İLKAV Alternatif Eğitim Konferansları çerçevesinde bu haftanın (14/05/2006) konuşmacısı Haksöz Dergisi Yazarlarından ve Sakarya Dayanışma Platformu Yürütücülerinden Kadrican Mendi beydi.
Değerli kardeşlerimizin katılımıyla gerçekleşen konferansta; Modernizm,Modernite, Postmodernizm, Ulus Devlet Algısı başlıkları ile özetleyebileceğimiz kapsamlı bir konu işlendi.
Sayın Kadircan Mendi’nin Konferansının Özeti:
Modernizmden Ne Anlıyoruz:
Son iki yüzyıldır modernizm dünyanın gündeminde yer işgal ediyor. Rönesans‘tan sonra ortaya çıkan tek ölçüt olarak aklı alan ve onu mutlaklaştıran aydınlanma düşüncesinin ortaya çıkarttığı bir siyasal program ve aslında hala tam olarak tanımlanabilmiş de değil. Modernizm tam olarak tanımlanamadığı gibi ondan sonra ve ona alternatif olarak ortaya çıkan postmodernizm de tanımlanabilmiş değil.Bu süreçler aynı zamanda devam eden süreçlerdir.
Rönesans ‘tan önce de, son yüzyılda daha önceki çağlarda olmayan bir ilişkiler ağı ortaya çıkıyor.İlk olarak birey düşüncesi ortaya çıkıyor. Dini veya aşiretiyle kendisini ifade etmiyor artık insanlar. İkinci olarak pazar-sermaye ilişkisi ortaya çıkıyor. Bu da burjuvazinin doğmasına yol açıyor. Burjuvazi derebeyinin tekeli altındaki pazardan çıkıp farklı pazarlar arıyor. Artık takas yöntemi (derebeyleriyle yapılan) yeterli olmuyor. Farklı pazarlara açılmak isteyen yeni oluşmuş burjuvazi soyluların (derebeylerinin) tasallutundan kurtulmak istiyor. Bunun üzerine üçüncü olarak özgürlük-eşitlik-kardeşlik prensipleri gündeme getirilerek soyluların üstün olmadığı ve herkesin eşit haklara sahip olması gerektiği ifade ediliyor. Böylece burjuvazi farklı pazarlara açılma şansını elde etmiş oluyor.
Peki bu yeni mantalitenin, yeni siyasal projenin ölçütü ne olacak. Bu tartışılmaz ölçüt akıl olarak belirleniyor. Akıl mutlak hakim oluyor.Aklın nesnesi ise insan oluyor. İşte böylece burjuvazi feodalleri zorlamaya başlıyor. Eski rejim temellerini soylular ve kilise dogmaları üzerine kurmuştu. Buna Skolastisizm deniyordu. Skolastik düşünceye karşı modern olan, çağa ait olan, eskiye karşı olan anlamında modernizm üretiliyor.
Aslında burjuvazi de 1789 Fransız devrimi de krala karşı değil. Burjuvazinin isteği; kendisini başına buyruk soyluların tasallutuna karşı koruyan merkezi bir güçtü. Aslında bu merkezi otoriteyi kral sağlasa burjuvazi krallığa karşı değildi de. Fakat Fransız devrimi yapılıyor. İşte bundan dolayı burjuvazinin dolayısıyla modernizmin güçlü ulus devletlere ihtiyacı vardır.
Ulus Devlet
İşte modern ulus devlet hem merkezi bir güç oluşturması, hem de pazar oluşturması dolayısıyla burjuvazinin ihtiyaçlarını karşıladığı ve bireyi yerel aşiretlere cemaatlere , güç odaklarına karşı koruduğu ve güçlendirdiği için oluşturulmuştur. Ulus devletler batı da birey karşısında çaresizdir. Çünkü birey en üstün güçtür.Meşru şiddet tekelini elinde bulunduran organizasyonu devlet olarak tanımlıyabiliriz
Ulus devlette devlet tebaasıyla ilah- kul ilişkisi içerisindedir. Ulus devlet okuma yazmayı çoğaltır. Köylülükten kurtulup şehirli olamaya teşvik eder.Doğumundan alır bireyi ölümüne kadar kendi varlığı için kullanır.Kurtuluş savaşları,marşlar,özel tapınma mekan ve zamanları oluşturmak,bayrak ,ırk,vatan gibi kavramları kutsala dönüştürüp, bunları topluma giydirmeyi amaç edinir.
Ama Müslüman ülkelerde ulus devlet bu şekilde oluşmamıştır. İslam ülkeleri daha önce batının sömürgecilik deneyimini de yaşattıkları için İslam dünyasında oluşan ulus devletlerin yapısı Avrupa’ya benzemez.
Modenizm = Avrupa = Sömürgecilik
İslam dünyasındaki ulus devletlerin sınırları sömürgeci batı tarafından cetvellerle çizilmiştir. Buradaki ulus devletler burjuvazinin verdiği mücadele sonucu ortaya çıkmış değillerdir. O coğrafyaya batı tarafından kondurulmuşlardır. Bundan dolayı birey bilincinin oluşmadığı bu ülkelerde ( zaten oluşması da çok gerekli değil) birey baskı altındadır. Bu batı tarafından da rahat kontrol edilebilmesi açısından böyle arzu edilmektedir.
Post-Modernizm
Eğer tekrar batıya dönersek modernizmin macerası devam ederken buna tepki olarak post modernizm gelişiyor. Aslında modernizmin yol açtığı çıkmazları gören bir takım insanlar daha 17. 18. yy ‘ dan itibaren modernizme bireysel bir takım eleştiriler yöneltiyorlar.Bu görüşler siyasal bir yöntem , felsefi bir paradigma haline ancak 20. yy da dönüşebiliyor. Post modernizm aklın tek ölçüt olmadığını ve aslında tartışılmaz sandığımız pek çok şeyin izafi olduğunu ifade ediyor. Görecelilik (Rölativizm) böyle ortaya çıkıyor.
Post modernizme göre 1+1 =2 her zaman doğru değildir. Daha önce ezberlediğimiz şeyler yanlış olabilir. Post modernizm kelimesini ilk önce İtalyan mimarlar ortaya atıyor. Mimaride yeni çizgi anlamında kullanılıyor. Daha sonra felsefi görüş planına bir takım filozoflar tarafından taşınıyor. Batıda aydınlanma paradigmasının, akılcılığın genel- geçer reçete olma özelliği ortadan kalkıyor.
Ulus Devlet ———– Bilim ——– Toplum Sözleşmesi ——-Evrensel değerler sorgulanıyor.
Batı hala kendisinin geldiği noktanın medeniyetle gelinebilecek son nokta olduğunu dayatıyor.Bundan sonrasının medeniyetlerin savaşı olduğunu iddia ediyorlar. Tarihte gelinebilecek son noktaya gelindiğini iddia ediyorlar. Bu modern mantalitenin sahip olduğu ilerlemeci tarih anlayışının yanılsamasından başka bir şey değildir. Hep toplumun ilerlediğini zannediyorlar ve bunu teknolojik ilerlemeye bağlıyorlar. Fakat İslam’a göre ilerlemenin tek ölçütü teknolojik ilerleme değildir.İleri gibi görünen toplum aslında geridirler. Tarihte aslında inişli çıkışlıdır. İleri olanlar geri, geri olanlar ileri olabilir.
Bizde daha modernizm yeni tartışılırken, batıda post modernizm tartışılıyor. Post modernizm ussallığı(Akılcılığı) reddeder. Aydınlanma felsefesinin genel mantığını da reddeder. 200 yıl önce insanlık daha geri bir yerde idi diyemezsiniz diyorlar.
Post modernizm bilgi ve teknolojiyi değil , örgütlenme modelini değiştiriyor. Toplumu cemaate dönüştürüyor. Ulus devletlerin dilini kullanmaya gerek yok diyor. Azınlıklara kendi cemaatlerini kurup dillerini kullanabileceklerini ifade ediyor.
Şimdi İslam dünyasına dönersek Müslümanların modernizm ve gelenek arasına sıkıştığını görüyoruz. Halbuki Kuran ve Sünnete dönelim, “Asrın idrakine İslam’ı söyletelim” diyen bütün Müslümanlar modernist olmakla suçlanıyor. İslam dinine bulaştırılan yanlış anlayışları ayıklayalım diyenler modern Müslüman olarak niteleniyor. Halbuki İslam‘ da Cedidcilik var. Sahabeler zamanında da vardı. Tarihte de olmuş,günümüzde de devam etmesi gereken bir unsurdur.
Modern İslamcılık modern bir harekettir. İslamcıların modernizmin tuzağına düşmüş olduklarını ve modernist olduklarını söylemek oryantalist bir yaklaşımdır. İsmail Kara ve Nurettin Topçu gibi 1000 yıllık tarih özlemcileri Kurana dönüş ,öze dönüş,peygamberin örnekliğini hayata taşıma hareketlerini, doğru –yanlış tüm geleneği sahiplenerek batı ağzı ile eleştirmektedirler.
Cedid hareketi 1700 ‘ lü yıllarda Osman bin Fadiy’le Yemende kendini göstermiştir. O zaman İslam dünyası modernizmle tanışmamıştı. Fakat Osman bin Fadiy o dönem öze dönülmesi gerektiğini yanlış gelenekten arınılması gerektiğini ve kızların okutulması gerektiğini ifade etmiştir.
19. yy. da da Kazan Türkleri arasında bir ekol çıkıyor. Ve kendilerine Cedidçiler diyorlar. Kadimciler bunları Rusya’ya şikayet ediyor. Cedidçileri Rus Çarlığı engelliyor.
İslami kesim modern kelimesini duyduğunda hemen yanlış refleks veriyor. Mesela bu durum 90 ‘lı yıllarda Nilüfer Göle ‘nin kitabı Modern Mahrem için Ali Bulaç‘la Nilüfer Göle arasında yaşandı. Modern tanımlaması bu ikili arasında tartışmaya yol açtı. Ali Bulaç’a göre Müslüman modern olamazdı. Ama bir tarih diliminde yaşıyoruz. Ve bu anlamda moderniz, o dilime aitiz. Ama modernist değiliz. Yanlış anlaşılmasın. Yaşadığımız toplum modern ve ister istemez bu toplumdan etkileniyoruz. Ama siyasal bir proje olarak modernizmi desteklemiyoruz.
Modern olmak sosyolojik bir vakıadır. Tesettür de modern bir vakıadır. 8 yıl sonra Ali Bulaç bunu kabul etti. Müslümanlığı kabul ettikten sonra bizim doğru yanlış tanımlarımız var. Siyasal projemiz var. Biz zaten siyasal bir proje olarak modernizmi kabul etmeyiz.Belirleyici kılamayız.
Sonuç olarak Modern bir toplumda yaşıyoruz. Yani yaşadığımız çağın şahitleriyiz. Bunun yanında Post modern algılayış biçimleride Müslümanları tarihselciliğe veya tarih üstücü görüşlere taşımaktadır. Yani herkese farklı bir şey söyleyen Kitap aslında hiçbir şey söylemeyen bir kitaptır. Bu tür içeriği boşaltan anlayış biçimlerine karşıda uyanık olmalıyız. Kalbimizi ve aklımızı ihmal etmeden Kuran ın ve sahih peygamber örnekliğini yaşadığımız çağa göstermek zorundayız ki ; hem kendimiz hem de karanlıklar ve zulüm altında inleyen insanlık ebedi kurtuluşa erebilsin.Yani Mehmet Akif in dizeleri ile “ASRIN İDRAKİNE SÖYLETMELİYİZ KURAN I”
(Konferans sonrası geleneksel simit ve çay ikramımızdan görünüm)