık imanlı zayıflara gelince: Onlar gözler önündeki yalancı nimet ve debdebelere dayanabilir mi?!.
Acaba bu zayıf kimseleri, akide, düşünce ve ahlaki davranışlar konusunda müstekbirlere kukla edebilecek bir güç mü vardır? Bu zayıfları, yaratanları, Rezzakları ve Koruyucuları olan Allah’tan başkasına kul yapabilecek kimse var mıdır?” Yok; hiç kimse yok. Sadece nefislerindeki zayıflıktır kendilerini bu duruma sokan. Onlar zayıflardır. Bu uşaklıklarının nedeni, tağutlardan daha az güçlü olmaları değildir. Yahut makam, mevki, mal veya görev bakımından tağutlardan daha aşağı olmaları da değildir. Hayır, bunların hiç biri değildir. Çünkü bunların hepsi , zayıfların “zafiyet” sıfatını almalarının gerçek nedeni sayılamaz. Bunlar, bu konu dışındaki meselelerdir. Onlar zayıftır, çünkü ruhlarında zaaf vardır. Kalp ve karakterlerinde zaaf vardır.
Mustazaflar çoğunluk, tağutlar ise azınlıktır. Gerçek böyle olduğuna göre çoğunluğu azınlığa boyun eğdirebilecek kim? Hangi şey boyun eğdirebilir? Demek ki ruhi zaaf, himmetsizlik ve karaktersizlikten başka bunlara boyun eğdiren bir şey yoktur. Allah’ın insanoğluna bağışladığı ruhi üstünlükten vazgeçmektir, bunları bu hale getiren.
Eğer yığınlar istemezse hiçbir tağut onları ezemez. Çünkü yığınlar –eğer isterlerse- her an için tağuta baş kaldırabilirler. Tağut’un asla sahip olamadığı bir güçtür bu irade.
Aslında tağut bir ferttir. Gerçekte hiçbir güç ve egemenliği yoktur. Çünkü onun tek dayanağı, gafil ve alçalmış yığınlardır. Tağut’un binmesi için sırtını hazırlayan ve çekiştirilmek için boynunu uzatan yığınlar… Tağut’u yüceltmek için izzet ve üstünlüğünden vazgeçip baş eğerek batılı azdıran yığınlar… Bütün bu işleri gah korkuyla, gah da aldatılmış olarak yapan yığınlar…
Ve Hz. Ali der ki: “Hiçbir zalim mazlumların rızası olmadan zulmünü sürdüremez”
21.02.2014
Emrullah AYAN