İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı tarafından düzenlenen “Vahyin Işığında Sanat ve İslami Mücadeledeki Yeri” konulu panel 03.02.2008 Pazar günü İLKAV konferans salonunda düzenlendi. Oturum Başkanı Abdurrahman ÇELİKER yaptığı açılış konuşmasında sanatın kısa bir tanımını yaptıktan sonra sanatın Müslümanlar açısından neyi ifade etmesi gerektiğini “Müslümanlar yaşadıkları hayata tanık olanlardır. Vahyin şahitliği, hayatın her alanında olması gereken ameller bütünüdür. Bu nedenle her alana, her olaya, her çağa/zamana vahyin perspektifinden bakmak zorundadırlar. Yaptığımız ticaret, kıldığımız namaz, gülmemiz, konuşmamız, yürümemiz, sevmemiz, yazmamız kısaca her şeyimiz Allah için olmalıdır. Hayatın her alanını bir sinir ağı gibi kuşatmalıyız. Vahyin mesajını insanlara iletme araçlarından birisi olan sanat ile de İslami mücadelenin romanını, öyküsünü, şiirini, sinemasını, müziği yapabilmeliyiz. Müslümanlar olarak mücadelenin sanat yönünü oluşturarak toplumları, insanları etkileyebilecek ürünler ortaya koyabiliriz. Estetik ve güzelliği vahyin diriltici mesajı eşliğinde eserlerimize katarak mesajımızı insanlara ulaştırabiliriz” sözleriyle ifade ettikten sonra sözü konuşmasını yapması için Metin Önal Mengüşoğlu’na verdi.
Sanatın değişik dallarını geleneksel İslami algıdan dolayı daha küçük yaşlarda kendisine yasakladığını, kendi şiir kitabını yazdıktan sonra dahi kitabını bu yanlış algıdan dolayı “Ben Asyalı bir Ozan” olarak yayınladığını ancak Mehmet Akif Ersoy’un “Alemde ziya kalmasa halk edeceksin halk Ey! Elleri böğründe yatan şaşkın adam kalk” dizeleriyle ayağa kalktığını ve kendisine şair diyebildiğini, sanatı kendisine meslek edindiğini belirten Mengüşoğlu, gerçekten de İslam sanatı yasaklamış mıdır? sorusunun peşine düşerek vahiy-sanat ilişkisi içerisinde sanatını icra etmeye çalıştığını ifade ederek sanat’ın Kur’an’da nasıl tarif edildiğini ve Allah’ın sanatkar olduğunu, resmin, heykelin ve sanatın diğer dallarının gerçekte Kur’an’da yasaklanmadığını ayetlerden örnekler vererek sanat nedir sorusunu cevapladı. Mengüşoğlu konuşmasını; Elbette benim bir dünya görüşüm, bir dinim var ve ben sanatımı buna göre icra ederim. Vahye göre şekillendiririm. Sanattan uzak durmak için sanata fen demişler ve sanat Müslümanların gündemine hiç girmemiştir. Halbuki Allah insana bir modelden hareketle yaratabilme yeteneği vermiştir. Bu bakımdan insan fiillerinin yaratıcısıdır. Ancak bu bilgiyi adına Ehl-i Sünnet denilen anlayışın göremememiştir, yaratma sözcüğünü kullanmaktan korktuğu için veya yaratma kelimesini diğer türlü anladığı için sanatı İslami hayatın dışına itmişlerdir.” sözleriyle tamamladı.
Daha sonra söz alan Bünyamin Doğruer şair ve şiir tanımını yaparak şiir’in muhayyilenin ürünü olduğunu, şair’in ilham kaynağının da gönül ve fizik coğrafyası olduğunu vurguladı. Müslüman şair’in olaylara Müslüman ferasetiyle bakmasını gerektiğini, Müslümanların lüzumsuz bir bakışı olamayacağını belirtti. Müslüman şair ve onun yazdığı şiir’in sınırları hakkında da bilgi veren Doğruer; “Şahitlik yoksa, gözlem yoksa, duyarlılık yoksa şiir’de yoktur. Şahitlik Müslüman’ın ilk görevidir. Dolayısıyla şiir’in toprağı imgelerdir, tohumu öfkedir, sevgidir, acıdır, sevdadır, sevinçtir, çekirdeği kelimelerdir, iklimi yürektir, mevsimi eylemdir ve güneşi de duygudur. İşte bu atmosferde yetişen bir şiir toplumlara ufuk açıcı, yüreklendirici ve heyecan vereci bir şiir olur. Unutmamak gerekir ki kişi yeryüzü serüveninde heyecanını kaybettiği zaman durağanlaşır, atıllaşır. Biz heyecan yüklü olduğumuz kadar heybemizde de yedek heyecanlar taşımalıyız. Dünyada şu an yaşanmakta olaylar karşısında şairlerimiz, yazarlarımız, edebiyatçılarımız şiirlerini ve kalemlerini bir silah gibi kullanmalıdırlar. Bunlara kayıtsız kalmamalıdırlar. Ancak şahsi kanaatim olarak söylüyorum ki, şairlerimizi bu konuda yetersiz görüyorum. Mesajı olmayan şiir düşünülemez. Şiir acıları, kavgaları, mücadeleyi haykırarak söyler. Mücadele içinde hiçbir şey söylemeyen şiir bence sağır bir şiirdir” diyerek konuşmasına son verdi. İkinci bölüm konuşmasını okuduğu bir şiirle son veren Doğruer dinleyiciler tarafından alkışlandı.
Konuşmasına “İslami mücadelede sanat terkibinden bahsetmek için İslami mücadele zemininin sıhhatinden bahsetmek gerekir. Vahiy hayatın her alanında kendini meşru araçlarla ifade eder. Dolayısıyla sanatsal üretimler de vahyin ifade aracıdır. Müslüman sanatçılar ekol olma sorumluluğunu yerine getirmelidir. Herkes bu sorumluluk için elinden geleni yapmalıdır. Bu hususta yeterli gayret olduğu söylenemez. Çalışmalar oldukça dağınık ve yetersiz. Bunların bir kısmı egemen anlayışlara entegre oluyor. Bununla birlikte edebiyatın dili argodan kurtarılmalıdır. Yeni bir edebiyat tarihi çalışması yapılmalı. Tasfiye dergisi olarak bu çalışmaları başlatacağız. Kendi yerel ve küresel dilimizin sanatını üretmeliyiz.” sözleriyle giriş yapan panelin üçüncü konuşmacısı Ahmet Örs “Müziğin yeni atılımlar yapabilmesi için Müslümanların sahiplenmesi gerekiyor. Edebiyatı ve müziği Müslümanlar büyük oranda sahipsiz bırakmışlardır. Grup Yürüyüş'ün çıkışı ne kadar karşılık buldu? Dergi ve kitaplarımız yeterli ilgiyi görebilmiş değildir. Tiyatro çalışmaları yeniden tevhid temelinde başlatılmalıdır. Amatör bir ruhla bu çalışmalar başlatılmalıdır. Sinema büyük paralar ve imkânlarla mümkün ise de kısa film çalışmaları ekonomik ve yapım olarak mümkün gözükmektedir. Birçok alandaki ilgi ve çalışmalar motivasyonumuzu artırmakla birlikte ilgilendiğimiz alanlarda derinlik kazanmamızı engelliyor.” diyerek konuşmasını tamamladı. Ahmet Örs’ün konuşmasının sonunda okuduğu şiir salonda duygusal bir hava estirdi.
Panelin son konuşmacısı Ali DEĞİRMENCİ konuşmasının ilk bölümünde; “Dayatma, baskı ve zorbalık; kime, kimden ve hangi biçimde yönelirse yönelsin, son çözümlemede, kendine inanmışlığın, insan olamamışlığın bir ürünü ve işaretidir. Sanat alanında da sanatçının, öncelikle “kendi zincirleri”nden kurtulması ve bir duruş sahibi olmayı önemsemesi, bu eksende dış baskılara karşı çıkmaya çaba göstermesi gerekir. Ancak hak edilmesi ve savunulması gereken özgürlük de sağlıklı bir duygu ve düşünce temelinde yükselmeli, hiç değilse gerçek sanatı imha ve ifna edecek çirkinlik, ahlaksızlık ve düşkünlükten uzak durmalıdır.” dedi. Dinleyiciler tarafından dikkatle takip edilen ikinci bölümünde ise “Sanatçı, hem kendini hem de eserini/eylemini iradi bir tarzda ve olanca sahihlik ve samimiyetle gerçekleştirmelidir. İlkel Robenson tavrından uzak durmanın yanı sıra içi boş Don Kişot gösterişinden de kaçınarak aşmalıdır statükoyu, duvarları, rehaveti, konformizmi. “Ülkenin ya da genelde bütün insanlığın üzerine çöreklenmiş bulunan bu kirlilik, karamsarlık, umursamazlık nasıl olsa bir gün aşılır; bu duraksama yahut gerilemeler, manevi çöküntüler atlatılır, belirli dönemlerde böyle evreler hep yaşanmıştır.” rahatlığı/kendiliğindenciliği içinde olmak, mevcuda boyun eğmek, dünyayı ve ülkeleri, onları yönlendirenlere, korkunun egemenliğine bırakmak demektir. Yani bir başka konformizmdir. Düşünürün ve sanatçının kendi özgürlüğünü kendi elleriyle boğması demektir. Düşünür ve sanatçı açısından hiçbir özgünlüksüzlük; onların kendini iknalarından, sanatı onurlu duruş ve duyuşlardan yalıtmalarından, kendi benliklerine zehirli yalanlar fısıldamalarından daha vahim değildir.” ifadelerine yer verdi. Değirmenci konuşmasını;
“Kötülük, sığlık, korkaklık ve kişiliksizlik yayılmacıdır. İşgalcidir. Hemen çoğalır ve herkese bulaşır. Fakat iyi ve dönüştürücü olanı, hak ve güzel olanı, özenle ve sabırla büyütmek, berkitmek elzemdir. Sanatı da istiğnanın, iğvanın tasallutundan kurtarmak için, güçlü bir donanım ve duyarlığa ulaşmanın yanı sıra durduğumuz ve ulaşmak istediğimiz yeri iyi görebilmemiz şarttır. Her şeye rağmen kendi sesimizle kendi türkülerimizi söylemeye, güzelleştirmeye ve paylaşmaya çalışmak, bize onur ve değer katacaktır.
Zira “gönüllü kölelik” iğrenç bir yenilgi ve teslimiyet biçimidir!” sözleriyle tamamladı.
Yoğun bir katılımın görüldüğü panel dinleyicilerdengelen soruların panelistler tarafından cevaplamasının ardından sona erdi.