Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa DİĞER Pamak:´´Hak Din´´ Tektir. O da İslam’dır.

Pamak:´´Hak Din´´ Tektir. O da İslam’dır.

by İlkav Editor
1,4K 👁
A+A-
Reset

“Hak Din” ya da “İbrahimî Din” Tektir. O da İslam’dır. Bu Yüzden “Dinler Arası Diyalog” Olmaz. Papalık, İçine Düştüğü Karanlıktan Kurtulabilmek İçin Terk Ettiği “Ortak Kelime” Olan Tevhide Dönmelidir

Irak’ı ziyareti sırasında, “Kardeşçe yaşamak gerçek diyalog ister” diyen Papa, Sistani’yle görüşmesinde “Irak’ın, bölgenin ve tüm dünyanın iyiliği için farklı dinler arasında karşılıklı saygı ve diyaloğun beslenmesinin önemini” ifade etmişti. Ziyaretin sloganı, İncil’den alıntıyla “Hepiniz kardeşsiniz” olarak belirlenmiş ve Irak’ın “tek tanrılı üç dinin babası İbrahim’in toprakları” olduğuna vurgu yapılmıştıIrak gezisininHıristiyanlar ve Müslümanlar arasında dinler arası diyaloğu artırma çabasının devamı olarak görüldüğü açıklanmıştı.1

Önceki Papa 16. Benedikt ise, 2006 yılında Almanya’da yaptığı bir konuşmada “İslamiyet kötü ve insanlık dışı”, “İslamî cihad akla ve tanrıya karşıdır”2  diyerek cahilce en büyük iftirayı atmak suretiyle Papalığın gerçek düşüncesini ortaya koymuştu. Bir önceki yazımızda bu konuya açıklık getirmiştik. Papa’nın, aynı konuşmasında ‘Hıristiyanlıkta Tanrı ile akıl arasında bağ var. İslam’da akıl ile Tanrı arasında bağ yok. İslamî cihad akla ve Tanrıya karşıdır’3 diyerek söylediği en büyük yalanıyla, “Dinler Arası Diyalog” sahtekârlığına dair hakikati ise, objektif tarihî gerçeklik ve ilmî, vahyî ölçüler çerçevesinde bu yazımızda ortaya koymaya çalışacağız inşaAllah. 

Hıristiyanlık mı, İslam mı Akla Değer Verir? Hangisi Selim Akla Uygundur? Hangisi Sapkınlığı ve Taassubu Temsil Eder? 

İlmî ölçüler çerçevesinde kalan ve akletme kabiliyetini yitirmemiş her insan bilmektedir ki; aklın bittiği yerde Hıristiyanlık ve Yahudilik başlamaktadır. Onlar kitaplarını tahrif edip, Allah’a şirk koşarak Peygamberlerini, Rahiplerini, Hahamlarını ilahlaştırdıktan4 sonra, Hz Musa ve İsa’ya (as) indirilen tevhid dini İslam’ın mesajını bozarak Hıristiyanlık ve Yahudilik haline dönüştürdüler. Rabbiyle bağını koparan akıl, tıpkı İsa’nın tebliğ ettiği İslam dinini Hıristiyanlığa dönüştüren Pavlus vb.nin aklı gibi hevayı ilah edinip zanna tabi olan akıldır. Rabbiyle bağını koparan akıl, Ruhbanı ilah edinip onlara tabi olan akıldır. Rabbiyle bağını koparan akıl, fıtratın yolundan ayrılıp Allah’ın “arasını kesmeyin dediği iki şeyin arasını kesip” fıtratın vahiyle buluşmasını engelleyerek kendisini ilahlaştıran akıldır ki bu akletmemenin sonucudur. Vahiyden uzaklaştıkça hevaya ve zanna tâbi olmak suretiyle, yalan ve iftiralara saptılar, hurafeler ürettiler. İşte bu uyduruk akıl dışı iddiaların peşinde, gerçekten tam da Papa’nın İslam için iddia ettiği insanlık dışı konumlara sürüklendiler. 

Kur’an’ın ve selim aklın doğru tespitiyle, Akıl dışı, yalana, iftiraya, hevaya ve zanna dayalı Hıristiyanlık inancı nasıl akla uygun olabilir? “Üçün bir, birin üç olduğu” iddiası, yani “teslis”le Peygamber ve annesinin ilahlaştırılması, Ruhbanın ilahlaştırılması, ‘Endülijans’ uygulamasıyla cennetin satılması, günah çıkarma, vaftiz olmadan ölen çocukları bile ebedi cehennemlik sayan anlayış, engizisyon zulmü, şeytan çıkarma amacıyla insanların yakılması ve akla karşı savaş açmış Ortaçağ karanlığı mı akla uygundur? ‘Dünya dönüyor’ dediği için Galile’yi idamla yargılamak mıdır akla uygunluk? Düşünürleri, aklını kullananları engizisyon mahkemelerinde öldürmek mi akla ve ilme değer vermektir?  Bütün bunlar akla uygun olduğu için mi, Batının okuyan, akleden, düşünen insanları ‘laiklik’ mücadelesi ile Kiliseye karşı baş kaldırdılar? 

Hıristiyanlık inancı akla uygun olduğu için mi, aklın ve düşüncenin önünün tıkanmasına itirazla ortaya çıkan rasyonalizm akımı, Kiliselerin içinin boşalmasına yol açtı? Aslında Papa’yı çıldırtan bir sebep de işte bu boş Kiliselerdir. Papalık ve Kilise, hurafeleriyle, akıl dışı din anlayışı ve taassubuyla Batılı insanın dinden uzaklaşıp aklını ilahlaştırmasına, sekülerizme, laikliğe yönelmesine sebep oldular. İslam’a karşı yine Kilisenin yol açtığı Haçlı kini yüzünden, Batılı insanlar, vahyin yol göstericiliğinden de mahrum kalınca, bir sapkınlıktan diğerine, bir karanlıktan diğerine savrulup durdular. 

İslam’a ve Müslümanlara yönelik bu saldırının arka planındaki diğer bir sebep de dünya insanlığının, aklı dumura uğratan Kilisenin boğucu karanlığından İslam’ın aydınlığına doğru yönelişidir. İşte Papa, söz konusu saldırgan çıkışıyla, bir yandan İslamî diriliş ve direnişi karalamak suretiyle o dönemde katil ABD Başkanı Bush’un “Haçlı seferi”ne destek vermek ve dünya çapında artan İslam’a yönelişi engellemek istiyordu. Diğer yandan da Batılı insanın kimliğini tanımlamak için ihtiyaç duyduğu “düşman-öteki”nin İslam olduğuna bir daha vurgu yaparak Batılı insanların ortak kimliğini Hıristiyanlık temelinde yeniden inşa etmeye ve Batılıları Kiliseye geri döndürmeye çalışıyordu.  

Halbuki Papalık, aklını kullanıp fıtratın sesine kulak verse, bu çöküşün faturasını İslam’a ve Müslümanlara kesip böyle saldırganlaşacağına, toplumlar arasına kin ve husumet tohumları ekeceğine, kendi sapkın akıdesini gözden geçirerek vahye teslim olması gerektiğini anlayacaktır. Akla, ilme, fıtrata ve Allah’ın kevni ayetlerine aykırı, şirke bulaşmış inancını önyargıların taassubundan kurtularak özgürce sorgulayabilse, İsa (as)’ın tebliğ ettiği tevhid dinine, aramızdaki ortak kelimeye (tevhide) dönmesi,5 İslam’a yönelmesi gerektiğini ve bunun kendilerine onur kazandıracağını fark edecektir.  

Hıristiyanlık, gerek tahrif edilmiş kitabın üretilmiş sözleriyle, gerekse ruhbanın dogmalaştırılan düşünceleriyle akla ve ilme karşı savaş açmışken, Kur’an yüzlerce ayetinde, heva, zan ve tahmine dayalı yalan ve uydurma bilgilerden kaçınarak, inzal edilmiş ilâhî değerleri, vahyî ve kevni ayetleri akletmeye, düşünmeye, tefekküre ve ilme çağırmaktadır. Üstelik Kur’an, aklını kullanmayanları, aşağılayan bir üslupla eleştirir ve uyarır. Yunus Suresi 100. ayette; “…O (Allah), aklını kullanmayanlara kötü bir azap verir. Ve pisliği akıllarını kullanmayanların üzerine koyar” hükmü yer alır. 

Batı Ortaçağ karanlığında boğulurken, dünyayı aydınlatan, İslam’ın nuru ve onun yansıması olan Müslümanların ilmi ve düşünsel ürünleriydi. Hıristiyan Avrupa’nın, muharref dinin akla ve hür düşünceye savaş açmış bu Ortaçağ karanlığından, rasyonalizmin görece “aydınlama”sına/karanlığın gri tonuna geçişinde ve Rönesans’ın temelinde bile, barbarca yakılan ve yıkılan Endülüs kütüphanelerinden kurtarılan ve o zaman dünyaya ışık saçan İslam aleminden çeşitli yollarla Batıya intikal eden eserlerin büyük katkısının olduğu, erdemli Batılılarca da itiraf edilen önemli bir gerçektir. Yani Batıda akla bir miktar değer verilir hale gelinmesinin arka planında da, yine İslam’ın desteği ve İslam’ın muhteşem ışığından cüzi bir miktarın Batıya ulaşması vardır.  

Tabii ki, ilahi vahye kendisini kapatan seküler Batı ya da Rasûllerin kendilerine ulaştırdığı ilahi vahyi tahrif etmiş bulunan Hıristiyan Batı, yaşanan görece aydınlanmaya rağmen yine de karanlıktan kurtulamamış, sadece zulümatın (karanlıkların) gri tonlarına doğru bir geçiş yaşamıştır. Özetle Batının tarihi, aklı dışlayan geleneksel cahiliye ve hurafecilik ile aklı ilahlaştıran modern cahiliye ve hurafecilik arasında savrulmak şeklinde yaşanmıştır. Bu sebeple, hep haddi aşan uçlarda duran Batılı insan, bir türlü vahye teslim olmuş selim akla ulaşamamış, Allah’ın vahyî ve kevnî ayetlerini akleden ve ona uyan bir dengeye kavuşamamıştır. 

 

Kitap Ehlinin, vahiy ve Aklı Devre Dışı Bırakması  Sebebiyle İnsanlığa Yaşattığı Vahşet

 

Papa Franciscus Irak ziyareti sırasında, Müslümanları ahmak yerine koyarak bir de şu sözü söylemiştir: “Terör, dini kullanıyor. Biz de, dinin bir kılıf olarak kullanılmasına izin vermemeliyiz.” Hâlbuki dini kullanarak milyonlarca insanı katleden gerçek ve büyük “terör”, Katolik Papalığın yüzyıllara yayılan “haçlı terörü”, Hıristiyan devletlerin demokrasi adına yaptıkları “devlet terörü” ve katil Bush’un Papalıkça da desteklenen “Haçlı seferi terörüdür”. Hıristiyanlık adına ve Haçlılık kiniyle yapılan bu büyük ve yaygın terör ile yüz milyonlarca masum insan ve Müslüman katledildiği tarihî gerçeği karşısında dilini yutan bir özür bile dilemeye yanaşmayan Papalık yine utanmazca üste çıkarak, kendi mizansenleri sonucu ortaya çıkarıp silah verdikleri “IŞİD”’in İslam’a da aykırı eylemlerini kastederek “terörün dini kullandığını ve dini kullanmasına izin verilmemesi gerektiğini” söyleyebilmiştir. Bölgede pek çok cami de yıkılmış olduğu halde, Papa Musul-‘Ninova’da IŞİD’in yıktığı kiliseleri gündeme getirip önünde ayin yaparak yine ikiyüzlülük yapmıştır. Üstelik tarih ve tüm insanlık şahittir ki, “IŞİD”in katlettiklerini ve yıktıklarını on binle çarpsanız bile sadece Papalığın düzenlediği ya da desteklediği Haçlı seferlerinde canice katledilenlerin, yakılıp yıkılanların on binde birine bile ulaşamaz.  

Ayrıca, “dini kullanan terör” diyerek, bizim de Müslümanlar olarak tasvip etmediğimiz ve İslam’a aykırı bulup ağır eleştirilere muhatap kıldığımız “IŞİD”in eylemlerini sürekli gündemde tutup “kınayan” Papa, Irak’ta Sistani’nin fetvasıyla kurulan kendi ifadesiyle “dini kullanan terör örgütü” olan “Haşdi Şabi”yle de Sincar’da görüşmüştür. Bilinmelidir ki, Sünnilik içinden İslam düşmanlarının mizanseniyle çıkarılan IŞİD neyse, Şii’lik içinde Sistani fetvasıyla kurulan Haşdi Şâbi aynı şey olup aynı işlevi görmektedir. Üstelik Şii örgüt Haşdi Şâbi, PKK ile de kol kola olan bir örgüttür. Papa bu yandaş terör örgütlerine karşı çok müşfik davranmış ve ziyaret edip hediyeler de vermiştir. Papa, Haşdi Şâbi’nin Hristiyan kolu ve yine Papa’nın ifadesiyle “dini kullanan terör örgütü”nün Haçlı tugayı olan “İncil Tugayları”nın elebaşı Reyyan Keldâni’ye kendi tespihini armağan etmiştir.6 Yani “dini kullanan terör örgütü”ne “dini sembol” verilerek, “din adına terörü” Papa’nın yandaşları yaparlarsa hiçbir sorun yoktur ve hatta “tespih hediye edilip takdir edilirler” mesajı verilmiştir. Üstelik dini kullanan bu terörist Keldâni, Papa’nın elini öpüp hediye tespihi aldıktan sonra yine haçlı dinî terörünü çağrıştıran şu cümleyi de kurmaktan çekinmemiştir:  “Gelecekteki savaş Mesih’in çocukları ile Yezid’in çocukları arasında olacak”

Yüzyıllardır süregelen ve son derece vahşice gerçekleştirilen “Haçlı Seferleri”ne dair tek bir özeleştiri yapmadan, katlettikleri milyonlarca mazlumların yakınlarından özür dileme gereği de duymadan yeni “Haçlı Seferi” hazırlıkları ve ittifakları için bölgeye gelen Papa, utanmadan ve cüretkârca yandaş “terör örgütleriyle” bile görüşmeler yapabilmektedir. Şii dini lider Sistani’nin fetvasıyla kurulan Haşdi Şâbi içinde “Haçlı tugayı” anlamında Hıristiyan “İncil Tugayları”nın yer alması ve Şii-Hıristiyan ittifakıyla bu “dini kullanan teöristler”in Irak ve Suriye’de PKK’yla da işbirliği yaparak binlerce masum Müslümanı katletmeleri, aslında Sistani’nin “Siz bizden bir parçasınız, biz sizden bir parçayız.“  sözünü doğrulayan bir vakıa olarak ortada durmaktadır.  

Fıtratı bozan, insanî erdemleri yok eden ve vahiyden uzaklaşan bütün “batıl din”ler müntesiplerini hayvandan aşağı düşürüp kan dökücü vahşiler haline dönüştürür. Yapılan tahrifat sonucunda, akıl dışı ve insanlık dışı bir muhteva kazanan Hıristiyanlık ve Yahudilik de, vahiyden ve fıtrattan büyük kopuşların yaşanmasına sebep oldu. İşte bu sebeple de insanlık dışı katliamlar, vahşetler, hep ve sürekli onlardan sadır oldu. Adalet ve iyilik ise hep Tevhid dini olma vasfını koruyan İslam’dan kaynaklandı. Saltanatla zulme bulaşıldığı dönemlerde bile, Müslümanlar tarafından kitap ehline, hep İslam’ın ölçüleriyle ve adaletle muamele edildi. Hıristiyan ve Yahudiler, birbirlerine zulmettiklerinde bile sürekli İslam’ın adaletine sığındılar. Temel haklara sahip olarak yaşama imkânını da hep İslam’ın hâkimiyetinde buldular. Ve buna rağmen de hep İslam’a ve Müslümanlara ihanet ettiler. Ellerine her fırsat geçtiğinde birbirleriyle yardımlaşıp Müslüman halkları katlettiler. 

Önceki Papa, aynı saldırgan konuşmasında, ‘Dine davet için, şiddet ve tehdit yerine, iyi konuşma kapasitesi ve doğru akıl yürütme gerekir…’ demiş. Ancak aklını yitirmiş ya da kin ve düşmanlıktan gözü kararmış biri bu kadar çelişkili ve bu kadar tutarsız konuşabilir. İslam, Âl-i İmran suresinde, son derece güzel ve hikmetli bir üslupla ‘… Ey Kitap ehli, gelin aramızdaki ortak kelimede (tevhid akıdesinde) buluşalım. Allah’tan başkasına kulluk yapmayalım. O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın…” şeklinde barışçı bir davette bulunurken, aynı ayetin sonunda, ‘Eğer onlar (bu tevhid davetinden) yüz çevirirlerse: işte o zaman ‘şahid olun ki biz Müslimleriz’ deyiniz’8 hükmüne yer verilir. Yani daveti reddedenlere karşı, şiddet ve tehdit yöntemini kullanarak İslam’ı zorla kabul ettirmeye değil, onların yanlış tercihlerine karşı kendi tercihini gündemleştirmeye ve tıpkı “Lekum dinukum veliye din”9 hükmünde olduğu gibi, onlardan ayrışmaya, onlarla ve onların sapkın din anlayışlarıyla asla uzlaşılmayacağı mesajını vermeye çağrı yapılır. Barışçı olan gayri müslimlere karşı ise, “iyilik ve adaletle muamele yapılması”10 tavsiye edilir.  

Hıristiyanlar ve Yahudiler ise bu barışçı davete, yüzyıllardır hep silahla cevap verdiler. Bugün de aynı yöntemle Müslüman kanı dökmeyi dünyanın her yanında sürdürüyorlar. Ve bu sebeple de geçmişte zaman zaman silahla karşılık gördüler. Bugün ise artık tek taraflı Yahudi-Hıristiyan saldırı ve işgalleri bütün Müslüman halkları kuşatmış durumdadır. En büyük terörist Bush’un, 11 Eylül bahanesiyle başlattığı saldırıları “Haçlı seferi” olarak nitelendirmesinin devamı mahiyetinde, ‘İslamcı faşistlerle savaş’ naraları atıp her yanda Müslüman kanı döktüğü bir süreçte, Papalık da İslam’a ve İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s)’e saldırıya geçmiştir. Dil sürçmesiyle değil, önceden hazırlanmış bir metinden yaptığı konuşmayla, bilinçli ve kasıtlı olarak İslam’a ve Peygamberine saldırmıştır. Sonuçta, İslam’ı şiddet yanlısı olarak suçlayan Papalığın da desteğiyle, Hıristiyan tarikatı ‘Evangelik’lerin, “neo–con”ların önderliğinde Hıristiyan Siyonistler dünyanın her yanında, Afganistan, Irak, Filistin, Suriye gibi birçok bölgede, yerel terör gruplarını da silahlandırarak Müslüman kanı dökmeyi sürdürüyorlar. 

İslam’ı ve Müslümanları tehdit ve düşman ilan edip, şiddetin en vahşisini uygulamayı sürdürüyorlar. Geçmişte de yüz binlerce masum Müslüman’ın katline yol açan Haçlı seferlerini gerçekleştirenler, Endülüs’te Müslüman halkları soykırıma uğratmanın yanında, bir medeniyetin köklerinin kazınması amacıyla şehirleri ve kütüphaneleri bile yakıp yıkanlar onlardı. Hatta Yahudileri bile Osmanlıya sığınmak zorunda bırakan zulümleri işleyenler, birbirlerine yönelik Katolik-Protestan-Ortodoks mezhep kavgalarında ve çıkardıkları iki dünya savaşında yüz milyonlarca insanı katleden caniler de hep Hıristiyanlığın ürünüdürler. 

Haçlı katliamlarından bu yana Papalığın geçmişi ve hali, zulüm, işkence ve katliamlarla, Hz. İsa’yı (as) ve Ruhbanı ilahlaştırıp vahiyden uzaklaşarak insanî fıtri erdemleri yok eden sapmalarla doludur. Ayrıca, yaşanan insani tükeniş, yozlaşma ve ahlakî çürüme sonucunda, Papalığın ve Kiliselerin tarihinde ve bugününde, resmi raporlara intikal etmiş ve binlercesinin soruşturması hala süren, bizzat papazların yaptığı cinsel sapkınlıklarla, eşcinsel ilişkilerle ve rahibelere ya da on binlerce çocuğa yönelik tecavüzlerle dolu utanç verici bir kirlilik vardır. Yani Papalık ve Kilise, sadece dinî bakımdan değil, her yönden çürümüş ve tam anlamıyla tefessüh etmiş bir konumda olup insanların karşısına çıkacak durumda bile değildir. Buna rağmen Papalık, İslam’ı kötü göstermeye ve emperyalist katil demokrasilerin katliamlarını destekleyerek yok etmeye çalışmaktadır. 

İslam’ı tehdit ve düşman ilan eden NATO ve Batılı emperyalist devletler, vahşi ABD ve Batının, katil Bush ve Papanın kan dökücü zihniyetinin, faşizmi ve nazizmi üreten kültürün kendi kültürleri olduğunu unutarak, kendilerinin bu çirkin vasıflarıyla İslam’ı kötülemeye kalkıyorlar. Oysa tarihin kaydettiği en büyük katliam ve soykırımları (Kızılderili, Aborjin ve siyah ırka yönelik soykırımları, Vietnam, Kore, Kamboçya, Hiroşima ve Nagazaki, Avustralya, Hindistan, Afrika, Ortadoğu, Afganistan halklarına yönelik katliamları, İngiliz tekstil sanayini kurtarma adına on binlerce Hindu çıkrık ustasının ellerini bileklerinden kesme zulümlerini) kendilerinin gerçekleştirdiklerini unutturmak istemektedirler.  

Siyahî ırkı zorbalıkla Afrika’dan koparıp Amerika ve Avrupa’ya götürürken yüz binlercesini okyanuslarda boğan, milyonlarcasını köleleştiren alçakça zulümleri kendilerinin yaptığını görmezden gelen bir utanmazlık sergilemektedirler. Kaynaklarını ve emeklerini çalarak kendilerine lüks hayat inşa etmek için köleleştirdikleri ya da açlığa mahkûm ettikleri bu fakir halkların çocukları, kendilerinden çalınandan bir miktar pay alıp açlıklarını gidermek için Akdeniz’i aşıp iltica etmeye kalktığında ise, bu mazlum insanların botlarını batırıp Akdeniz’i mülteci mezarlığına dönüştürdüler. Avrupa’ya ulaşabilenleri ise, aşağılayıp insanca yaşama imkanlarından mahrum ettiler. On binleri aşan mülteci çocuklarını ise kaçırıp ya Hıristiyanlaştırma programlarına tabi tuttular yahut da organ mafyasına teslim edip organlarını çaldılar. Hıristiyanlık, Yahudilik yahut da sekülerizm, Allah’a baş kaldırıp başta insanın hevası olmak üzere Allah’tan başka ilahlar edinmenin sonucunda fıtratını bozup kendine ve Rabbine yabancılaşarak, arzda hep fesad çıkardılar ve hep vahşiliği, caniliği, işkence, tecavüz ve katliamları dünyaya hâkim kılan sapkınlar oldular.    

Dünya savaşlarını kendilerinin çıkardığını ve bugün bütün İslam coğrafyasındaki işgal, istila, sömürü ve vahşice katliamların, Guantanamo’da, Ubu Gureyb’te, Şibirgan’da,  Mezar-ı Şerif’te Müslümanlara yönelik hayvanca tecavüzlerin, işkencelerin, toplu infazların, bütün Batı ülkelerine yayılan gizli ceza evlerindeki zulümlerin, CIA uçaklarıyla yapılan korsanlıkların faillerinin yine kendileri olduğunu, seküler kültürün ve şirk dininin kazandırdığı iki yüzlülükle göz ardı etmektedirler.  

Üstelik, bugün dahi Avrupa’da yaşayan Müslümanlara “entegrasyon” adı altında “asimilasyon”u, AB’ne girmek isteyen Türkiye’nin Müslüman halklarına Avrupa’nın seküler kültür ve değerlerini kabul etme ve bu istikamette değişme şartını dayatmaktadırlar. Buna rağmen, bütün tarihi boyunca, yönetimi altındaki bölgelerde Hıristiyan ve Yahudilere, kendileri kalarak dinlerini özgürce yaşama imkânını ve temel haklarını korumayı taahhüt edip, açık hükümlerle güvence altına alan İslam’ı kötülemeye kalkışmaktadırlar.  

Üstelik bu hak ve imkânları, siyasi sapma süreci olan saltanat döneminde bile adaletle sağlayan Müslümanların adil uygulamalarını ise, faşistlikle ve şiddet yanlısı olmakla ve kılıçla Müslümanlaştırma politikası gütmekle suçlama ahlaksızlığını göstermektedirler. Papa, “iyi konuşma kapasitesi ve doğru akıl yürütme”den bunu mu anlamaktadır? Hıristiyanlar, böyle düşük akıllı ve fıtratını bozmuş, akletme kabiliyetini, insani erdemlerini, adalet duygusunu yitirmiş kimseleri nasıl başlarında tutmaktadırlar? Yoksa en iyileri bile ancak bu kadar bir kapasiteye mi sahiptir? Yoksa Papalık bu tür zalimce açıklamalarla, emperyalist Batının sömürü projelerine ve bu amaçla emperyalist bir proje olan ‘medeniyetler çatışmasına’ katkıda bulunmak mı istemektedir?  

 

Son Papa’nın Irak Ziyaretinde Bir Daha ve Israrla Gündem yaptığı “Dinler Arası Diyalog”un Gerçek Yüzünü İfşa Etmeliyiz

 

Bütün bunlara rağmen, tahrif edilmiş Tevrat’da, Yahudi olmayan bütün insanların kadın, çocuk ayırmadan katline cevazı verilirken, ‘Hahamlar Şûrası’ bu uyduruk hükme dayanarak Filistinli ve Lübnanlı Müslümanların, yine kadın çocuk ayırmadan katline fetva vermektedir. Başta Irak, Afganistan, Filistin ve Lübnan olmak üzere Müslüman halkların yaşadığı birçok bölgede, Hıristiyan Yahudi işbirliği ile Müslüman katliamı sürerken, hâlâ dinler arası diyalog adına, bütün bunlar yokmuş gibi davranılması ve hoşgörüden bahsedilmesi iki yüzlülükten başka neyle izah edilebilir? Üstelik, ABD, Batı ve Papalığın kendi faşist, işgalci, zorba ve katliamcı tutumlarını ve yaptıklarını Müslümanlara ve İslam’a yamamaya kalkmaları, tam bir ahlaksızlık örneği oluştururken, ‘dinler arası diyalog’cuların bu tür dönüştürme projelerine hizmeti sürdürmeleri ibret verici ve neye hizmet ettiklerini ifşa edici bir anlam taşımaktadır.  

Kitap ehlini, Hz. İbrahim’e (as) de iftira edip, “İbrahimî dinler” olarak nitelemek suretiyle ve onların akıdelerindeki sapmaları gündeme getirmekten kaçınarak, ortak bir akıde vurgusuyla mevcut sapkın inançlarına meşruiyet kazandıran ilkesiz tutumlar sergileyerek, tebliğ ve emr–i bi’l ma’rufun terk edildiği, Kur’an’ın onaylamadığı ameller gerçekleştirilmektedir. Böylece bu projeyi gündem yapan Papa’lığın amacına hizmet edilmiş olmaktadır. 

2021 yılında Irak’ı ziyaret eden Papa’nın da ısrarla günden yaptığı “Dinler Arası diyalog” ve “hoşgörü” kamuflajı altında yürütülen projeler ve yapılan toplantılar, aslında bir Papalık projesi olup bütün insanları kiliseye döndürmeyi amaçlamaktadır. Ve bu amaç gizli de tutulmayıp, anlamak isteyenlerin anlayabileceği tarzda açıkça ifade de edilmektedir. “Dinler Arası diyalog” kavramıyla tanımlanan girişimin başlangıcı 1962-1965 yılları arasında gerçekleştirilen II. Vatikan Konsili’dir. Bu Konsili başlatan ise, Papa 23. John’du. Papa II. Paul ise, 1991 yılında ilan ettiği Redemptoris Missio (Kurtarıcı Misyon) isimli genelgesinde aynen şöyle diyordu: “Dinler Arası diyalog, kilisenin bütün insanları kiliseye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır…. Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir.”11  

Bu ifadelerden ve daha pek çok yayından da anlaşıldığı kadarıyla, büyük maddi güce ve dünya çapında büyük desteğe sahip kilise, “Dinler Arası Diyalog ve Hoşgörü” adı altında, öncelikle Müslüman halkları İsa’ya davet ederek Hıristiyanlaştırmayı hedeflemektedir. Ancak, eğer bu sonuç elde edilemeyecekse, hiç olmazsa İslam’ı sekülerleştirerek, hayata müdahale iddialarından koparıp içini boşaltarak, vicdanlara hapsedilmiş, Hıristiyanlık benzeri (Protestanlaştırılmış) bir İslam anlayışı oluşturmaya çalışmaktadır. Irak ziyaretinde Papa’nın bir daha ve ısrarla gündem yaptığı ve sözde “Müslüman önderlerin” de ahmakça aldandığı “Dinler Arası Diyalog”un gerçek yüzü anlaşılmalı ve Müslümanları dönüştürmeyi amaçlayan bu oyun bozulmalıdır.  

Önce Hıristiyanlığa geçmiş ve Papaz yardımcılığı yaparken tekrar dönüş yapan bir kişinin ifade ettikleri de, Papalığın projesinin içeriği ile örtüşmektedir: “Dinler arası diyalogun amacı, halkı İslam’dan koparmak, İslam’ı çürütmektir.”12 1966 yılında oluşturulan II. Vatikan Konsili Hıristiyan olmayanlar sekreteryasında 1973 yılında sekreterlik görevine getirilen Pietro Rozano, sekreteryanın yayın organı olan bir dergide yayınlanan sözlerinde şunları ifade etmiştir: “Diyalogdan bahsettiğimizde açıktır ki; bu faaliyetleri, Kilise şartları çerçevesinde misyonerlik ve İncil’i öğreten bir cemaat olarak yapıyoruz. Kilisenin bütün faaliyetleri Mesih’in sevgisini ve sözlerini nakletmeye yöneliktir. Bu sebeple diyalog, Kilisenin İncil’i yayma amaçlı misyonunun bir parçasıdır.”13

Papalığın İslam’ı alternatif olmaktan çıkarmak ve insanları Hıristiyanlık merkezli bir inanç etrafında toplamak üzere uygulamaya koyduğu “Dinler Arası Diyalog” ve BOP benzeri İslam’ı ve Müslüman halkları dönüştürme projelerinin önemli ve gönüllü temsilcilerinden olan Fetullah Gülen’in o dönemin Papa’sına yazdığı mektubun içeriği de bu anlamda son derece uyarıcı ve ibret vericidir:  

“Pek muhterem Papa cenapları,  

Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların, dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamları getirdik. Yoğun gündeminizde bize zaman ayırarak sizinle müşerref olmayı bahşettiğiniz için zat-ı âlilerinize en derin kalbi teşekkürlerimizi sunarız. Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinler Arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. İslam yanlış anlaşılan bir din olmuştur ve bunda en çok suçlanacak olan Müslümanlardır.…  İnsanlar arasında anlayışı ve hoşgörüyü artırmaya yönelik dinler arası diyaloğa yönelik ortak gayretlerimiz çok iş görebilir… Amacımız bu üç büyük dinin inananları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik tesis etmektir.”14 

Sünni kesim içinden çıkan bir işbirlikçinin 1998 yılında Papa’ya hitaben söylediği bu sözler, özellikle de “Dinler Arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz” cümlesi, 2021 yılında Irak’lı Şiî önder Sistani’nin Papa’ya yönelttiği “Siz bizden bir parçasınız, biz sizden bir parçayız.“  sözüne ne kadar da yakın durmaktadır. Evet, başta tasavvuf kesimi olmak üzere Sünnilik içindeki geleneksel kesim büyük ölçüde tıpkı Şiilik içindeki çok geniş kesim gibi bid’at ve hurafeler icad edip Allah’ın dini İslam’ın yerine muharref bir din anlayışı üretip adına “Müslümanlık” ya da “Sünnilik” ve  “Şiilik” demişlerdir. Tabi Rabbimiz tarafından bizzat korunduğu için Kitap ehli gibi Kitabı tahrif edemeseler de Kitabın anlayışını tahrif edip Kur’an’ı terk edilmiş bırakarak15 geleneksel cahiliye dinini üretmişlerdir.  

Bu sebeple, bu Sünni kesimler, şeyhlerini, önderlerini ilahlaştırarak ve onların ürettikleri hurafeleri de dine katarak, Şii kesimler de Hz. Ali (ra) soyundan gelen imamları masum kabul edip bir de ruhban sınıfı oluşturarak, dinin Rasûlullah (s) zamanında tamamlanmasına aykırı biçimde imamların menkıbe ve sözlerini de dine katarak hurafelere boğulmuş dinler oluşturmuşlardır. İşte bu sebeple, bu Sünni ve geniş Şii kesimlerin önderlerinin Papaya söyledikleri, “biz sizdeniz, siz bizdensiniz, ya da biz birbirimizden bir parçayız” içerikli sözler, aslında bir gerçeği yansıtmaktadır. Kendini nispet ettiği Kitabı tahrif edip Rasulü ve ruhbanı da ilahlaştırmış hurafeci bir din müntesibi olmak bakımından Papalık da, Rasullerin getirdiği İslam dinini tahrif edip hurafelere dayalı bir din oluşturmak, Kitabı tahrif edemeseler de Kitabı terk edip mesajını tahrif etmeleri yüzünden bu tür Sünni ve Şii kesimler de birbirlerindendirler. 

Şii kesimin tamamına yakını Sünni kesimin de büyük çoğunluğu kendini Kur’an’a nispet ettiği halde onu terk edilmiş bırakarak Kur’an’a aykırı unsurlar taşıyan akideleri ve hurafelerle dolu din anlayışları sebebiyle “Kitap Ehli Müslümanlar” denilmeyi hak etmektedirler. Bu yüzden diğer “Kitap Ehli” ile akide ve dinde yaptıkları benzer tahrifler sebebiyle “birbirlerinden bir parça” gibi benzeşmektedirler. Bu sebeple bunlara da Kitap ehline hitap eden ayetin16 içeriğiyle tebliğ yapmalıyız: “Ey kitap ehli Müslümanlar! Gelin aramızdaki ortak Kitap olan Kur’an’da ve onun getirdiği akidede buluşalım” diyerek onları iman etiklerini iddia ettikleri halde terk edilmiş bıraktıkları, ölülere ya da hatim indirmek amacıyla anlamadan okudukları “Kur’an’ı hakkıyla okumaya”17 ve Kur’an’da zikredilen ölçülerde Müslimler olmaya çağırmalıyız. 

Papa-Sistani görüşmesinin, Papa’nın gerek 2017’deki Mısır ziyaretinde gerekse 2019’daki sembollerle dolu ve teo-politik amaçlı üç günlük Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) ziyaretinde Ezher Şeyhi Ahmet et-Tayyib ile olan görüşmeleriyle de ilgisi kurulmalıdır. Nitekim ziyarette Ezher Şeyhi Ahmed et-Tayyib Papa’yı havaalanında kucaklayarak karşılamış; ziyareti esnasında hemen hiç yalnız bırakmamıştı. İkisi birlikte BAE merkezli “Müslüman Hükemâ Konseyi” ile “İnsan kardeşliği zaptı” imzalamış, Şeyh Zayid camiinde farklı dinlerden sayıları 700’ü bulan liderin katıldığı “dinler arası diyalog” toplantısında bulunmuşlardı. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın öncülüğünde başlatılan “İbrahim Anlaşması” sürecinin de Papa’nın Irak ziyaretiyle ilgisini kurmak mümkündür. Hatırlanacağı üzere BAE, Bahreyn, Fas ve Sudan gibi halkı Müslüman ülkeler İsrail ile sözde “normalleşme” adımı atmış bulunuyorlar. Papa’nın Irak ziyareti, ‘İbrahim Anlaşması’nın bir devamı gibi de okunabilir. Aslında “İbrahim Anlaşması” da bir “diyalog” projesi olan “İbrahimî dinler” oryantalistik kabulünün bir devamı olarak görülebilir.18 

Bütün bunlardan amaç; bölgeyi, bir CIA kuruluşu olan RAND Corporation raporlarında da önerilen bir içerikle, “Ayetullah” Sistani misali Şii kesimler ile tasavvuf kesimi, F. Gülen çevresi gibi geleneksel Sünni kesimlerin ya da ABD ve Batının uşağı Mısır diktatörünün emrindeki Ezher Şeyhi Ahmet et-Tayyib misali Bel’amların ve yine sözde Sünnilik adına Körfez Ülkeleri ve Suudi Arabistan misali işbirlikçilerinin önünü açmaktır. Bu suretle de “Ilımlı İslam” dedikleri, Hak dinden uzaklaşıp Batı emperyalizminin kontrolüne giren bu din anlayışlarının bölgedeki hâkimiyetinin artarak sürmesini sağlamaktır. Kendisini İslam’a nispet eden bölge halklarının, terk edilmiş bıraktıkları Kur’an’a dönüp vahiyle yeni bir diriliş gerçekleştirmelerini  ve yeniden insanlığa model olmalarını engellemektir.  

Böylece, tevhid ve vahiy eksenli Hak din yerine, hurafelerle bozulmuş, ekseni saparak geleneksel cahiliye hüviyeti kazanmış bu dinlerin bölgede yayılmasıyla yeniden tevhidî dirilişin önü kesilmek istenmektedir. İslam adına, Hıristiyan dünyasının,  ABD ve Batılı emperyalist katil demokrasilerin güdümü ve kontrolü altına girmiş ve şirke bulaşmış “statüko dinlerinin” bölgede hakim kılınmasıyla, bütün tevhid Peygamberlerinin tevhidî çağrısının ilk doğduğu bölge olan Ortadoğu’da yeniden yaşanacak bir vahiyle diriliş sonucunda aynı mesajın bütün insanlığa ulaşmasının akamete uğratılması hedeflenmektedir. 

1998 yılında Papalık misyonu olarak ve Müslüman halkları Hıristiyanlaştırma amacıyla uygulamaya konan ‘Dinler Arası Diyalog’ projesine katkı sunmak için Papa’yı ziyaret eden ve elini öpüp “biz sizin misyonunuzun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz” deyip bağlılık bildirenler ya da bugün “biz sizden bir parçayız” diyenler, Papalığın İslam düşmanlığına dayalı ve İslam’a ve Peygamber’ine hakaret ve iftiralarla dolu açıklamaları karşısında, artık bu tür projelerin neyi amaçladığını anlamaları ve hatalarında ısrar etmemeleri gerekmiyor muydu? Bu tür İslam’ı ve Müslümanları dönüştürme projelerine katkı sunmaktan ve bilmeyenler gözünde onlara meşruiyet kazandırmaktan uzak durmayanlar, ahirette hak ettikleri karşılığı bulacaklardır.  

“Dinler Arası Diyalog”un savunucusu kimi “Müslüman”lar, bunun Kur’anî temeli olarak Mümtehine Sûresi 8. ayeti ileri sürüp, diyaloğu, Müslümanlara dinleri konusunda savaş açmayan ve onları yurtlarından çıkarmaya çalışmayan barışçı “gayr–i müslimlerle iyilik ve adalet çerçevesinde ilişki kurmak” olarak tanımlamaktadırlar. Ancak, Hayrettin Karaman misali bu görüşü savunanlar, yıllardır diyalog toplantılarına katılıp destek verdikleri süreçte ve halen gayrimüslimlerin bu ayetin tam tersini yaptıklarını neden görmezden geliyorlar?  H. Karaman, Mümtehine Sûresi 9. ayette zikredilen saldırgan konumda bulunduklarını ve “küfür tek millet” olduğu sözünü doğrularcasına, hep birlikte, Müslüman halklara, dinlerine ve topraklarına yönelik küresel bir savaşı sürdürdükleri, topraklarını işgal ederek onları ya ölüm ya esaret ya da ülkelerini terk etmek zorunda bıraktıkları hakikatini (hem de bizzat kendisi “Mümtehine 9 şartlarında Müslümanların kendilerini korumaları farzdır” dediği halde)19 görmezden gelmektedir.  

Yıllardır Kilisenin amaçlarına hizmet eden “Dinler Arası Diyalog”çular, Kitap ehli ile ‘ortak akıde’ye sahip olduklarını iddia ederek, onları bu şirke bulaşmış halleriyle kabullenip, Allah’ın Kur’an’daki, “İbrahim (as)’ın Yahudi de, Hıristiyan da olmadığına”20 dair açık şahidliğine ve uyarısına rağmen “İbrahimî din” adı altında, bilmeyenlerin gözünde onlara meşruiyet kazandıranlar, bu büyük sapmanın vebaliyle azaba sürüklenirler. Aslında, Kitap ehlinin sapmalarını gündemleştirmeyerek, eleştirmeyerek ve onlara tevhidi tebliğ etmeyerek, hakikati bulmalarını engellemiş olmakla onlara da zulmettiklerini fark ederek bu yanlış yolda ısrar ederlerse ahirette de birlikte olmaktan kurtulamazlar. 

Allah katında makbul olan Hak “Din” yalnız İslam’dır. Diğerleri batıl dinlerdir. “Hiç şüphesiz din, Allah katında İslam’dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki “kıskançlık ve hakka başkaldırma” (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın ayetlerini inkâr ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.”21 “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, (bilsin ki o din) ondan kabul edilmeyecek ve o ahirette hüsrana uğrayanlardan olacaktır.” 22 “Müşrikler istemese de O dini (İslam’ı) bütün dinlere üstün kılmak için elçisini hidayetle ve hak dinle gönderen O’dur.”23  

Rabbimiz beyan etmektedir ki, Hak din yalnız İslam’dır, diğerleri hepsi batıl dinlerdir. Yahudilik ve Hıristiyanlığı Allah’a nispet etmek, onları da Allah’ın gönderdiği din olarak kabul etmek, Allah’a iftira ve küfürdür.  Hz. İbrahim’e, Hz. Musa ve İsa’ya nispet etmek de onlara iftira ve hakarettir. Allah onların ortak koştukları her şeyden münezzehtir. “(Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hıristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır. O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. O, onların ortak koştukları her şeyden uzaktır.”24  

Hak din İslam, diğer bütün dinlere üstün kılınmak için gönderilmiştir. Diğerlerini de eşit şartlarda bir din, hele de “İbrahimî bir din” kabul edip onlarla “diyalog kurmak” için değil. Bu sebeple, “Dinler Arası Diyalog” batıl bir ifadedir ve İslam’a aykırıdır. Zaten, Vatikan’ın/Papa’nın “dinler arası diyalog” projesi, aslında Hıristiyan

olmayanları Hıristiyanlaştırma ve Katolik olmayanları da Katolikleştirme

amacını haizdir. Hak dinin yok etmek ve onlara üstün gelmekle görevli olduğu ve insanları onların karanlıklarından kurtarmakla yükümlü olduğu bâtıl dinlerle, onları da eşit seviyede kabul edip “diyalog” kurması söz konusu olamaz. Ancak, Hak dinin davetçileri ve temsilcileriyle diğer dinlerin müntesipleri arasında, tabii ki, başta Hak dini tebliğ etmek olmak üzere, komşuluk yapmak, Rabbimizin onlara da lûtfettiği temel hakların güvencesi olmak, “barışçı olanlara iyilikle ve adaletle muamele etmek” vb. bir arada yaşamanın gerektirdiği sair ilişkiler kurulabilecektir.  

Bu açık vahyî hakikat karşısında Papalık, içine düştüğü karanlıklardan ve çürümüşlükten kurtulup insanlık onuruna yakışır bir konuma gelmek istiyorsa, öncelikle kendi dinlerinin Hak olmadığını, tam tersine Allah’a, Rasullerine ve kitaplarına ihanet eden bir büyük sapmayı, batılı ve şirki temsil ettiği gerçeğini fark etmelidir. Sonra da Kur’an’ın davet ettiğinin, onların kendilerini nispet ettikleri Rasullerin de getirdiği tevhid ve İslam olduğu gerçeğini görerek, bütün Rasûllerin mesajları arasındaki “ortak kelime” olan tevhide yönelmelidir. Böylece içine düştükleri karanlıklardan kurtulmak ve milyarlarca insanı da sürükledikleri karanlıkları Kur’an ve tevhidle aydınlatmak için, Kur’an’a ve son Rasûle iman edip bugüne kadar zulmettikleri milyarlarca insana ilk defa hizmet etmenin onurunu kuşanmalıdır. 

 

Papalığa, ABD, Batı ve Yerel İşbirlikçilerine Rağmen, Kur’an’ın Mesajı, Karanlıktaki İnsanlığın Ufkunu Aydınlatmayı Sürdürecektir 

 

Bunca açık saldırı ve hakaretten sonra özür dilemek bile bir anlam ifade etmeyeceği halde, üstelik o Papa, özür dilememekte ısrar etmiş ve söylenen sözlerin diyalog çağrısı anlamına geldiğini ifade ederek, diyalogdan ne anladıklarını da cüretkârca ortaya koymuştur. Vatikan Dışişleri Bakanı Başpiskopos Dominique Mambert de, “Papa, incitici bir şey yapmadı. Sadece diyalog talebinde bulundu” demiştir. Papa’da yaptığı ilave açıklamada, özür dilemeye yanaşmadığı gibi, “Benim konuşmam, genel itibariyle, karşılıklı tam bir saygı içerisinde, sakin ve samimi bir diyalog çağrısıydı”25 diyebilmişti. Böylece, hem diyalog’un ne anlama geldiğine bir daha açıklık getirmiş, hem de bu hakaret ağırlıklı, aşağılayıcı konuşmanın, Müslümanlarla “karşılıklı tam bir saygı içerisinde”, üstelik hem de “sakin ve samimimi” bir konuşma olduğunu iddia ederek, adeta alay etmiştir.

Ayrıca bir de yalan söyleyerek, konuşmasında yer verdiği, Bizans İmparatorundan aktardığı alıntılara kendisinin katılmadığını ifade etmiştir. Hâlbuki söz konusu konuşması tetkik edildiğinde, bu alıntılar hakkında şu ifadeleri kullanmıştır: “bu  (alıntılar) beni çok etkiledi ve de bunu konuya ilişkin düşüncelerim için bir kalkış noktası olarak kullanacağım.”26 İşte bu ifadeler, Papa’nın söz konusu alıntıları çok benimsediğini ve düşüncelerine dayanak yaptığını ortaya koymaktadır. Papa, İslam ve Peygamberine yönelik iftira ve saldırısını, yukarıda izah edildiği üzere, bilinçli bir biçimde ve emperyalist amaçlara hizmet etmek için gerçekleştirmiş, faşist Neo–Con’larla bütünleşmiştir.  

Emperyalist Batılı devletler ve silahlı güçleri NATO ile destekçileri Papa ve yerli işbirlikçileri hoşlanmasalar da, Allah nurunu tamamlayacaktır.27 Kur’an, Allah’ın izniyle dünya insanlığını, şirke bulaşmış Hıristiyanlığın ve sekülerizmin oluşturduğu karanlıklardan aydınlığa, zulümden adalete çıkaracaktır.28 Yeter ki, insanlık fıtratın yolunu takip edip hidayeti arayarak vahye ulaşsın. Kur’an, Papa’ya ve desteklediği emperyalistlere rağmen, insanlık onurunu yüceltecek aydınlık mesajıyla insanlık ufkunu aydınlatmaya devam edecektir. NATO’ya, Papa’ya ve işbirlikçilerine rağmen, Allah’ın izniyle dünya insanlığı, Kur’an’a ve Hz. Muhammed’in (s) sahih sünnetine, örnekliğine sarılarak izzet ve onur kazanacak, ‘zulumât’ın (Hıristiyanlığın, Yahudiliğin, Kapitalizmin, Komünizmin, ulusalcılığın, laikliğin, sekülerliğin, sağcılığın, solculuğun) karanlıklarından ‘nur’un (İslam’ın) aydınlığına çıkacaktır.29  

Müslümanlar, “Rasûlün ilk şahidliğini esas alıp insanlığa şahid kılınma”30 sorumluluklarını yerine getirip Kur’an ahlakını kuşanmış davetçiler olarak model oluşturabilirlerse,  ‘Muhammedü’l–Emin’ kimliği ve onun ahlakı olan Kur’an ahlakı yaygınlaştıkça, Papa ve takipçileri gibi cahiller, insanlığa daha fazla zarar veremeyeceklerdir. İşte temel korkuları da budur. İslam’a ve Peygamberine yönelik bu iflah olmaz düşmanlıklarının kaynağında da hep bu korku yatmaktadır. Ama bu çırpınışları boşunadır. Allah’ın izniyle korktukları başlarına gelecek ve sömürü düzenleri ile batıl inançları bir gün mutlaka yıkılacaktır. Tevhidi ve adaleti temsil eden mü’minler için izzet ve mükâfât, “zulumât”ı (karanlıkları) temsil eden Kâfirler ve zalimler için ise zillet ve azab kaçınılmaz bir sondur. Yeter ki mü’minler, Hablullah’a topluca sarılıp Allah yolunda kurşundan kenetlenmiş bina gibi saf tutarak Allah yolunda cehd ve gayret göstermek suretiyle sorumluluklarını yerine getirerek Allah’ın yardımını hak eden bir örneklik oluşturabilsinler.  

Bize düşen sorumluluk; artık herkesin anlayacağı biçimde foyası aşığa çıkmış bulunan “Dinler Arası Diyalog” oyununu ifşa edip, Müslüman olmayanlara, İslam’ın kurtarıcı, aydınlatıcı mesajını merhamet ve adaletle, güzel ve hikmetli bir üslupla taşımakta ısrar etmektir. Evet, büyük sorumluluğumuz; Al-i İmran Suresinin 64. ayetinde zikredilen ve Peygamberimizin (s) davet mektuplarında da yer verilen çağrıyı açıkça ve kamufle etmeden Kitap ehline yöneltmektir: “De ki: ‘Ey Kitap Ehli, bizimle sizin aranızda müşterek (olan) bir kelimeye (ortak kelime olan tevhide) gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiç bir şeyi ortak koşmayalım ve Allah’ı bırakıp bir kısmımız (diğer) bir kısmımızı Rabler edinmeyelim.’ Eğer yine yüz çevirirlerse, deyin ki: ‘Şahid olun, biz gerçekten Müslimleriz/müslümanlarız.” “Diyalog”çuların yaptığı gibi onları mevcut inançlarıyla kabullenmenin, temel akıdevi ihtilafları gündem dışında tutarak “ortak akıdeye” sahip olduğumuzu vurgulamanın, şirki dikkate almadan sadece Allah’ın varlığına inanmayı yeterli sayarak ve onları halleri üzere “İbrahimi” dinler kategorisinde meşrulaştırarak ilişki kurmanın, ortak toplantılar düzenlemenin yanlışlığını ve İslam’a açık aykırılığını müdrik bir tutumla hareket etmektir.  

Bu sebeple yapılması gereken görev, ilk temastan itibaren onları, akıdevi yanlışlıklarını ortaya koyarak, kitaplarının tahrifi ve sürüklendikleri şirk konusunda uyarmak ve onların da köklerinde var olan ortak kelimeye/tevhide çağrıyı tıpkı Rasulullah’ın (s) yaptığı gibi önlerine koymaktır. Bu Kur’anî ve Peygamberî çağrıdan, tevhide/ortak kelimeye davetten yüz çevirdiklerinde ise, İslami kimliğimizi ve onların dininden beri olduğumuzu açıkça vurgulayıp ayrışmak, din konusunda her hangi bir uzlaşmaya da yanaşmamaktır. Tabii ki, bu duruş, her yeni vesileyle daveti tekrarlamaya ve onların da kurtuluşuna vesile olacak tebliğ ilişkilerini sürdürmeye engel değildir. Onlar bize ve dinimize savaş açmadıkça, yurtlarımıza yönelik işgal ve saldırılara girişmedikçe ve bizi dinimizden vazgeçirmeye, yurtlarımızdan çıkarmaya çalışmadıkça, barışçı gayr-i müslimlere iyilik ve adaletle muamele etmek, iyi komşuluk ilişkileri kurmak, bizim hem Kur’an’la emredilen görevimiz, hem de tarihe görkemli örnekleri sunulmuş bulunan ahlakımızdır. 

Biz Müslümanlar, zor zamanlarda değil, İslam’ın güçlendiği zaman olan Medine’de inmiş, “dinde zorlama yoktur”31 ve “dileyen iman etsin, dileyen inkar etsin”32 ayetleri gereğince, hiç kimseye dinimizi zorla kabul ettirmeye çalışmadık, çalışmayız, bundan sonra da böyle yapmamız mümkün değildir. Çünkü bu tutum bize Kur’an’la emredilmiştir. Ancak hiç kimsenin de bize, kendi din, ideoloji ya da kültürel değerlerini dayatmasını asla kabul etmeyiz/etmeyeceğiz. Bu amaçla, ABD dahil Batılı emperyalist katil demokrasilere ve arkalarındaki Papa’ya ve bölgemizdeki işbirlikçileri despot, laik yönetimlerden oluşan yandaşlarına rağmen, İslami kimliğimize ve tüm insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak üzere Allah tarafından indirilmiş Kitabımıza topluca sarılmak zorundayız.  

Bu adil ve kurtarıcı mesajı tüm insanlığa ulaştırmak, tüm insanlığın selameti için Allah’ın hükmünü hayata hâkim kılmak, İslami kimlik ve değerlerimizi savunmak, başta dinimizi, namusumuzu, hak, hürriyet ve yurtlarımızı emperyalist saldırılara, “Haçlı seferlerin”e karşı savunmak için, Rabbimizin emri olan “Kur’an’la büyük cihad”ı sürekli kılmak ve bu görevimizi hiçbir sebeple aksatmamak mü’min olmamızın en temel gereklerinden biridir. İnsanlığın ve kendimizin gerçek anlamda “dogma ve boş inanç” olan “Yahudilik ve Hıristiyanlık” gibi muharref dinlerin ve batıl ideolojilerin tasallutundan azade kalarak kurtuluşumuzun, ancak tevhid ve cihadla mümkün olduğunun bilinciyle sürekli bir seferberlik halinde olmalıyız. Bu temel kavramlarımızı karalamaya kalkanların karanlık suratlarına, “hayatın iman ve iman edilen değerlerin hayata hakim kılınması uğrunda cihat etmekten ibaret olduğu” aydınlık mesajını haykırmalıyız. İslam’ı ve cihadı karalamak isteyen, Müslüman halkları Batıya eklemlemek üzere dönüştürmek isteyen yerli zalimlere ve emperyalistlere, İslami kimliğe, tevhidi imana, İslami direnişe, cihada sahip çıkarak ve dönüştürme projelerine itiraz ederek cevap vermeliyiz.  

 

Dipnotlar

1 https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-56282126

2 https://www.milligazete.com.tr/haber/1073151/papa-nin-igrenc-konusmasina-dair

3 https://www.haberturk.com/dunya/haber/161-papa-islamiyet-kotu-ve-insanlik-disi

4 Tevbe, 9/31

5 Al-i İmran, 3/64

6 https://www.haber7.com/dunya/haber/3075267-taha-dagli-yazdi-papa-irakta-neyin-pesinde

7 https://www.timeturk.com/bayram-degil-seyran-degil-papa-irak-a-neden-gitti/haber-1678466

8 Al-i İmran,3/64 (Bu ayete Rasûlullah’ın (s), Hıristiyanlara yönelik davet mektuplarında da yer verilmiştir)

9 Kafirun, 109/6

10 Mümtehine, 60/8

11 Mehmet Oruç, “Dinler Arası Diyalog Tuzağı ve Dinde Reform” isimli kitabından, 14. Ocak. 2005 tarihli Vakit

Gazetesinde yapılan alıntı.

12 Gerçek Hayat, sayı 2005/7, 18. Şubat. 2005, Sh. 27

13 http://mitglied.lycos.de/gulenfethullah/

14 Fethullah Gülen’in , 09. Şubat. 1998 tarihli Papa’ya mektubundan

15 Furkan, 25/30

16 Âl-i İmran, 3/64

17 Bakara, 2/121

18 https://www.haberofisi.com.tr/tr/haberler/anadolu-ajansi/analiz/papanin-irak-ziyaretinin-teo-politigi-Gx1APaEj9bE9

19 Hayrettin Karaman, “Papaya Rağmen Diyalog”, Yeni Şafak, 17 Eylül 2006

20 Âl-i İmran, 3/67

21 Âl-i İmran, 3/19

22 Âl-i İmran, 3/85

23 Tevbe, 9/33

24 Tevbe, 9/31

25 https://www.haber7.com/dunya/haber/185876-papa-yine-ozur-dilemedi-uzgunum

26 https://www.yenisafak.com/yazarlar/samihocaoglu/papalar-da-yalan-soyler-1667

27 Tevbe 32

28Maide, 5/16; İbrahimi, 14/1; Hadid,57/9

29 Talak 11

30 Hac, 22/78

31 Bakara, 2/256

32 Kehf, 18/29

 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon