Table of Contents
15 Yıllık Mustafa Kamal İktidarında Zor Kullanılarak Başarılamayan, İstikamet Krizindeki Tevhidî Kesimin Desteklediği 20 Yıllık AKP İktidarında Gerçekleştirildi
İstikamet Krizine Girmiş Tevhîdî Uyanış Süreci Öncülerini Hâllerini Sorgulamaya Çağırıyorum – VI. BÖLÜM
“15 Yıllık Mustafa Kamal İktidarında ve 80 yıllık Dönemde Sağlanamayan “Dindar” Kesimi Laikleştirme, Yozlaştırma ve Batıl Sisteme Eklemleme, İstikamet Krizindeki Tevhidî Kesimin Desteklediği 20 Yıllık AKP İktidarında Gerçekleştirildi”
Tevhîdî uyanış süreci öbeklerinin peşine takılıp meşrulaştırmak için İslam’ı araçsallaştırmaktan bile çekinmedikleri AKP ve Erdoğan’ın 20 yıllık iktidarının sadece bazı sonuçlarını sıraladığımızda bile ne büyük bir felakete yol açtığı ve İslam’a verdiği zararın ne kadar büyük olduğu açık biçimde ortaya çıkmaktadır. Geçmişte tevhîdî uyanış sürecinde yer alıp önemli hizmetler yapan gruplar ve öncüleri, İslam dışı laik ve ulusalcı bir iktidara verdikleri desteğin, kendileri için ilkesel ve akîdevî sıkıntılara yol açmasının yanında bir de bu iktidarın seküler, laik, kapitalist ve ulusalcı politikaları sonucu olarak yaşanmakta olan bütün kirlenme, çürüme ve yozlaşmadan da bizzat sorumlu duruma düşeceklerini neden düşünmezler?
Yaşanan büyük değişim sonucunda, Baskıcı Kemalist Dönemden sonra meydana gelen yeniden tevhîdî uyanışla oluşan birikimin batıl siyasete destek uğruna heba edilmesi sonucunda İslâmî kimliğin yeniden sosyolojik bir aidiyet iddiasına doğru dönüştüğü tam bir fetret dönemine girildi. Bunun müsebbibi olan iktidara destek verenler, aşağıda sadece bir kısmı sıralanan yozlaştırıcı bütün uygulamalardan da pay sahibi olmazlar mı?
“Mustafa Kamal” 15 yıllık iktidarında;
– Emperyalist Batı’nın “Kur’an’ı kapatın ve kadını açın” yönlendirmesiyle toplumun İslâmî tüm değerlerini kökünden söküp attı ve Batının seküler kültürünü tüm topluma baskıyla egemen kıldı,
– İSLAMÎ yönetime son verip hilafeti kaldırdı ve laik bir devlet kurdu,
–Alfabeyi değiştirip Müslüman bir toplumun, İslâmî kökleri ve İslâmî kütüphanesiyle bağını kopardı, seküler sapkın kültür politikasıyla Batı kültürel birikimini Müslüman bir topluma hâkim kılmak için her şeyi yaptı,
– İslâmî eğitimi yasaklayıp “tevhid-i tedrisat” adı altında seküler laik pozitivist eğitimi tüm topluma terör estirerek dayattı. Eğitim sisteminin seküler Kemalist laik resmi ideolojinin “öğütüm” mekanizmasına dönüştürerek zihinlerde seküler kültürün işgalini sağladı, (bu laik Kemalist eğitim/öğütüm, 20 yıllık iktidarında Erdoğan tarafından da sürdürülüyor. Üstelik daha önce Kamal’ın putu önünde tazime, rükuya zorlanan çocuklar, onun döneminde secdeye yönlendirilir oldu),
– İslam hukukuna son verip Batı’nın (İsviçre, Fransa, İtalya, Almanya vb) seküler hukukunu, heva ve hevese göre yaptıkları şirk yasalarını ithal edip büyük zulümle topluma egemen kıldı ve hevaya göre yasa yapan ve bu laik yasalarla yöneten bir devleti, zor kullanarak oluşturdu,
– İslam’ı toplumdan tamamen söküp atamayacağını anlayınca da İslam’ı laik devlet politikaları için araçsallaştırmak üzere “bir yandan Allah’ın dinine dair eğitim ve ibadetleri laik devletin kontrol ve denetimi altında tutmak, diğer yandan da resmi ideolojiyle uyumlu bir statüko dinini topluma yaymak” üzere Diyanet teşkilatını kurdu,
– Bütün bunlar, 20 yıllık Erdoğan iktidarında da aynen sürdürülmektedir.
Açık bâtılın Yerini Alan “Hak Maskeli Bâtıl” Konumundaki AKP’nin 20 Yıllık İktidarında ise Durum Hiçbir Konuda Daha İyiye Gitmedi
Tevhîdî uyanış süreci öncülerinin bile büyük bir ilkesizlik yaparak destek verip savundukları Recep Tayyip Erdoğan ise M. Kamal’dan daha fazla süre 20 yıl iktidarda kaldığı ve üstelik bakanları bile bir bürokrat atar gibi tek başına atayabildiği yetkilerine rağmen, M. Kamal’ın 15 yılda yok ettiklerinden birisini bile geriye getiremediği gibi, aynı Kemalist laik politikaları sürdürmekle de kalmayıp baskıcı Kemalist dönemde laikleştirmeyi başaramadıkları kesimleri de “neo-kemalist” denmeyi hak eden kendi döneminde laikleştirerek çok daha büyük bir yozlaşmaya ve çürümeye zemin hazırladı. Üstelik bütün bunları, suret-i haktan görünerek, İslam’ı araçsallaştırıp istismar ederek yaptığı için toplumu “Allah ile aldatarak” “açık batıl” olanlara nazaran “hak maskeli batıl” konumuyla daha büyük, daha derin ve daha yaygın bir yozlaşmaya yol açtı. Üstelik “tevhîdî kesimin” de desteğiyle ortaya konan bu büyük ifsad sonucunda İslam’a da zarar vererek yeni nesillerin İslam’dan da iyice uzaklaşmasına sebep oldu.
A – Erdoğan Laikliği İçselleştirip İslam ile bağdaştığını İddia Ederek Kamalistlerin Laikleştiremediklerini de Laikleştirdi
Evet, laiklik konusunda, Mustafa Kamal’ın kan dökerek 15 yılda Kemalistlerin baskı ve zorbalıkla 80 yılda başaramadığını, gönüllü sekülerleştirmeyi temsil eden Erdoğan 20 yılda başardı ve onların laikleştiremedikleri “muhafazakar, Müslüman” kesimleri laiklikten razı olmak noktasına getirdi. Çünkü Kemalistler şiddete dayalı politikalarla İslam’a karşı mücadele zemininde laikliği egemen kılarken, Erdoğan suret-i hak’tan görünüp “Allah ile aldatarak” “laikliğin İslam ile bağdaştığı” iftira ve tahrifini propaganda edip Müslüman zihinleri dönüştürerek bu kesimleri de laikleştirdi, laik sistemden ve laik ulus devletten razı konuma getirdi.
Birinci 28 Şubat darbe sürecinde laiklik dayatanlar, bizzat kendileri de laikliğin İslam ile bağdaşmadığını söylüyorlardı. Anayasa mahkemesinde savunma yapan N. Erbakan ise, İslam’ın laiklikle bağdaştığını söyleyip İslam’ı tahrif etme bahasına kendilerinin de laik olduğunu ispat etme çabası gösteriyordu. Laikliği ve İslam’ı eğip bükerek birbirine yakınlaştırmaya ve “Müslümanlığın bizatihi kendisi laikliktir. Müslümanlık varken ayrıca laikliği bir daha aramanıza lüzum yok. Çünkü laikliğin içindedir Müslümanlık.”[1] diyerek, iki zıt dünya görüşünün, hayat tarzının birbiriyle örtüştüğünü ispat etmeye çalışıyordu.
Anayasa Mahkemesindeki savunmasında ise, “Bir insanın, laikliğin gerçek ilmî manasına karşı olması için akılsız olması lazım. Laiklik olmadan demokrasi olmaz. Laiklik olmadan bir arada yaşanmaz, ama laiklik din düşmanlığı, dinsizlik, ateizm olarak tatbik etmeye kalkışılırsa önce laiklik bunun karşısına çıkar. Dolayısıyla bir kimsenin laikliğe karşı çıkması, laikliğin ne olduğunu bilmemesiyle veya akılsız olmasıyla ancak mümkündür.”[2] diyerek, İslam’a iftira etmekle kalmamış, üstelik Allah’ın akletme çağrısına uyarak vahye teslim olmuş ve vahyin belirlediği akıdeleriyle laikliğe karşı olması gereken Müslümanları “akılsız” olmakla suçlayabilmîştir. Aynı savunmada yer verilen diğer bazı sözler de aynı minvalde olup, hem laikliği hem de İslam’ı eğip bükerek örtüştürmeyi amaçlayan ve tabii ki tahrif sonucunu doğuracak bir içeriğe sahip bulunmaktadır: ‘…Lâikliğe aykırı olarak hareket etmek demek, skolastik zihniyetle hareket etmek, körü körüne hareket etmek demektir.”, “…‘Lâiklik demek, ilim ve akıl yoluyla hareket etmek demektir’, ‘…Deminden beri ben neyin savunmasını yapıyorum’ Demokrasinin ve lâikliğin. İşte gerçek, işte gerçek. Böyle düşünmeyenleri nereye davet ediyorum. Demokrasiye ve lâikliğe.’, ‘Bakınız, lâiklik demek, ilim ve akıl yoluyla çalışılacak demektir. Dogmatik bir şekilde, dinimiz böyle emrediyor, öyleyse kanunlar böyle olacak diye dayatamazsınız. Lâiklik demek kanunları TBMM yapar demektir.’ (11.03.1997 TBMM Grp.Kon.), ‘Refah Partimiz lâikliğin bekçisidir. Gerçek lâikliğin, gerçek teminatıdır.’ (21.05.1997 TBMM Grp. Kon.)”[3]
AKP kurucusu, milletvekili ve bakanı Mehmet Ali Şahin’in “Dindarları biz laikleştirdik” dediği gibi bir sonuç oluşmuş ve “dindar muhafazakâr kitleler (büyük oranda) laikleştirilmîştir”. İşte M. Ali Şahin’in o sözleri: “Bir kere laiklik, devletin, herhangi bir dinin kurallarıyla yönetilmemesidir. Zaten İslam dininin muhatabı devlet değil, insandır. İslam insanı olur ama İslam devleti olmaz… “Benimki ‘tahkiki laiklik’tir, ‘taklidi’ değil. Tahkik ederek devletin laik karakter taşıması gerektiği sonucuna vardım ve bunu her yerde, en radikal uçların bulunduğu yerde söylerim. İtiraz eden olursa ona derim ki ‘söylediğin tipte bir toplumda herkes din adına birbirini keser. Yakın bölgemizde bunu görüyoruz. Bırak bunları.’ Genel Başkanım başta olmak üzere tüm arkadaşlarımın da bu düşüncede olduğunu görmekten memnuniyet duyuyorum.”[4] Yani “muhafazakâr kesimlerin laiklikle ilgili tereddütlerini giderdik” mi diyorsunuz? sorusuna karşılık da “Evet giderdik ve artık halkımızın cumhuriyetle, başta laiklik olmak üzere onun temel ilkeleriyle hiçbir sorunu yoktur…” “Pek az bir kesim vardır ki onlar da cumhuriyet için ciddi bir tehdit değillerdir. Onların da bu çizgiye geleceklerine inanıyorum.” “Büyük Atatürk, arkadaşlarıyla birlikte cumhuriyeti kurarken ve onun temel niteliklerini belirlerken son derece isabetli hareket etmiştir…” Bugün geldiğimiz noktada bunu çok açık bir şekilde görüyorum.”cevabını veriyor.[5]
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal da 10. 08. 2017 tarihinde “Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin ve kendisinin Mustafa Kemal Atatürk’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktur… Atatürk’ün ortaya koyduğu ideali kim gerçekleştirmiştir diye dönüp bakın, AK Parti gerçekleştirmiştir.” “Cumhurbaşkanımız devletin uzun yıllar mağdur ettiği Müslümanları, dindarları, öfkesi ve kızgınlığı artmış bir kesimi, sorunsuz bir şekilde rehabilite etti, sisteme dâhil etti.”[6] Zaten Tayyip Erdoğan’ın, bölgeyi Batı seküler kültürü, küresel kapitalizm ve laiklik ile uyumlu “ılımlı İslam” anlayışı istikametinde dönüştürmek amacıyla uygulamaya konan BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesinin) eşbaşkanı yapılmasının sebebi de, ülkede sağladığı bu dönüşümü Türkiye modelliği üzerinden bölgeye de yaymaktı. Filistin, Mısır, Tunus ve Libya başta olmak üzere bütün ülke ve bölge Müslümanlarına laikleşmeyi “İslam ile bağdaştığı” iddia ve tahrifiyle yaymaya çalışan AKP iktidarı bu konuda epey başarılı olmuş görünmektedir.
SEKAM tarafından 2013 yılında yapılan bir “Gençlik Araştırması”nda araştırmanın proje yöneticisi Prof. Celalettin Vatandaş’ın açıklamasına göre; “ben dindarım ve beş vakit namaz kılıyorum” diyenler içinde “Bireyin kişilik ve hayatı açısından laik olmak önemlidir” diyenlerin oranı %67’ye ulaşmış bulunmaktadır. Aynı kuruluşun 2018 sonundaki araştırmasına göre ise, gençliğin 15 Temmuz öncesinde “laik kimliğini kendine uygun bulanlar” % 74,1 iken 15 Temmuz sonrasında % 86,6’ya ulaşmış bulunmaktadır.[7] Bu oranlar, gençliğin İslâmî kimlikten ve hatta eklektik muhafazakâr kimlikten bile kaçarak neredeyse tamamen sekülerleştiğini, laikleştiğini ortaya koymaktadır.
Bu durum, “Dindar nesil yetiştireceğiz” vaadinde bulunanların döneminde gençliğin nasıl büyük bir yozlaşma yaşayıp modernleştiğini, sekülerleştiğini göstermektedir. Boşanmaların arttığı, ailenin çözüldüğü derin ve yaygın bir yozlaşma süreci yaşanmaktadır. Bu tablonun oluşmasının şüphesiz pek çok sebebi vardır. Ancak bu sebeplerin başında AKP iktidarının İslâm’ı tahrîf eden, istismar eden söylem ve uygulamaları ile İslâm’ı laik iktidar için araçsallaştırıp istismar etmeleri sebebiyle bu imaj altında yapılan haksızlıklar, yolsuzluklar, adaletsizlikler gelmektedir.
Daha sonraki yıllarda da başta Erdoğan olmak üzere birçok AKP öncüsü aynı vurguyu tekrarlayarak, laiklikle İslam’ın bağdaştığını ve bu toplumun birlikte ve barış içinde yaşamasının tek yolunun laiklik olduğunu, demokrasinin güvencesinin de laiklik olduğunu, hiçbir zorunluluk olmadığı halde, ısrarla söylemeye devam etmektedirler. İşte bu tür söylem ve propagandalar sonucunda AKP’ye oy veren “muhafazakâr/dindar” kesimlerin ve “dindar” olarak yetiştireceğiz dedikleri yeni nesillerin laikleşmesine, heva ve hevesi ilahlaştıran laik demokrasiyi özümsemelerine sebep olundu. Demokratikleşmeyle siyasal ve kamusal alanda hevaya tabi olmayı meşru görmeye başlayan Müslüman zihinlerin, laikliği ve demokratikleşmeyi kanıksayarak zamanla diğer hayat alanlarında da hevayı esas alan eğilimlerin içine girip sekülerleşmesine/dünyevileşmesine ve yozlaşmasına yol açtılar.
Görüldüğü gibi, Erbakan’ın AKP yetkililerinin İslam’ın istediği gibi Allah’ın hükümlerine göre hükmeden bir yönetim istemeyi yani tevhîdî imanı hor görüp akıl karşıtı dogmatik bir yaklaşım olarak nitelendiren laik ve demokratik bir anlayışı savundukları halde, bu bâtıl görüşü İslamî göstermeye de teşebbüs ederek hak-bâtıl karışımı bir şirk cürümünü işlemekten çekinmemişlerdir. Erbakan ile aynı zihin yapısına sahip olan talebesi Erdoğan da son 20 yıl gibi uzun bir süre iktidarda tek başına kalıp, tek söz sahibi konumundayken aynı tahrif edici görüşleri ileri sürerek, büyük ve yaygın bir yozlaşmaya sebep olmuştur. “Laiklik İslam ile bağdaşır”, “devlet bütün dinlere eşit uzaklıkta olmalıdır”, “ekonominin dini imanı olmaz”, “bu çağda faizsiz ekonomi mi olur?” ve “din bireyseldir” misali çok daha ileri boyutta bir tahrifat söylemi gerçekleştirmiş ve bu sözlerinin İslam’a uygun olduğu iftiralarıyla “dindar ” ve “muhafazakâr” bilinen kitlelerin yaklaşık %70’ini laikleştirmiştir.
Bir yandan ülke Müslümanlarının ve neredeyse İslam ümmetinin lideri ve “sırat-ı müstakim” üzere İslamî bir davanın önderi gibi tanıtılan R. Tayyip Erdoğan var. Ve o sürekli yaptığı, “laiklik ve demokrasi İslam ile bağdaşır”, “din bireyseldir” gibi Hak ile bağdaşmayan ve ilmî olmayan bâtıl açıklamalarla ülke ve bölge insanlarının zihinlerini dönüştürmeye çalışmaktadır. Ayrıca aynı paralelde yaygın bir propaganda ve “laikliğin İslam’la bağdaştığı” bâtıl iddiasını desteklemek üzere konuşup yazan birçok “İslamcı” aydın, yazar ve hatta ilâhiyatçı akademisyenlerin oluşturduğu bulanık bir ortam söz konusudur.
Diğer yandan, Müslümanlar da bağımsız İslâmî kimlikli bir yapı oluşturup Erdoğan ve AKP’nin İslam’ı ve Müslümanları temsil etmediği gerçeğini ortaya koymamakta, onun tahrifat ve dönüştürme çabalarının etkisini nötralize edip hiç değilse azaltacak bir çaba ve itiraz da ortaya koymuyorlar. Hatta tam tersine çoğunluk İslâmî gruplar AKP’ye ve “Reis”in peşine takılıp bu tür açıklamalar karşısında edilgen bir tutum içinde sessiz durmaktadırlar. Böyle olunca da sonucun bu şekilde olması, yani “dindar” olduğunu söyleyen ve beş vakit namaz kılan gençlerin bile % 70’nin laikliği benimser hâle gelmiş olmaları kaçınılmaz bir sapma değil midir?
B – Ayrıca Erdoğan ve Partisi Atatürkçülüğü de CHP’ye Bırakmayıp Sahiplendi ve Muhafazakâr-Dindar Kesimlere de Benimsetti
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Necmettin Erbakan’ın, güttükleri bazı politikalar arasında benzerlikler kurarak “Atatürk sağ olsaydı, Milli Görüşçü olurdu ve Refah Partisinde bulunurdu”[8] demesi misali Mustafa Kamal’ın yolunu izlediğini itiraf ederek “Mustafa Kemal Atatürk’ün ölümünün 83’üncü yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmada: Gazi Mustafa Kemal’in serencamı, bugünkü Türkiye’nin yol haritasıdır” dedi. Erdoğan, CHP’ye de sert sözlerle yüklenirken, “Gazi hayatta olsaydı bunları o partiden sopayla kovalardı. Bu partinin mevcut yapısı içinde, Atatürk kapıdan içeri sokulur muydu bilmîyoruz” ifadelerini kullanmıştır.[9]
Erdoğan, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nca Tarihi CSO Konser Salonu’nda düzenlenen anma etkinliğindeki konuşmasında; Tıpkı Mustafa Kamal dönemindeki gibi 2 bin yıllık Türk devlet geleneği vurgusu yaparak gayr-i İslâmî Türk devletleriyle övünme söylemini burada da tekrarlamaktadır: “Milli iradenin üstünlüğü temeli üzerine bina edilen yeni devletimizin, yaşadığımız tüm arayışlara ve badirelere rağmen 2 bin yıllık devlet silsilemizin devamı olduğu da asla unutulmamıştır.” CHP’nin Atatürkçülüğünü bile beğenmeyerek eleştirmekte, M. Kamal’ın yolunu onun kurduğu partinin değil kendilerinin takip ettiğini söylemektedir: “Biz ise Atatürk’ün ülkeyi muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkarma hedefi doğrultusunda hangi yatırım yapılması gerekiyorsa yapmayı, hangi adım atılması gerekiyorsa atmayı, kiminle mücadele edilmesi gerekiyorsa mücadele etmeyi sürdüreceğiz.”[10]
Yani birinci 28 Şubat’ın başaramadığı kitleleri laik istikamette dönüştürme, sekülerleştirme hedefini suret-i haktan görünen AKP iktidarı “Allah ile aldatarak” gerçekleştirmiş, D. Perinçek ve D. Bahçeli gibi ilk 28 Şubat aktörleriyle bütünleşerek ikinci 28 Şubat sürecini bu ülkeye yaşatmış ve sonuçta da “Müslümanım” diyenleri büyük ölçüde Atatürkçü ve laik yapmayı başarmıştır. Önceki dönemde Müslümanların çocukları, Mustafa Kemal’in putları önünde sadece tazim ve rükû ettirilirken bugün artık secde ettirilmeye başlanmış ve yaklaşık yüzyıldır süren putperest vahşet daha zalimane bir boyuta taşınmış bulunmaktadır. Yaşanan büyük değişim sonucu gelinen noktada, daha önce CHP’li belediyelerin bile yapma gereği duymadığını yapmaya başlayan AKP’li Belediyeler 10 Kasım günlerinde Anıtkabir ziyareti amaçlı otobüs seferleri düzenleme pratiğini başlatmışlardır.
Birçok AKP’li yetkili de Erdoğan’ın izinden giderek, Mustafa Kamal’a sahip çıkmaya ve gerçek Atatürk’ün izinde olanların kendileri olduğunu ifade edip CHP’yi Atatürk’e ihanet etmekle suçlamaya başlamışlardır. Bu bağlamda AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Sözcüsü Mahir Ünal, Cumhurbaşkanımız 10 Kasım’da dedi ki “Milletin Mustafa Kemal’i, Kurtuluş Savaşı’nın Gazisi, Cumhuriyetin Atatürk’ü” bu çok güzel bir konumlama… Kurtuluş Savaşı’nın gazi önderi, büyük devlet adamı, büyük komutan, büyük stratejist ve lider olarak Mustafa Kemal Atatürk’ü hak ettiği yerine koymaya çalışıyoruz… CHP, Atatürkçü bir parti olamaz. CHP’nin Atatürkçü olabilmesi için milli ve yerli olması gerekiyor. .. Atatürk’ün resimlerini paranın üzerinden sildiler, makamlardaki Atatürk resimlerini kaldırdılar. İş artık öyle bir noktaya gelmişti ki Atatürk’ü koruma kanunu çıkarmak zorunda kaldı Demokrat parti. Çünkü bizzat CHP’nin kendisi Atatürk’ü yok ediyordu.”[11]
“Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin ve kendisinin Mustafa Kemal Atatürk’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktur… Atatürk’ün ortaya koyduğu ideali kim gerçekleştirmiştir diye dönüp bakın, AK Parti gerçekleştirmiştir.” (doğru dindar muhafazakâr kesimi AKP seküleştirmiştir). Cumhurbaşkanımız devletin uzun yıllar mağdur ettiği Müslümanları, dindarları, öfkesi ve kızgınlığı artmış bir kesimi, sorunsuz bir şekilde rehabilite etti, sisteme dahil etti.“[12]
AKP Genel Başkan Yardımcısı Egemen Bağış da, “Biz onlar gibi Atatürk’ün arkasına saklanmıyoruz. Atatürk’ün yolunda gidiyoruz… Biz çok şükür hepsinden daha çok Atatürkçüyüz” dedi. Almanya’da Mannheim “Atatürkçü Düşünce Derneği”ni ziyaret eden ve Erdoğan’ın ikinci Atatürk olacağını söyleyen Egemen Bağış, “Atatürkçü Düşünce Derneği ortak paydamızdır. 10 Ağustos’ta Başbakanımız Tayyip Erdoğan yüzde 56.6 oyla ilk turda seçilecek. Biz Türkiye’de Atatürk gibi bir cumhurbaşkanı olmasını istiyoruz.” dedi.[13]
New York Üniversitesi ve Bahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Selçuk Şirin tarafından yapılan ‘Genç Kimlikler Araştırması’na göre, AK Parti’ye oy veren her 100 gençten 38’i de kendisini ‘Atatürkçü-Kemalist’ olarak görüyor.[14] MetroPOLL Araştırma Şirketi Başkanı Özer Sencar, “Mustafa Kemal Atatürk” başlığı altında Kasım ayı içerisinde yaptıkları araştırmanın sonuçlarını yayınladı. Araştırmada, “Mustafa Kemal Atatürk’ün bu ülkeye yaptıklarından dolayı ona şükran duyuyor musunuz?” sorusuna ankete katılanların yüzde 92.2’si “evet duyuyorum” cevabını verdi. Ayrıca “Atatürk’ün değerinin son zamanlarda daha çok anlaşıldığını düşünüyor musunuz?” sorusuna verilen yanıtların yüzde 73.3’ünün de “Evet” olması dikkat çekti. MetroPOLL Araştırma’nın da anketteki bu sonuçlarla birlikte “Tüm parti seçmenlerinin aynı fikirde olduğu görülmektedir” notunu eklediği görüldü.[15]
Statükonun dini içinde, İslam’ı saptırarak katılan Hakk’a dair kimi unsurlar olduğu gibi, sekülerizme ait unsurlar da bulunmaktadır. Bu bağlamda, özellikle küresel sistemin razı olacağı ve taklitçi eski statüko taraftarlarını da memnun edecek ulusalcılığa ve kemalizme ait unsurlara da yer verilmektedir. İşte statükonun dini böyledir. İçinde halkın farklı kesimlerine ait birçok dini ve ideolojik unsura yer verilen Hak-bâtıl sentezi bir karışımdır. Özellikle 15 Temmuz sonrasında AKP liderliği ve iktidarı statüko dini içindeki kemalist unsurları, “neo-kemalist” dönem olarak nitelenmeyi hak edecek kadar arttırmış bulunmaktadır. Hatta CHP ve liderini Atatürk’e ihanet etmekle suçlayıp gerçek Atatürkçü olanın kendileri olduğunu iddia edecek, MHP ve ulusalcı kemalist Ergenekoncularla ittifak kuracak kadar ileri gitmişlerdir. AKP’nin kemalist açılımına dair birçok örnek verebiliriz.
Erdoğan bu yıl ki 29 Ekim mesajında Atatürk’ü rahmet ve tazimle yâd ettiğini açıklıyordu: Başta Cumhuriyetimizin banisi, Kurtuluş Savaşımızın muzaffer komutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, tüm gazilerimizi de rahmetle, tazimle yad ediyorum.” Başbakan Binali Yıldırım ise, tazimden sonra modern seküler türbe olan “Anıtkabir”de ellerini açıp “Fatiha okuyup mağfiret duası” yapıyordu.
Bu gelişmeler üzerine yıllardır Müslümanları AKP’den taraf olmaya ve AKP için sandığa çağırarak aktif destekçilik yapan Haksözhaber sitesi ve bazı yazarlarının gidişatla ilgili tespitlerini alıntılamak istiyorum. Site şu yorumu yapıyordu: “15 Temmuz sonrasında FETÖ ile mücadele adına darbeci Kemalistlerle girilen uzlaşma ve paslaşma eğilimi resmi ideolojik dayatmaları içselleştirme adımlarıyla devam ediyor. Bu çerçevede toplumsal uzlaşma sağlama gerekçesiyle dindar-muhafazakar kesimin en temel argümanlarından biri olan rejimin kurucusu Mustafa Kemal’in ve Kemalist-laik anlayışın reddi tavrı aşındırılıyor.”
Yine Haksözhaber sitesi bir başka yorumda ise şu tespitleri yapmak gereği duydu: “Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmaları olmak üzere belirgin bir şekilde resmi ideolojinin klasik jargonuna dönüş emareleri söz konusu. Kılıçdaroğlu ve CHP’nin vurgulamaktan imtina ettiği derecede “Atatürk” referansları her geçen gün ivme kazanıyor. Hükümetin bu yeni politik hattı da haliyle süratle alamet-i farikaları her şartta Hükümeti müdafaa olan gazeteci ve yazarlar tarafından yerine getiriliyor. Doğu Perinçek gibi azılı düşmanların gevrek gevrek gülerek “Erdoğan bizim çizgimize geldi!” sözlerini haklı kılmak için neredeyse iktidar medyası unsurları yapmadık şey bırakmıyorlar. Bütün bir toplumun “Atatürk, Atatürkçülük, Kemalizm, laiklik”le problem oluşturmayacak bir ilişki biçimine girmeleri ve hatta başta Mustafa Kemal olmak üzere (artık altını çizerek ‘Atatürk’ diyorlar) resmi ideolojinin ikonlarıyla bir laik-Kemalist gibi ilişkiye girmeleri isteniyor bütün bu yazılarda.”
Kenan Alpay ise “Yeni Akit”teki köşesinde şunları yazdı: “Önce Türk milliyetçiliğine ilişkin söylemlerin dozu ve önermelerin yoğunluğu arttırıldı, şimdilerdeyse Atatürk ve Atatürkçülük üzerinden “köklere dönüş ve tarihle barışma” kulvarında hızlı ve amansız bir yarış zuhur ediverdi. Tarih yeniden mi yazılacak, Mustafa Kemal’in hayatı yeni baştan mı oluşturulacak yoksa Türkiye toplumu bir mühendislik mucizesiyle köklü bir biçimde tanzim mi edilecek bilmek mümkün değil.”
Mustafa Kemal için vahiy ‘gökten indiği iddia olunan dogmalar’dan ibarettir. Başta Afet Hanım’a dikte ettirdiği Medeni Bilgiler ve Orta Zamanlar-Tarih II gibi kitaplarda topluma egemen kılınmak istenen ideolojik-felsefi görüşlerin Kur’an-ı Kerim ve Hz. Muhammed Mustafa (a) bakış gayet nettir. Tek Parti pratiği ve askeri darbelerle ilelebet egemen kılınmak istenen Resmi İdeoloji’nin İslâmî hayat tarzına karşı ne kadar amansız bir düşmanlık sergilediğine bizzat şahidiz.
Kim ne derse desin, uzun süredir zaten Atatürkçü kemalist çizgiyi laikliği Anglosakson tanımıyla benimseyerek ve bununla da kalmayıp İslam ile de bağdaştığı iftira ve tahrifatını da yaparak gündemde tutan ve ülke ile bölgedeki Müslüman halkların din algısını protestanlaştırmaya çalışan Erdoğan, artık açıkça Osmanlı ve tasavvuf kültürü ile “ılımlı İslam” anlayışını laiklik, liberalizm ve Kemalizmle sentezinden ibaret neo-Kemalizmi egemen kılmaya çalışmaktadır. Bu sebeple Müslümanları sekülerleştirip dönüştürmeye yönelik büyük ve yaygın bir yozlaşmanın zeminini aktif bir halde tutmaktadır.
Başka AKP’liler de aynı övünmeyle CHP’nin değil de kendilerinin Atatürk’ün izini takip ettiklerini söylemeye devam ettiler; AK Parti milletvekili Bekir Bozdağ kadınların yaşadıkları sorunlar hakkında AK Parti döneminde önemli icraatlara imza atıldığını söylerken, “CHP hep bunu konuştu ama üzerine bir tane bile bir şey koymadı. Atatürk’ün izinden gitmediler. Atatürk’ün izinden biz gittik” diyor.
C – Baskıcı Kamalist Dönemin Topluma Egemen Kıldığı Zina, Kumar ve Alkol İfsadı Son 20 Yıllık Neo-Kamalist Dönemde Arttırılarak Sürdürüldü
En büyük ifsad edici olan zina, kumar ve alkol son 20 yılda daha da yaygınlaştırılıp toplumu çürütmede önemli bir rol oynadı. AKP döneminde alkol üretimi ve tüketimi de artmış olup kimi AKP yetkilileri bunun ekonomik gelişmeye katkısıyla övünmüşlerdir. Binali Yıldırım,14.3.2014 tarihinde yapılan bir TV programında diyor ki; “Tekirdağ’da 2 rakı fabrikası vardı, bizim dönemimizde şimdi 18 tane oldu.”[16] 31.Mart.2019 seçimlerinde AKP İzmir Belediye Başkan adayı Nihat Zeybekçi de, CNN Türk’te yayınlanan programda “İzmir’de şarap üretimini destekleyeceğim. Bu bir ekonomidir, ticarettir. Ben Diyanet İşleri Başkanı değilim. Orası beni hiç ilgilendirmez.”[17] diyor. Bugünün AKP Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, HAS Parti Genel Başkanı iken Ocak/2011 tarihinde bir basın toplantısında diyor ki; “AK Parti yönetiminde içki tüketimi azalmış değil, içki tüketimi 4 katı artmış. İçkiye başlama yaşı on bire düşmüş.” Ayrıca 2002-2015 yılları arasında yani 13 yılda devletin resmi bilgilerine göre; Fuhuş % 790, Uyuşturucu bağımlılığı % 678, Cinsel istismar % 434, Adam öldürme % 261, Boşanmalar % 37 artmış. Demokrasilerde, fuhuş, kumar ve alkol kullanımı demokratik ve bireysel haklardır. Hükümet ve sivil toplum örgütleri, İslâmî gündemi ortadan kaldırır, demokratik gündemi merkeze oturturlarsa olacağı budur.[18]
Kumar da AKP döneminde tırmanışa geçmiş bulunmaktadır. Devlet eliyle oynatılan “Milli Kumar”ın çeşidi arttırılmış, “Milli Piyango” ve “Şans Topu, 10 Numara, Sayısal Loto”ya ilâveten “iddaa” diye yeni bir kumar çeşidi uygulamaya konmuştur. Üstelik “Milli Kumar Genel Müdürlüğü”ne, sağlığındayken bu haram işletmeciliğine ve devletin kumar oynatmasına karşı büyük mücadele vermiş olan merhum vaiz Timurtaş Uçar‘ın oğlu Bekir Yunus Uçar atanmak suretiyle, öncelikle Timurtaş Hocaya büyük saygısızlık yapılmıştır. Aynı zamanda, onun soy ismini taşıyan oğlu velevki bu göreve gelecek bir kişiliğe sahip olup babasının yolunda olmasa bile, “Milli Kumar”a karşı uyarıları bilinen bu hocanın oğlunu buraya getirmekle, bilmeyen insanlar nezdinde yaşanan büyük yozlaşmaya yeni bir boyut katılarak, yeni bir cinayet daha işlenmiştir. AKP döneminde çeşidi ve yaygınlığı arttırılan devlet eliyle kumar oynatma haramına üstelik Kur’an’da “din” anlamında kullanılan “millet” kavramıyla bağlantılı “milli”lik adı altında meşruiyet kazandırma çabasının yanında, bir de böyle bir hocanın çocuğunu kumarhanelerin başına Genel Müdür olarak tayin etmekle de aynı amacın güdüldüğü anlaşılmakta ve yaşanan büyük ifsâda bir de bu suretle katkı sunulmuş olmaktadır.
Baskıcı Kemalist Dönemde İslâmî Değerler, Eğitim, Kültür ve Hukuk Alanlarında Gerçekleştirilen İfsadı Aynen Koruyup Sürdüren Erdoğan’nın Neo-Kemalist Dönemindeki İlave İfsad Politikalarını ve Sonuçta Yaşanan Yaygın Yozlaşmanın Sadece Bazı Boyutlarını İfade Etmeye Çalışalım:
1- Başörtüsüne Kamu Alanında Yasal Güvenceden Mahrum Biçimde Serbestlik Kazanması Bile, İktidarın Bâtıl Politikaları ve Yol Açtığı Sekülerleşme Yüzünden Olumlu Bir sonuca yol açmadı
- Başörtüsünü kamu alanında serbest bırakanların, başörtülüleri demokratikleştirip zihinlerini hevanın hâkimiyetine alıştırarak bireysel hayatlarında da demokratik davranmalarını sağladıkları,
- Böylece, başı örtülü ama hevasına uyarak sekülerleşen, “takva elbisesi” yırtık başörtülülerin sayısının hızla çoğalmasına yol açtıkları,
- Ordu dâhil her kamu alanına girmeleri sağlanan başörtülüleri, takva elbisesini çıkarmak suretiyle Kemalistleştirdikleri,
- Baskıcı ve yasakçı kemalist darbe süreçlerinde akide ve ilkelerine sadık olan başörtülü ve sakallı Müslümanlara kamu alanını açtıktan sonra, onları kapitalist zihniyetle kuşatıp yolsuzluğa, hukuksuzluğa ve azgın tüketim hırsıyla lüks yaşamaya, israfa alıştırıp sekülerleştirdikleri,
- Başörtüsünden taviz vermeyenlerin laik parlamentoya başörtülü girip Kemalizme bağlılık andı içerek ve hevaya göre yasa yaparak imanlarından kolayca taviz vermeye alıştırıldıkları, imanlarına şirk bulaştırmaktan korkmaz hale getirildikleri,
- Başörtülü bakan ve milletvekillerinin, ömrü İslam’a karşı mücadele ile geçmiş bir kişinin Anıtkabirini hem de başörtüleriyle topluca ziyaret edip tazimde bulundukları ve kendisine yaptıkları için teşekkür ve minnetlerini sundukları,
- Üstelik bir de çok mühim ve değerli bir görev yapmışlar gibi Atalarının kabri önünde topluca fotoğraf çektirip yayınlamayı da ihmal etmedikleri,
- Başörtülü bir AKP milletvekilinin, “Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laikliğe” bağlı kalacağına dair cümleler bulunan milletvekili yeminini yaptıktan sonra, “Allah’a hamdolsun bugün milletvekili yeminimizi yaptık” diyerek, adeta “besmele çekerek rakı kadehini yudumlamak” gibi bir hak ile batılı karıştırma pozisyonunu doğal bir hal gibi kamuoyuna açık alanlarda resmiyle birlikte paylaşacak kadar kafaların karıştırıldığı, zihinlerin bulandığı,
- Sonuçta, uğruna çok bedeller ödenen başörtünün, artık bir aksesuara dönüştüğü,
- “Müslümanım” diyenlerin yönetiminde ve tevhîdî kesimin desteğinde aileyi ve toplumu yozlaştırdığı;
- Kemalist bir bakana eğitimi teslim edildiği,
- Kumarhaneli turistik otel sahibi birisinin kültür bakanı yapıldığı,
- İçki fabrikalarının sayısını arttırmakla gururlanan ve dindarları biz laikleştirdik diyerek övünen kişilerin bakan yapıldığı hükümetlerle yozlaşmanın daha da artmasına yol açıldığı,
- İstanbul sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa ve sözleşmeleri uygulayarak, aile içi kavgaları arttırıp eşcinselliği yaygınlaştırıp koruma altına alarak dindar kitleleri ve yeni nesilleri sekülerleştiren, imam hatipleri bile yozlaştıran tam bir fetret döneminin oluşturulduğu,
- BİR SÜREÇTE BU GİDİŞE KARŞI SUSUP SUSMAYACAĞIMIZ VE BU BÜYÜK FESADA KARŞI ISLAH SORUMLULUĞUMUZU YERİNE GETİRİP GETİRMEYECEĞİMİZ KONUSUNDA İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
2- Hak maskeli bâtıl konumundaki siyasî liderin, kendisini Hak olarak sunarak uyguladığı laik kapitalist politikaların, muhafazakâr ve Müslüman kesimlerin yozlaşmasını sağlaması yanında, insanların İslam’dan uzaklaşmasına da yol açtığı;
- Paranın, ekonominin dini olmaz” diyerek, muhafazakâr kitleleri kapitalizme teslim olmaya yönlendirdiği,
- Sonuçta, ekonominin kapitalist “piyasa” ilahına teslim edildiği,
- Kumarın, “Loto, toto, iddaa” ve “milli piyango” adı altında “milli ve yerli” yalanıyla nesillerimize sunulduğu, “İddaa” gibi yeni kumar çeşitlerinin bizzat AKP iktidarında başlatıldığı,
- Kumarhaneli lüks oteller sahibi Kültür Bakanı “elinde rakı/şarap kadehiyle ve İstanbul sokaklarında gösteri yaptırılan yarı çıplak balerin” görüntüleriyle Türkiye tanıtımı yaptığı,
- Bizzat Cumhurbaşkanı’nın itirafıyla, “eğitim ve kültür alanında tam bir başarısızlığın” yozlaşmanın ve çürümenin yaşandığı,
- Bütün bu haramları ve zulümleri işleyen laik yöneticilerin, üstelik son 20 yılda kendilerinin “Hak yolda ve sırat-ı müstakim üzere oldukları” yalanını söyleyip toplumu “Allah ile aldatarak” laikleştirdiği, laik Kemalist sistemin hedefleri istikametinde dönüştürdüğü,
- HAK İLE BÂTILIN İLERİ DERECEDE BİRBİRİNE KARIŞTIRILDIĞI BİR ZAMANDA İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
3- Eğitim ve medyada son 20 yılda hiçbir iyileşme yapılamadığı gibi fahşâ ve fücuru yaygınlaştıracak daha kötü politikaların takip edildiği
- Laik Kemalist sistemde iktidarlar değişse de laik Kemalist seküler programı ve körpe zihinleri işgal ve iğfal eden müfredatı asla değişmeyen eğitimin “öğütüm” işlevi görüp resmi ideoloji ekseninde tornadan geçirilmiş tek tip insan yetiştirme hedefi gereğince genç zihinleri materyalist ölçülerle öğüten bir endüstriye dönüştürüldüğü gerçeğinin son 20 yılda da sürdürüldüğü,
- İlkokuldan sözde “kemalizmin andı”nı kaldırıp ama materyalist kemalist eğitim çarkında oğüttükleri çocukların kemalizm dininin putuna tâzim ettirildikleri,
- Önceki dönemlerde müslümanların çocukları Mustafa Kemal’in putu önünde tazime, kıyam ve rükûya zorlanırken, bugünkü Kemalist bakan döneminde, yani ikinci 28 Şubatta artık heykellere/büstlere secde etmeye zorlandığı,
- Fakir ailelere iyilik gibi sunulan ücretsiz tablet ve internetle birileri zengin edilirken, her eve devlet desteğiyle adeta bir bombalı tuzak yerleştirdikleri,
- Eğitim ve kültür alanı ihmal edilirken ihale yolsuzluğuna müsait büyük binalar, köprüler, otoyollar ve hava alanları yatırımlarına yoğunlaştıkları,
- Eğitim alanında da sadece ihale yolsuzluklarının kolay yapılacağı inşaat alanına yatırım yaptıkları,
- İyi bir eğitim kadrosu ve iyi bir eğitim müfredatı için hiçbir yatırım yapmadıkları,
- Sonra da 20 yıl geçmiş olduğu halde, en tepedeki sorumluların, ihale yolsuzlukları iddialarının zirveye çıkmasına sebep olan otoyol, köprü, tünel, havaalanı yapmakla ve yeni binalar inşa edip üniversite sayısını arttırmakla övünürken “eğitim ve kültür alanında başarısız olduk” demekten rahatsız olmadıkları,
- Buna ilaveten, bir de sanal âlemin, sosyal medyanın çocukların zihinlerini işgal ettiği,
- TRT ve iktidar yanlısı TV’lar başta olmak üzere, bütün kanaların adeta kanalizasyon gibi evlere akıtıldığı,
- Çocuklar için hazırlanan film ve çizgi filmlerin bile ifsad edici bir rol oynadığı,
- Devlet destekli sosyal medyanın ve internetin her gün evlere pislik kustuğu,
- …FİTNE VE FESADIN HER ALANI KUŞATTIĞI BİR ZAMANDA İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
4- Yönetenlerin varlık denizinde boğulduğu, yolsuzluk zirvedeyken yoksulluğun kitleleri kuşattığı,
- Şatafat ve debdebenin zirve yaptığı, sultanlık kültürünün siyasi iktidarı kuşattığı, ülkenin her köşesine sürekli yenilerinin yapıldığı sarayların ve saray yaşantısının önemsendiği ve bunun da itibar sayıldığı.
- Osmanlıdan devralınan saraylara ve M. Kamal’dan kalan köşklere ilaveten sadece son on beş yılda ülkenin doğusundan batısına 3 adet görkemli sarayın yaptırıldığı,
- Sadece senede birkaç gün ya da birkaç hafta kalınacak olan Doğuda Ahlat’ta ve Batıda Marmaris’teki yazlık sarayların maliyetiyle yüzlerce yangın uçağı alınabileceği,
- Yahut üretime katkı sunacak onlarca fabrika yapılabileceği, tarımsal üretimin çok daha ileri bir safhaya taşınabileceği ve on binlerce fakirin, işsizin zor durumdan kurtarılabileceği gerçeğinin gündem bile yapılmadığı,
- Çankaya köşkü varken çok büyük bir maliyetle yaptırılan sadece Ankara’daki sarayın elektrik masrafının bile şok edici boyutlarda olduğu,
- Osmanlı sultanlık kültürüne hayranlık sonucu itibarla kibri karıştırarak Saraylarda lüks ve israf içinde yaşayanların, halkını ise reaya olarak görüp otobüs üzerinden kafalarına atarcasına çay paketi fırlattığı, görevlilerce ellerine verme nezaketinden uzak biçimde tepelerine atıp izdihama yol açan ve yıllardır yakın çevresi dâhil hiç kimsenin de bu nobranlığın farkına varıp düzeltme çabası göstermediği,
- Üstelik bu kaba ve aşağılayıcı olarak anlaşılan tavrın, yangında evleri yanıp sokakta kalmış, selde evleri yıkılmış, malları telef olmuş ve bu yüzden acılı yürekleri yangın yeri olan vatandaşlara bile reva gören davranışın sahibinin, kamusal ve toplumsal hayata tatbik etmediği halde camilerde Kur’an okuyup kendini İslam’ın önderi gibi takdim ettiği,
- Ailesine devleti teslim edip tek adam pozisyonunda hareket edince, istişare ve ortak akılla karar verme imkânının ortadan kalktığı,
- Kutsal devlet ve “devlet-i ebed müddet” anlayışıyla Devlet ilahlaştırılınca, Erdoğan’ın siyasette önde gelen arkadaşlarının “kutsal devlet”in başı olan kendisi için “o bizim için Allah gibidir”, “ikinci bir peygamberdir”, “ona dokunmak ibadettir” demeye başladığı,
- Buna rağmen de bu kişilerin, bir uyarı almadan, kamuoyu önünde işledikleri bu sapkınlıkları sebebiyle kınanmadan vazifeye devam etmelerine fırsat verilince de büyük bir yozlaşmanın yaşandığı,
- Yoksulluğun, yolsuzluğun, adam kayırmanın ve yozlaşmanın yönetimi ve toplumu kuşattığı,
- Kendi laik partisini “sırat-ı müstakim üzere tanımlayıp kendilerinden ayrılanın saptığını” ifade ve “Hak ile bâtıl mücadelesinde kendisinin Hakkı temsil ettiğini” iddia ederek, yaptığı bütün yanlışlıkların, adaletsizliklerin ve iktidarı döneminde işlenen yolsuzlukların, haksızlıkların, kötü yönetimin tüm faturasının İslam’a kesilmesine yol açtığı,
- BÖYLECE CUMHURİYET DÖNEMİNİN EN UZUN İKTİDAR SÜREN LİDERİNİN 20 YILLIK İKTİDARINDA İSLAM’IN ANLAŞILMASINA VE YAŞANMASINA EN BÜYÜK ZARARIN VERİLDİĞİ BİR SÜREÇTE REHAVETİN KUŞATMASI ALTINDA İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
5- “Dindar nesil yetiştireceğiz” diyenlerin iktidarında yeni nesillerin en fazla İslam’dan uzaklaştırılıp en çok sekülerleştirildiği,
- Dindar nesil yetiştirme iddia ve propagandasıyla iktidar olanların döneminde, yeni nesillerin dinden, İslam’dan iyice soğutulup sekülerlestirildiği ve deizme itildiği,
- İslam adına ortaya konan kötü yönetimde uyguladıkları sekülerleştirme politikaları ve laikliği İslâmî gösterip “Allah ile aldatan” söylemlerle, kendini “beş vakit namaz kılan dindar” olarak tanımlayanların %70’inin laikleştirildiği,
- Diğer taraftan da bizzat AKP politikalarının, demokrasiyi ve hevayı ilah edinen çürütücü, yozlaştırıcı yönlendirmesiyle ve kapitalist ölçüsüz kazanma ve azgın tüketim hırsıyla, servet ve şehvetin azdırıcı etkisiyle dünyevileşmeye sebep olunduğu,
- Gençliğin, uyuşturucu satıcılarının pazarı haline geldiği, uyuşturucu kullanımının ilkokullara kadar indiği,
- Yönetenlerin israf, servet ve şehvet peşinde koşup saraylarda ve lüks otellerde mükemmel sofralarda tıkındığı,
- Yönetilenlerin ise, porsiyonu azaltma, iktisat ve kanaat ehli olma tavsiyesiyle israftan sakındırıldığı,
- Parti ayrımı olmaksızın yerel yönetimlerde de ülke yönetiminde de ihalelerin yandaşlara peşkeş çekildiği ve bu alanda büyük yolsuzluk iddialarının zirvede olduğu,
- Esnafı, memuru, işçisiyle toplumun çoğunluğunun ise geçim sıkıntısı çektiği,
- Bütün ülke insanlarından toplanan vergilerin, zenginleri daha çok zenginleştirmek için harcandığı,
- İşsizliğin arttığı, torpil ve adam kayırmanın zirve yaptığı, ehil ve liyakatli olanın değil adamını bulanın işe girdiği ve bu yüzden gençlerin geleceğe dair umutlarını yitirdiği,
- Yozlaşmış kapitalist anlayışla kısa yoldan para kazanmanın, yani kayırma, yolsuzluk ve rüşvetle köşe dönmenin akıllılık, üretime katkı sunacak çalışmalarla zahmet edip helal yoldan para kazanmanın ise enayilik sayıldığı,
- Ahiretin tarlası ve imtihan alanı olan bu kısacık dünyanın “bir oyun ve eğlenceden, bir mal ve evlat çoğaltma yarışından ibaret olduğu” uyarılarının dikkate alınmadığı,
- Dünyada biriktirenlerin çerçöp olup yok olacağı, kalıcı gerçek yurt olan Ahiret yurdunda ise, dünya tarlasında ekilenlerin hasadının yapılacağı ve hesabının verileceği, sonuca göre ya Allah’ın rızası ya da şedit azabı ile muhatap olunacağı hakikatinin göz ardı edildiği, (Hadid, 57/20)
- İman edip salih amel işleyenlerin, hayatını Allah’a rükû ve secde ettirip O’na teslim olanların dışında hiç kimsenin kazanamadığı hakikatinin gündemden çıkarıldığı,
- ÇELİŞKİNİN, TUTARSIZLIĞIN, HIRSIZLIĞIN VE ARSIZLIĞIN ZİRVE YAPTIĞI BİR ZAMAN DİLİMİNDE İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
6- Yeryüzünün mescid olmaktan çıkarılıp, takva secdelerinin yerini şekli secdelerin aldığı ve mescidlere hapsedildiği,
- Hayatın bütün alanlarında Allah’a secdenin/itaatin terk edildiği ve secdelerin mescidlere has kılınıp şekle indirgendiği,
- Saltanat sürecinde başlayan laik Cumhuriyette zirveye çıkan bir savrulmayla, mütevazı takva mescidlerinin yerini hayattan kopuk şeklî secdelerin hapishanesi olan gösterişli camilerin aldığı,
- Devletin gardiyanlığında, Kur’an’ın camiye, tevhidin minareye mahkûm edildiği,
- Camilerin, laik devletin Müslümanları denetlemek ve yönlendirmek üzere kullandığı mekânlar haline getirildiği,
- Camilerde görevli imam hatiplerin laik devlette bürokratik bir görevliye dönüştüğü,
- Hutbe ve vaazların içeriğini laik devletin belirlediği ve laik Kemalist devletin politikalarına göre cemaati yönlendirdiği,
- Hayatını Allah’a rükû ve secde ettirmeyenlerin, takva secdelerinin yerine şekli secdelerle avunduğu,
- TOPLUMSAL VE KAMUSAL HAYATTAN SECDEYİ/ALLAH’A İTAATİ KOVANLARIN, CAMİDE KUR’AN OKUMA ÇELİŞKİSİYLE TOPLUMU VE KENDİNİ ALDATTIĞI BİR SÜREÇTE İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
7- Baskıcı ve darbeci kemalizmin laikleştirmeyi başaramadığı “dindar-muhafazakâr” kitleleri, suret-i hak’tan görünen bir siyasetin “Allah ile aldatarak” 20 yılda laikleştirdiği,
- Camide Kur’an okuyan siyasi liderin, kamusal hayattan Allah’ın hükümlerini dışlayan bâtıl modelleri İslam ile sentez etmeye yönelik söylemleriyle, “laikliğin ve demokrasinin İslam ile bağdaştığını”, “dinin bireysel olduğunu” iddia ve iftira ettiği,
- Üstelik laikliği “devletin bütün dinlere eşit uzaklıkta durması” olarak tanımladığı halde, bu sözüne de sadık kalmayarak diğer dinlere hiç karışmayıp, sürekli İslam hakkında konuşarak İslam’ı kendi laik anlayışına uydurmaya ve sürekli İslam’ın hakikatini tahrif etmeye çalıştığı,
- “1400 yıl önceki hükümler bugün uygulanamaz güncellenmesi gerekir” misali tarihselci söylemlerle İslam’a yönelik iftira ve tahrifatlarını sürekli gündemde tuttuğu,
- Laik demokratik ve şimdi de kemalist olan AKP liderinin, Allah’ın azabından korkmadan ve kullarından da utanmadan kendisini İslam’a nispet etme cinayetini işleyerek sürekli İslam adına tahrif edici açıklamalar yaptığı,
- İslam’a yönelik bu büyük saldırısı, tahrifatı ve laik siyaseti için İslam’ı, camide Kur’an okumayı, tıpkı Muaviye’nin mızraklaırn ucuna Kur’an sahifeleri takması gibi dünyevi iktidar hesapları için araçsallaştırdığı,
- Üstelik bu tür iftira, istismar ve tahribatı sebebiyle iktidara itiraz edip hesap sorması, onun İslam’a yakıştırdığı bâtıl nitelemeleri yalanlaması ve İslâmî kimliği savunması gereken tevhidi uyanış süreci öbeklerinin ve öncülerinin büyük çoğunluğunun ilkesiz ve çıkarcı bir yaklaşımla AKP destekçisi konumuna sürüklendikleri,
- Bu yüzden de AKP lideri ve iktidarının İslam’ı temsil ettiği imajının oluşması sonucunda, bu lider ve iktidarının ve çevresinin bütün kapitalist lâik uygulamalarının yol açtığı huzursuzlukların, yoksullukların, yolsuzlukların, haksızlıkların hırsızlıkların ve adaletsizliklerin, yani tüm kötülüklerin faturasının İslam’a kesilmesine sebep oldukları,
- Böylece İslam’ı bilmeyenlerin, bu yapılanları Müslümanların politikaları ve İslam’dan zannederek İslam’dan kaçıp sekülerleştiği ve deizme kadar kaçanların olduğu,
- Sonuçta da, kendini İslam’a nispet eden ve “muhafazakâr” olarak nitelendirilen ve on yıllarca baskıcı Kemalizm’e direnen “dindar” kitleleri “Allah ile aldatıp” son 15 yılda laikleştirip sekülerleştirdiği,
- Yani baskıcı Kemalizm’in ve darbelerin 80 yılda başaramadığı dönüştürmeyi, suret-i hak’tan görünen aldatıcı bir siyasetin 20 yıllık iktidarında başardığı,
- Buna rağmen de bu laik siyasetçinin sürekli kendisinin “bâtıla karşı Hak mücadelesi verdiğini” ve “sırat-ı müstakim üzere olduğunu” iddia edip İslam’ın şiarlarını kendi bâtıl siyaseti uğruna istismar edip tahrif etme çabası gösterdiği,
- Böylece, sözüm ona “tevhidi uyanış süreci grupları”nın tam sayfa gazete ilanlarıyla, makale ve açıklamalarıyla bu laik partiye ve şirk anayasası referandumlarına “aktif destek” vererek, bâtıl siyasetin halkı “Allah ile aldatıp dönüştürmesini” kolaylaştırmaktan çekinmedikleri,
- ÇOK KAOTİK BİR ORTAMDA, BÜTÜN BUNLARI GÖRÜP UYARI VE ISLAH ÇABASI GÖSTERMEYE YETECEK İSLÂMÎ BİR BASİRET VE FERASETE SAHİP OLUP OLMADIĞIMIZLA İMTİHAN OLMAKTAYIZ.
8- “Ümmetin Umudu” olarak ilan edilip tevhîdî kesim tarafından desteklemelerinin bir başka vesilesi kılınan Erdoğan’ın Ümmet için yaptıklarından sadece bazıları;
- Anlatmaya çalıştığımız büyük tahrifat, yozlaştırma ve dönüştürme çabasına rağmen, tevhîdî uyanış süreci öncülerinin bu laik siyasi lideri “mü’min, muvahhid ve ümmetin umudu” olarak niteleyip destekledikleri,
- Tevhîdî uyanış süreci gruplarının ümmetin umudu olarak ilan edip destek verdikleri Erdoğan, BOP eş-başkanı olmakla övünüyor ve bütün ümmeti “laiklikle İslam’ı uzlaştıracak ılımlı İslam modeli”ni bütün ümmet coğrafyasında yaymaya kalkıştığı,
- Hiçbir zorunluluğu olmadığı halde gittiği bütün ülkelerde Müslüman halkları “laik olun, laiklikten korkmayın, laiklik İslam ile bağdaşır” benzeri İslam’a iftira ve tahrif içerikli söylemlerle dönüştürmeye, laik yapmaya çalıştığı,
- Suriye, Mısır, Irak ve Libya’nın başına gelenlerden sorumlu olmasını sağlayan yanlış politikalar yürüttüğü,
- Erdoğan’ın iktidarı süresince, “bütün eylemleri İsrail’den yana olurken, bütün söylemleri Filistin’den yana olan” politikalarla ümmet aleyhine İsrail lehine birçok anlaşmaya imza atmaktan çekinmediği.
- Bunlardan sadece bazıları şunlar, terör devleti İsrail, 25 yıldır OECD üyeliği müracaatı TC devletinin vetosuyla engelleniyor ve bir türlü üye olamıyorken, Erdoğan bu vetoyu kaldırıp OECD üyesi olmasını sağladığı,
- Üstelik böyle bir süreçte Erdoğan’ın izin vermesiyle Malatya Kürecik’te yeni bir üs görevi gören “NATO füze kalkanı” oluşturulduğu ve bu üssün İsrail’i korumak için çaba göstermek amacını güttüğü, bölgeden elde ettiği istihbaratı da hem İsrail ile hem de PKK misali örgütlerle paylaşmak işlevi görmeye devam ettiği,
- Aynı şekilde, NATO’nun bölgedeki tatbikatlarına İsrail’in katılması TC devletinin vetosuyla mümkün olamıyorken, bunu sağlayan imzayı da Erdoğan’ın attığı,
- Emperyalizmin kanlı silahlı gücü olan, Afganistan, Irak ve Libya gibi birçok ülkede Müslüman halkların kanını akıtan NATO ile ilişkisini hem de bu kan dökme süreçlerinde içinde askerini de bulundurarak ısrarla devam ettirdiği,
- Üstelik PKK desteği ve 15 Temmuz darbe teşebbüsüyle ilişkisi kesin olarak ispat olunduğu halde, Türkiye’deki NATO varlığı ve üsleri hem varlıklarını hem de bölgeye şiddet taşıma etkinliklerini sürdürdüğü,
- Slogan atmaya gelince sert eleştiriler yaparak toplumun gazını alan Erdoğan’dan bu konularda ses çıkmadığı ve emperyalist silahlı gücün varlığını ve etkisini hâlâ devam ettirdiği,
- NATO içinde yer alarak ve oraya saldıracak NATO gücünün Ege’de üslenip hazırlanmasına izin vererek Libya’ya saldırıda katil ordu içinde yer aldığı ve NATO gücü içinde yer alarak Afganistan’a işgalci olarak gittiği,
- Türkiye sınırına yüz bin ABD askerinin konuşlanarak karadan Irak’a saldırması için Erdoğan’ın çıkarılması talimatını verdiği tezkerenin, onun ısrarına rağmen onu dinlemeyen bazı milletvekilleri tezkereye hayır oyu kullanınca CHP’nin hayır oylarıyla gerçekleşmediği,
- Tezkere çıkmayınca aleyhte oy kullanan AKP milletvekillerine çok kızıp daha sonra Irak’a saldırı için Türkiye’deki birçok üssü ve hava sahasını NATO ve ABD’nin katil askerlerine kullandırdığı,
- Tevhîdî geçinen grupların aktif desteğiyle, “BOP vb. emperyalist projelerde görev alarak, tevhid dini İslam’ı sekülerizme ve kapitalizme uyumlu ‘Ilımlı İslam’ haline dönüştürmek, Protestanlaştırmak için” çaba sarf eden bir liderin ve laik iktidarının muhafazakâr kitleleri dönüştürme etkisinin daha da arttığı,
- Bu büyük ifsadın, yozlaşma ve dönüşümün müsebbibi olan lidere, bizzat tevhide davet temsilcisi olarak bilinenlerin hem de “mü’min ve muvahhid bir şahsiyet ve ümmetin umudu” ilan ederek destekçi olmasının yol açtığı kaos ve kargaşa ortamında, hak ile bâtılın, karanlık ile aydınlığın birbirine iyice karıştırıldığı,
- YOLUNU ARAYANLAR İÇİN ÖRNEKLİK YAPARAK YOL GÖSTERECEK BİR MİHENGİN DE KALMADIĞI TAM BİR FETRET DÖNEMİNDE, GRİLEŞMENİN BELİRSİZLİĞİNDE İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
9- Davetin muhatabı olan toplumu, sadece Kur’an’a çağırmakla yükümlü olanların, aynı zamanda laik bir siyasi partiye ve şirk anayasasına destek vermeye de çağırdıkları,
- Böylece hem tevhîdî uyanış süreci birikimini, bu bâtıl siyaset bataklığına çekip harcayıp kirlettikleri,
- Hem de davetin muhatabı olanların nezdinde bu Hak-bâtıl karışımı siyasi çizgiye meşruiyet kazandırıp onları orada kalıcı hâle getirdikleri,
- Sonuçta Kur’an ve sünnete dayalı sahih İslam’ı bulmalarını engelleyip geciktirmenin büyük vebaline girdikleri,
- İktidarın kendini İslâmî göstermesi, İslâmî grupların da ilkesizce bu laik kapitalist iktidarı gazete ilanları ve basın bildirileri yayınlayarak, medyada konuşup yazarak desteklemeleri sebebiyle, yapılan bütün kötülüklerin İslam adına yapıldığı zannına yol açtıkları,
- Böylece, her türlü hukuksuzlukların, adaletsizliklerin, haksızlıkların, hırsızlıkların, yolsuzlukların vb. faturasının, bilmeyenler nezdinde İslam’a kesilmesine sebep oldukları,
- Sonuçta, hem tevhîdî uyanış süreci olan İslâmî mücadelemize, tevhîdî davet ve inşa çabamıza, en büyük zararı bizzat bu çizginin öncü gruplarının verdikleri,
- Hem de davetimizin muhataplarının İslam’dan daha fazla uzaklaşmalarına, deizme kadar gitmelerine yol açan büyük yozlaşmada önemli derecede pay sahibi oldukları,
- Bizzat Müslümanların desteğiyle yaşanan bu büyük yozlaşma ve çürüme sürecinde, Müslüman ailelerin ve çocuklarının bile iyice dünyevileşip bireyselleşerek dağıldıkları,
- Ve sekülerizmden deizme kadar ciddi savrulmaların yaygın bir hal aldığı,
- “ŞAŞKINLIK VE UMUTSUZLUK” TOHUMLARININ HIZLA YEŞERİP BOY ATTIĞI BİR “KAOTİK ORTAMDA” İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
10- Güzel örneğimiz kılınan Rasûllah’ın (s) vahiyden önce de “en güzel ahlak üzere” olduğu ve bu yüzden ona “Muhammedü’l-Emin” adı verildiği halde, “Müslümanım” diyenlerin Kur’an ellerinde iken bile “emin” olmayı başaramadıkları,
- Bir zamanlar sözü senet olan Müslümanların, artık senedinin bile senet olmaktan çıktığı,
- Aldığı borcu ödemeyen, verdiği sözde durmayanların arttığı,
- Vahye adil şahid olma ve eminlik vasfını yitirenlerin çoğaldığı,
- Kardeşinin ölü etini yemek gibi kerih olanı yaparak gıybet etmekten çekinmeyenlerin yaygınlaştığı,
- Muhataba güven vermeyen ve yüzüne güldüklerini arkadan çekiştirenlerin, imanla yakından ilişkili olduğu halde “komşusu kendisinden emin olmayan”ların fazlalaştığı,
- ‘Sıla-i rahim’in önemine rağmen akrabalarına uzak duranların Müslüman sayıldığı,
- Tevhîdî daveti götürmede en yakından başlamaya dair ilâhî emri ve Rasûlün sünnetini terk edenlerin giderek arttığı, Kur’an ve sünnetten uzak bir ahlaka sürüklendikleri,
- Mü’minlerin Mücahidliği terk edip müteahhitliğe soyundukları,
- Bireyselleşmenin ve çıkarcılığın yaygınlaştığı,
- Birçok öncü şahsiyetin, davasını unutup ihale kovalamakla meşgul oldukları,
- Birçoklarının da bazı imkân ve kazanımlar elde etmek ve bunları korumak refleksiyle iktidara eklemlendikleri,
- Çoğunluk Müslümanların pragmatizmin çürütücü bataklığına dalıp çırpındıkça battıkları,
- BUNA RAĞMEN DE HÂLÂ TUTARSIZCA DAVA EDEBİYATI YAPTIKLARI BİR ZAMANDA İMTİHAN OLMAKTAYIZ…
11- Toplumun temeli olan aileyi yıkmaya yönelik yasalar, uluslar arası sözleşmeler ve devlet kurumları ile haramları, büyük günahları propaganda edip yaymaya çalışan medya ve özellikle yandaş medyanın kıskacında toplumun çürütüldüğü,
- İstanbul Sözleşmesini çıkarıp cinsiyetsizliği ve eşcinselliği teşvik eden, bu çok boyutlu ifsad edici sözleşmeyi yıllarca topluma dayattığı,
- Erdoğan’ın kızının da yönetiminde bulunduğu Kadem’in demokrasiyi doğru anlamıyla kullanıp LBGTİ’nin de içinde yer aldığı “mor-çatı” ile ortak toplantılar yaparak sapkınlara meşrutiyet kazandırmasının da bu yozlaşmaya önemli bir katkı sunduğu, aynı sapkınlara Aile Bakanı olan AKP’linin de sahip çıktığı,
- İşte tüm bunları gerçekleştirip ayrıca 6284 sayılı yasayı çıkarmak suretiyle karı-kocanın düşmanlaşmasını sağlayarak aileyi ifsad eden AKP iktidarının “Müslümanlar”ca desteklendiği,
- Gençlerin zina etmesinin serbest kılındığı, ama nikâhlanıp evlenirse tecavüzcü ilan edilip hapse atılarak eşi ve çocuklarının zillete ve sefalete mahkûm edildiği bir iktidarın muvahhidlerce (!) sahiplenilip savunulduğu,
- 16-17 yaşında nikahlı evliliği cezalandırıp zinayı suç olmaktan çıkarmak suretiyle serbest bırakarak her türlü fuhşiyatın önünün sonuna kadar açıldığı,
- İslam’ın, eşleri Allah’ın eşdeğer saygı değer kulları sayıp birbirinin “emr-i bi’l ma’ruf ve nehy-i ani’l münker” yapan velileri kılan ayetlerin getirdiği adalet hukukunun unutulduğu,
- Seküler feminist azgınlığın devletçe desteklendiği, eşlerin birbirinin düşman ve rakip kılınıp ailelerin yıkıma sürüklendiği,
- Kadının tek yanlı beyanının delile gerek olmadan esas alınıp on binlerce erkeğin eşyalarını, hatta zaruri ilaçlarını bile alamadan evden atıldığı ve kadın cinayetlerinin büyük ekseriyetinin de bu düşmanlaştırma sürecinde laik yasalar ve uluslararası batıl sözleşmelerle temin edildiği,
- Kadının bir anlık kızgınlıkla kocasını şikayet edip sonra şikayetinden vazgeçme hakkının bile elinden alındığı,
- Kadının şikayet ettiği fiili yabancı bir erkek yapmış olsa şikayetini geri alabildiği ama kocası yapınca bunu yapamayarak karı-kocanın arasına kin ve düşmanlık eken yasalarla ailelerin dağılmaya zorlandığı,
- Ve sonuçta 20 yıl gibi uzun bir iktidar döneminde, ıslah edici bir ilerleme olmadığı gibi laik, seküler ifsadın, özellikle muhafazakâr kitleler ve Müslümanlar üzerinde son yüz yılın en derin etkisini gösterdiği bir süreç yaşanmıştır.
- Muhafazakâr iktidar yanlısı medyanın fuhşiyatı yaydığı, sekülerleşmeye hizmet ettiği,
- Yayınladığı yozlaştırıcı dizilerle ve “komşusundan hamile kalan kadın” misali pisliklerin ifşa edilip bu sapkınlığın alçak failleri iktidar yandaşı medyada ekrana çıkarılarak doğal bir olaymış gibi propaganda edildiği,
- Muhafazakâr iktidar ve yandaş medyasının, Hak adına bâtıla, İslam adına şirke, ahlak adına ahlaksızlığa hizmet ederek toplumu yozlaştıran her şeyi yaptığı,
- Böylece en etkili ve özellikle “dindar” kesimleri kuşatan bir ifsadın, Müslümanların (!) desteklediği Erdoğan iktidarında yaşandığı,
- Tevhîdî olarak bilinen grupların desteğinde, suret-i hak’tan görünenlerin aldatıcı politikalarıyla, İslâmî mücadeleye en büyük zararın verildiği böylesine rezil ve zelil bir dönemde yaşıyoruz,
- Bugünkü konjonktürde iktidarda CHP olsaydı belki fiili baskı ve yasak biraz daha fazla olurdu ama İslâmî anlayışa, İslâmî duyarlılığa ve İslâmî değerlere ve İslâmî mücadeleye asla bugünkü kadar büyük zararlar verilemezdi.
- Müslümanlar asla bu derecede yozlaşmaz, kirlenmez ve çürümezdi, tam tersine çok daha diri duyarlı ilkeli bir İslâmî mücadeleyi hep birlikte ve daha güçlü biçimde sürdürüyor olurlardı.
- Nitekim 28 Şubat darbe sürecinin bütün zorbalıklarına, yasaklarına ve zulümlerine rağmen yaşanan büyük duyarlılık, direniş ruhu ve İslâmî kimlik ve ilkeler alanındaki yüksek mücadele azmi ve fedakârlıklardaki yarışın zirvede olduğu gerçeği, bugün yaşanan büyük bozgun, yozlaşma ve zillet sebebiyle o güne özlem duymamızı sağlıyor,
- Suret-i haktan görünüp “Allah ile aldatan”ın zararı ve Müslümanları sisteme doğru dönüştürme, sekülerleştirme zilletine sürükleme etkisi çok daha büyük, etkili, derin ve yaygın oldu.
12- Mü’minlerin birlikteliğine dair çok önemli bir maslahatın, şirk anayasasına verilecek evet oylarını birkaç yüz adet arttırma amaçlı uyduruk bir “maslahat”a (!) KURBAN edildiği,
- Tevhidi uyanış sürecinde yetişmiş birçok davetçi Müslümanın laik partilerin kurucuları arasında yer almaktan utanmadıkları,
- Bazı Müslümanların ise laik parlamentoda yer alıp hevaya göre yasa yapmaktan ve imana şirke bulaştırmaktan çekinmedikleri,
- Sonraki süreçte ise, tanınmaz hale gelmelerine yol açan bu şirk eylem ve söylemlerini giderek içselleştirdikleri ve kanıksadıkları,
- Müslümanların vahdet sağlayarak “Kur’an nesli şurası” adıyla oluşturulacak bir platformun çatısı altında toplanması için yapılan çalışmaları ve Müslümanların vahdetine dair bu büyük maslahatı bırakıp başka uyduruk maslahatların peşine düştükleri,
- Yıllarca tevhidde vahdet oluşturamayanların, şirk anayasasına “evet” oyu çağrısı yapan ortak imzalı bildiri ve gazete ilanları yayınlamakta, yani bâtıla destekte kolayca vahdet oluşturdukları,
- Üstelik verdikleri oylarla, birinci referandumda Fetullahçı darbeye giden yolun taşlarını döşedikleri,
- İkinci referandumda ise, birinci 28 Şubat’ın sözcüsü Doğu Perinçek ile iktidar ortağı Devlet Bahçeli’nin yeniden iktidarın rotasını belirler hale gelmelerine ve Ergenekoncu darbecilerin iş başı yaptığı yeni bir vesayete, yani ikinci 28 Şubat vesayetine yol açtıkları,
- Yapılan yanlışın büyük bir yanlış olduğu, artık ağır bedeller ödenerek fiilen de ispat edildiği halde, hâlâ yanlış yaptıklarını kabul etme erdemini göstermedikleri,
- Böylece büyük bir kirlenme ve yozlaşmaya, Kemalizmi ve ulusalcılığı yeniden hortlatan tam bir geri gidişe sebep oldukları, İslâmî uyanış sürecine büyük zarar verdikleri açıkça ortaya çıkmış olduğu halde, hâlâ bu yanlışı yaptıklarından dolayı kamuoyu önünde tevbe etmeye yanaşmadıkları,
- Ve aynı delikten bir daha ısırılmayı engellemek amacıyla, İslâmî mücadeleye büyük zarar veren bu büyük hatayı ilan ve ifşa edip kamuoyu önünde mahkûm etme ve Müslümanlardan helallik isteme erdemliliği bile gösteremedikleri,
- KİBİR VE ENANİYETİN ZİRVE YAPARAK İLKELERE GALEBE ÇALDIĞI BİR SÜREÇTE İMTİHAN OLUYORUZ…
13- Sistem içi bâtıl siyasete eklemlenme sonucuna yol açarak geriye gidişe ve çürümeye yol açan büyük hatayı işlemek suretiyle İslâmî mücadeleye büyük zarar veren kesimlerin hatadan dönme erdemliliğini gösteremedikleri,
- İlkeleri aşarak ve batıla bulaşarak işledikleri, İslâmî mücadeleye büyük zarar veren bu vahim hatayı, gazetelere ilan vererek, televizyonlarda konuşarak, kamuoyuna çağrı yaparak gerçekleştirenlerin,
- Bu hatanın tevbesini ve sebep oldukları büyük fesadın ıslahını da “söz konusu eylemlerinin büyük bir hata olduğunu” yine kamuoyu önünde itiraf edip mahkûm ederek gerçekleştirmeleri gerektiği,
- Bu tevbe ve ıslah çabasını kamuya açık biçimde ortaya koyana kadar, bu kesimlerin öncü şahsiyetleriyle ve kurumlarıyla kamuya açık birlikteliklerden uzak durulması icap ettiği,
- Aksi takdirde, hiçbir sorun yokmuş gibi, kamuya açık bildirilerle kitleleri yanlış yönlendirerek yol açtıkları büyük savrulmalar örtülerek kurulacak ilişkilerin, bu vahim hatadan ibret alınmasını engelleyip meşruiyet kazandırarak, tekrar edilme riskinin devamına da katkı sunacağının unutulmaması gerektiği,
- Ayrıca girdikleri büyük vebale de ortak olma sonucunu doğuracağının bilinmesi ve uzak durulmasının bu bakımdan da önemli olduğu,
- SONUÇTA, AYNI SAPMALARI BİR DAHA YAŞAMAMAK VE AYNI DELİKTEN BİR DAHA ISIRILMAMAK İÇİN BÜTÜN BU SORUMLULUKLARI DA ÜZERİMİZDE TAŞIDIĞIMIZ BİR SÜREÇTE İMTİHAN OLUYORUZ…
14- Müslümanlara büyük zulümler yapılan birinci 28 Şubat sürecinin sözcüsü Doğu Perinçek ile aynı darbe sürecinin iktidar ortağı Devlet Bahçeli’nin mihmandarlığında ikinci 28 Şubat zulüm sürecinin yaşandığı,
- Kemalist derin devletin “dindar-muhafazakâr” kadrolarla birleşerek yeniden şekillendiği,
- Yeni eklemlenen muhafazakârların kemalizmi kabullendikleri, eskilerin de Diyanet çerçevesinde kalan camiye hapsedilip laik devletin kontrol ve denetimindeki ve başörtüsü misali bireysel alandaki görünürlükle sınırlı bir “İslam”a ve devletin muhbirliğini yapmaya razı olan tasavvuf kesimine sıcak baktıkları,
- Böyle bir sentezle statüko dininin yeniden belirlenip bunun dışında kalan bağımsız İslâmî çalışmalara “merdiven altı” muamelesi yapmakta ve hayat hakkı tanımamakta uzlaştıkları,
- Osmanlıcılık, saltanat ve tasavvuf kültürü ile ulusalcılık ve ulus devlet kutsayıcılığından oluşan, laiklik ve Kemalizmle de uzlaştırılan yeni statüko dininin, “yerli ve milli” sloganları ve hamaset nutuklarıyla, önce muhafazakâr kitleleri etkileyip dönüştürdüğü,
- Üstelik bu bâtıla aktif destekçi olan – bir zamanların tevhdi uyanış süreci öncüsü – kişilerîn utanmadan demokrasi mitinglerinde konuşmalar yaparak demokrasi nutukları çektikleri,
- Sonra da tevhîdî uyanış sürecinin kimi önder ve yazarlarının da, “Demokrasi şehidi” olarak nitelenen 15 Temmuzda darbecilerce katledilenleri “şehid” ilan edecek, hatta Bedir ve Çanakkale şehidleriyle özdeşleştirecek kadar edilgen bir hale geldikleri,
- Başta TRT olmak üzere bütün yandaş televizyonlarda, bu statüko dininin, Türkçülük ve tasavvufun, kutsal devlet fikri ve kemalizmin propagandası için proje dizi filmlerin ardı ardına devreye sokulduğu,
- Kemalistlerle uzlaşma halinde oluşturulan yeni statüko dininde Diyanet yanında makbul tarikatlar ve tasavvufa da yer açıldığı, başından beri makbul olan Bektaşilik ve Mevleviliğe, Nakşilik, Kadirilik vb yenilerinin eklendiği,
- Cübbeli tarikatçının laik devlete muhbirlik yapıp Müslümanları ihbar ettiği ve İslam düşmanı Kemalist Perinçek’le kardeşleşip ona ve Mustafa Kemale dua ettiği,
- İslam için “Muhammed’in kurduğu din”, “Arap dini” diyen, “bütün dinler, milletlerin cehaletleri yardımıyla, ilahlar tarafından gönderildiğini söyleyen adamlar tarafından kurulmuştur” diyerek Peygamberleri yalancı ilan eden, Kur’an için “Gökten ve gaipten indiği sanılan dogma” ve “Arap oğullarının yaveleri (Palavraları)” iftira ve hakaretlerini yapan Mustafa Kemal’e duanın Müslüman camiada yaygınlaşmaya başladığı,
- Sürekli kavga eden gelenekçilerle “Kur’an’cı”ların, ömrü, “irtica” diye yaftaladığı İslam ile savaşmakla geçmiş pozitivist Mustafa Kemal’e rahmet okumaya sıra gelince, kolayca ittifak etmekten utanmadıkları,
- Perinçek’in, “28 Şubat bildirisini ben yazdım, bugün de savunuyorum, içeriği doğruydu”, “28 Şubat bildirisinin gereğini bugün Erdoğan sürdürüyor”, “Erdoğan bizim yanımıza geldi Kemalist oldu” açıklamalarını cüretkârca televizyonlardan haykırdığı,
- Susularak onaylanan bu tür ifadeleri ve “Geminin kaptanı Erdoğan olsa da rotayı biz belirliyoruz”, “Bugün yargı en bağımsız döneminde ve altın çağını yaşıyor, benim talebelerim yargının üst makamlarında görevli”, “Hukuk siyasetin köpeğidir” misâli görüşleri rahatlıkla dillendirebildiği,
- Üstelik bir zamanlar, İslam’a ve Peygamberine hakaret ve iftiralarla dolu kâfir Selman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” kitabını Türkiye’de yayınlayarak fitneye sebep olan, Kemalizmin İslam düşmanlığına dair görüşlerini ve Mustafa Kamal’ın el yazısıyla İslam karşıtı yazılarını savunarak yayınlayan Doğu Perinçek’in, artık iktidar yandaşı medyada sürekli konuk edildiği,
- İran’ın düzenlediği sözde “Dünya İslâmî Uyanış Kurultayı”na bile Türkiye’den, Humeyni’nin hakkında “ölüm fetvası” verdiği Selman Rüşdi’nin “Şeytan Ayetleri” adlı İslam’a hakaret kitabını yayınlayan Doğu Perinçek gibi kâfir ve katil Esed dostu bir İslam karşıtının katıldığı,
- Perinçek ve Bahçeli’nin, gerçekten de Türkiye’de “rotayı belirledikleri” ikinci 28 Şubat sürecinde, Müslümanlara yönelik yeni baskı ve zulümlerin ardı ardına uygulamaya konduğu,
- Birinci 28 Şubat’ta bile cesaret edemedikleri zulümleri bugün daha rahat yaptıkları, bu bağlamda, Ankara’da legal bir vakıfta kılınan Cuma namazına Polis baskını yapıldığı,
- Birçok ilde legal dernek ve vakıfların, terör örgütü merkeziymiş gibi tomalarla kuşatılıp kapıları kırılarak içeriye girildiği,
- Birçok masum Müslümanın, evleri gece yarısı basılarak “IŞİD” iftirasıyla kolayca tutuklanıp mesnetsiz olarak yıllarca hapiste tutulduğu,
- Kendi 28 Şubatlarında bile cür’et edemedikleri daha ileri zulümlerin, suret-i hak’tan görünen bir iktidarın şemsiyesi altında, yine birinci 28 Şubatçılar tarafından daha kolay yapılır hale geldiği,
- KARANLIĞIN GRİLEŞMESİNİN, “AYDINLIK” ADI ALTINDA GİDEREK DAHA DA KOYULAŞTIĞI BİR DÖNEMDE İMTİHAN OLUYORUZ…
15- Rasûlün (s) “bir elime Ay’ı bir elime Güneş’i verseniz yine de davamdan taviz vermem” diyerek reddettiği sistem içi iktidarın kendisi için bile değil de sağlayacağı bazı imkânlar uğruna en temel ilkelerin kolayca feda edildiği,
- Başörtüsüyle kamu alanına çıkma ve “Kemalist and”ın kaldırılması misali birkaç gasp edilmîş hakkın iadesi karşılığında, Rasûlün devlet başkanlığı karşılığında vermediğinden çok daha büyük tavizlerin kolayca verildiği,
- Laik partiye ve şirk anayasasına oy vermenin “farz” olduğunu söylemekten” ibadet, takva ve Allah teslimiyet” olduğunu ve “umreden daha efdal bir ibadet olduğunu” iftira etmeye kadar, İslâmi kavram ve ölçülerin statüko dinine destek amacıyla araçsallaştırıldığı,
- Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen ve hevayı ilah edinerek laik yasalar yapan şirkle yönetilen TC devletinin, topluma bunları dayatmaya devam etmesine rağmen, artık tağut olmaktan çıktığının söylenebildiği,
- “Yerlilik, millilik” söylemleriyle kabartılan ve saptırılan “Rabia” işaretiyle “devlet, bayrak, vatan” şeklinde tezahür eden “teslis” anlayışının, ulusalcılığın ve ulus devlet kutsayıcılığının birçok Müslümanı da etki altına alabildiği,
- “Altınlarınızı bozdurup faizci bankalara yatırın” diyen laik devlet başkanına itaatin farz-ı ayn olduğunun kolayca söylendiği,
- Kur’an’ın bildirdiği bütün güzel örneklerimiz, bütün Rasûller, bâtıl iktidarlara, onların tahribat ve tahrifatlarına karşı mücadele etmişken, taviz vermektense saraylardan zindanlara, mağaralara gitmeyi tercih etmişken, günümüz İslam davetçilerinden çoğunun iktidarlara ve saraylara doğru koştukları,
- Mevzilerini terk edip ganimette koşanlar misali mevzilerini terk ettikleri,
- Buna rağmen de, sistem içine savrulmayı reddedip ilkelere sadakatini ve istikametini koruma hassasiyetini sürdüren Müslümanların, “tağutu reddedip mağaraya çekilmekle” suçlandıkları,
- Hak yolda marjinallik izzet ve şeref sebebiyken ve bütün Peygamberler hep marjinal başlayıp çoğu da marjinal olmaktan çıkamadan Rabbine dönmüşken,
- GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANLARININ ÇOĞUNUN, MARJİNALLİKTEN BIKIP, DAVETE İCABET ETMEMEKTE DİRENEN VE GELENEKSEL-MODERN CAHİLİYEYİ YAŞAYAN MUHAFAZAKÂR KİTLELERE DOĞRU SAVRULDUKLARI BİR DÖNEMDE İMTİHAN OLUYORUZ…
16- Rasûlün (s) hedef ve talep çıtası, “yaratmak da emretmek de Allah’a aittir”, “hüküm ancak ve sadece Allah’ındır” ayetlerinin belirlediği çizgide, nihâi manada hüküm koymak yetkisinin sadece Allah’a ait olduğu kabul edilip O’nun hükümleriyle hükmedilmedikçe asla razı olunmayacağı bir noktadaydı,
- Böyle olunca da sistem içi devlet başkanlığı teklifi bile bu çıtanın altında kalıyordu,
- Bu sebeple de onu ve yetiştirdiği örnek Kur’an neslini, bâtıl sistemin içine çekerek çözme, yozlaştırma projelerinin hiçbirisi tutmuyor, netice alamıyordu,
- Bugünün Müslümanlarının hedef ve talep çıtasının yerlerde süründüğü,
- Sistem içi kimi hak ihlallerinin düzeltilmesi ve gasp edilmiş kimi hakların iadesiyle sınırlı olduğu,
- Böyle olunca da suret-i haktan görünen bir laik iktidar bunlardan bir kısmını verince, kolayca ona meylederek sisteme eklemlenebildikleri,
- Hatta Rasûlün örnekliğindeki hedefe göre çok basit beklentileri karşılanan kimi davetçi Müslümanların, hem Müslümanları hem de davetin muhataplarını bu hakları iade eden laik iktidara destek vermeye davet etmek konumuna kolayca savrulabildikleri,
- SONUÇTA DA İZZETİ YANLIŞ YERDE ARAYANLARIN YAYGIN BİÇİMDE ZELİL OLDUKLARININ İBRETLE GÖZLEMLENDİĞİ BİR ZİLLET DÖNEMİNDE İMTİHAN OLUYORUZ…
17- Sonuçta, tevhîdî uyanış sürecinde büyük bir dağılmanın, çözülmenin, geriye gidişin ve çürümenin yaşandığı,
- Sistem içi araçları kullanmada ilkesel davranmayanların, bu tür araçları ve kimi kazanımları koruma adına en temel ilkeleri kolayca feda edebildikleri,
- Rasulün (s) güzel örnekliğinin aksine, birçok taviz ve uzlaşmalara sürüklendikleri,
- Taviz verenlerin, giderek daha büyük tavizler vermeleri sonucu tanınmaz hale geldikleri,
- Tevhide davette vahdet oluşturamayanların bâtıla çağrıda, laik-demokratik siyasete “aktif destek” vermede kolayca ittifak edebilir olmaktan utanmadıkları,
- Kulluk bütününü ve sosyal inşayı ihmal edip abartılı siyasal söylemle İslam’ı siyasal bir ideolojiye indirgeyen “İslamcılık” kavramının öne çıkarıldığı,
- Allah’ın verdiği inzal edilmîş “Müslim” adımız yerine, İslam düşmanları tarafından üretilmîş “İslamcı” adının benimsendiği,
- Çoğunluk Müslümanların, inzal edilmîş ve İslam’a dönüştürme etkisi olan özgün kavramlarımızı bırakıp, bâtıla doğru dönüştürme etkisi olan seküler kavramları ödünç alıp kullanarak zihinsel bir kirlenmeye sürüklendiği,
- Tevhidi stratejik mücadeleyi ıskalayıp hedef ve talep çıtasının sistem içi hedef ve talepler seviyesine indirgendiği,
- Ufku ve hedefi “gardiyanın daha iyisini” ya da “ehven-i şer” olanı seçmeyi aşamayanların “zihnî zindanlara” razı oldukları,
- Zihni işgal altında olup ödünç batıl kavram ve modellerle düşünenlerin ise, özgün düşünce ve projeler üretmekten çok uzaklara savruldukları,
- NEBEVÎ YÖNTEME UYGUN TEVHİDÎ DAVETİN UNUTULDUĞU BİR SÜREÇTE İMTİHAN OLUYORUZ…
18- Tevhidi uyanış sürecinde yaklaşık 20 yıl birlikte olduğumuz muvahhidlerin, artık laik partilerde kurucu ve laik parlamentoda milletvekili olmaktan çekinmediği ve üstelik bu yaptıklarını meşru gören bir büyük savrulmayı yaşadıkları,
- Tevhîdî uyanış sürecinde yıllarca birlikte yürüdüğümüz kimi Müslümanların, Kemalist olmayı ve İslam şeriatını tehdit görüp laikliğin silahlı bekçiliğini yapmayı görev sayan anlayışını sürdüren ve Ergenekoncu Kemalistlerin tekrar iş başı yaptığı TSK’yı bile sahiplenir hale geldikleri,
- Üstelik İdlib’te Kemalist ulus devlet ve ulusal çıkarlar için savaşan ve atılan füzelerin üzerine “Kemalizme teslim olun- Doğu Perinçek” yazısını yazmaktan da çekinmeyen, Kemalist ordu için, gerçeğe aykırı olarak “28 Şubat’ta Müslüman halkın değerlerine karşı savaş açan Ordu’dan İdlib’te Müslüman halkların değerleri ve bekası için savaşan Ordu’ya.” cümlesini kurup yanıltıcı övgüler yağdırdıkları,
- Yıllarca istikamet üzere birlikte yürüdüğümüz bu Müslümanların sistem içi laik siyasete çağrı yaparken de aynı kafa karışıklığını ve istikamet krizini yaşadıkları,
- Ve “herkes tarafını belli etsin, ya ümmetten yanasınız ya da karşısında, ümmetten yana olan Erdoğan’ı desteklemeli” diyebildikleri,
- Yine aynı çevreden birilerinin, “demokrasiden başka çaremiz mi var?” söylemleriyle çaresizlikler üretip demokrasiye sığındıkları,
- Savrulma sürecinde bir TV programı da yapan bu çevreden bir arkadaşın, kendisi gibi savrulan bir ilahiyatçı profesörle birlikte ekranlarda demokrasi yanlısı sözleri açıkça söyleyebildiği,
- Ancak bağnaz laiklerin söyleyebilecekleri, “Tabi ki, hüküm ve hakimiyet halkındır/ümmetindir, Allah mı gelip bizi yönetecek” misali absürt ifadelerle “Hüküm ve hakimiyet Allah’ındır” ayetini demokratik bir yorumla tahrif etmeye kalkıştıkları,
- O dönemde Hak adına yaptığımız haklı eleştirilerimize tahammül edemeyip bizi “AKP karşıtlığı” ile suçlarken, bugün artık kendisi de ahiretteki “Gelecek” hayatına zarar veren bir başka laik partinin (Gelecek Partisinin) kurucusu olduktan sonra yoğun bir AKP karşıtlığına sürüklendiği,
- Ancak, bizim Hak adına bâtılı eleştirilerimizden rahatsız olurken, bugün kendisi artık bir bâtıl parti adına bir başka bâtıl partiye muhalefet etme ekseninde sürekli bir “AKP karşıtlığı” yapar hale geldiği,
- Üstelik bu bağnaz karşıtlıkta çok daha ileri giderek, Erdoğan’ın kamuoyu baskısı karşısında mecburen aldığı, aileyi yıkıma uğratan, eşcinselliği koruma altına alıp teşvik eden “İstanbul Sözleşmesinden çekilme” kararını bile eleştirdiği,
- Genel Başkanları bu kararın iptali için Danıştay’a başvururken, laik parti kurucusu bu arkadaşımız da Karar TV’de sırf AKP karşıtlığıyla İstanbul Sözleşmesini savunmaya çalışan utanç verici bir tutum takındığı,
- İŞTE YILLARCA MUVAHHİD ÇİZGİDE OLUP SONRA İLKESİZLİK YAPINCA BÖYLESİNE SAVRULANLARIN, YAŞADIKLARI UTANDIRICI DEĞİŞİMLERİN, ÜZÜNTÜ VERİCİ İBRETLİK SAHNELERİNİ GÖZLEMLEYEREK İMTİHAN OLUYORUZ
Ey müslümanlar! Lütfen benim 2 yıllık parlamenterlik cahiliye dönemime dair önceki bölümlerde anlattıklarım ile tevhîdî kesimin savunarak destekledikleri Erdoğan’ın 20 yıllık tek başına iktidar olduğu dönemde yaşanan bu tespitlerin ortaya koyduğu üzücü manzarayı lütfen mukayese edin. Bugün, son 20 yılda Müslümanların desteğiyle, yukarıda ancak bir kısmını yazabildiğim tüm bu yapılanlara nazaran görece daha olumlu bir muhtevaya sahip olan cahiliye geçmişime rağmen, hamd olsun ben bu geçmişimi reddederek uzaklaştım. Tevhid inancıyla tanışıp hem İslam’ı “milliyetçi”/ulusalcı ideolojiyle sentez eden, hem laik parlamentoda hevaya göre yasa yapan hem de laik bir partinin genel başkanı olarak imanıma şirk bulaştıran bir durumda olduğumu anlayınca tevbe edip Müslüman oldum.
Peki, böyle bir durumda olduğumu ve tevbe ettiğimi açıkladığım zaman beni takdir edip kucaklayan Müslümanlar, bugün aynı konumlara neden koşarak gidiyor ya da “Allah’ın indirdikleriyle hükmetmedikleri” halde hükmetme makamlarına gidenleri destekleyip üstelik bunların “mü’min ve muvahhid” olduklarını söyleyebiliyorlar?
CHP ve darbe dönemlerinde bile baskıyla gerçekleştirilemeyen bu ileri derecede bir yozlaştırmayı, laikleştirmeyi “Allah ile aldatarak” gerçekleştirmeyi başaran, bu derece yaygın ve derin bir kirlenme ve çürüme sonucunda yaygın bir sekülerleşmenin sağlandığı bir süreçte, bunu sağlayan bir iktidar Müslümanlarca neden bu derece sahiplenilip desteklendi?
“Cumhuriyet” dedikleri İslam karşıtı dönemde, İslam’dan uzaklaşma ve laiklik istikametinde dönüşümün “dindar”/muhafazakâr çevrelerde ilk defa bu kadar yüksek bir orana ulaşıp %70’leri geçtiği acı gerçeğine rağmen, bütün bunlara sebep olan laik demokrat bir iktidarı, tevhîdî uyanış süreci gruplarının %90’nından fazlasının destekliyor olmasının sebebi nedir?
Ey Müslümanlar! Size ne oldu? Yeni vahiy mi aldınız? Neden bu kadar zıt kutuplara kolayca savruldunuz? Neden hak ile batılı karıştırıp toplumun yozlaşmasını bu derece ileri boyuta götüren bir batılın peşinde sürüklenip yozlaşmanın daha çok artmasının müsebbibi oldunuz? *Demek ki, bu imkânlar bana sunulup reddettiğimde beni takdir ettiğiniz süreçte sizin de elinize geçmediği için reddettiğiniz anlaşılan bu hevanın hükmettiği konumları, bugün biraz önünüz açıldığında ve imkân doğduğunda kolayca benimseyiverdiniz ve bütün ilkelerinizi ardınıza atıp meşru saymaya başladınız. Neden? Neden? Neden?