6,9K
“Dinden, Eğitimden, Yargıdan, Siyasetten Elini Çek ve Kışlana Dön”
İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Genelkurmay’ın din ve başörtüsü konusundaki yaklaşımını, havan mermisiyle parçalanan küçük kız Ceylan Önkol’a reva görülen vahşeti, hukuk ve insanlıkla bağdaşmayan zulmü ve devletin ilgisizliğini ve TSK’nın vazifesi dışındaki siyasi uğraşlar sebebiyle düştüğü esas görevini ihmal zaafını ele alan, TSK’yı dinden, eğitimden, yargıdan, siyasetten elini çekip kışlasına dönmeye, esas vazifesini hukuki ölçüler ve insan hakları ekseninde dosdoğru yapmaya çağıran, hükümetin ise, bunca zulmün, hukuksuzluğun karşısında suskun ve edilgen durarak zulme iştirak suçu işlediğine dikkat çeken bir açıklama yaptı.
Mehmet Pamak açıklamasında şu hususlara değindi:
“Hepimizden alınan vergilerle maaşları ve ellerindeki silahlar finanse edilen TSK üst yönetimi dinimize ve başörtümüze müdahale etmektedir. Neye, nasıl inanacağımızı ve nasıl giyineceğimizi belirleme yetkisini kendinde görmekte, dinimize ve başörtümüze yönelik, hukuksuzlukların, keyfiliklerin, baskı ve yasakların sürmesini, siyaseti ve yargıyı vesayete alarak bizzat sağlamaktadır.
Genelkurmay Başkanlığınca yayınlanan bir kitapçıkta, başörtüsünün Allah’ın emri, Kur’an’ın hükmü olmadığı, Bizans’tan alınmış olduğu iddia edilmekte ve başörtüsü yasağına karşı çıkarak özgürlük talep edenler ise “karanlık amaçlı” olarak nitelenmektedir. Böylece Genelkurmay, kendi anayasa ve yasalarını çiğneyip yetkilerini aşarak, çirkin bir siyaset ve hukuksuzluğun altına daha imza atıp suç işlemektedir. Bizler ise diyoruz ki, “Başörtüsü Allah’ın emri ve Kur’an’ın hükmüdür ve bu hakikati değiştirmeye ne TSK’nın ne de NATO’nun gücü yeter. Bizler dinde hüküm koyacak Allah’tan başka ilah tanımıyor ve buna teşebbüs edip tağutlaşanları reddetmeyi de imani bir sorumluluk olarak kabul ediyoruz. Karanlık konusuna gelince, Allah’ın beyanıyla Kur’an insanlığı karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için indirilmiş ve aydınlığı sadece o temsil etmektedir. Bu yüzden karanlığı temsil eden tağutlarca konan yasakları aşarak Allah’ın emirlerini yaşamak için verilen onurlu mücadele de ancak aydınlığı temsil etmektedir. Bu onurlu mücadeleyi “karanlık amaçlı” olarak niteleyenler, içinde bulundukları geri ve seküler dogmalara dayalı karanlığı aydınlık zannetme yanılgısını yaşayanlardır.” Asker bürokratlar, kendilerine hiçbir şey kazandırmayan, üstelik kurumlarını yıpratan ve vazifeleri de olmayan bu konularda konuşma, yönlendirme alışkanlıklarını artık terk edip, esas görevlerine yoğunlaşmalıdırlar.
TSK, vazifesi güvenlik sağlamak olduğu halde, kimi üst askeri bürokratların bunun dışında her şeye ayırdıkları zaman ve enerji sebebiyle, esas görevin yerine getirilmesinde zaafların oluşması, siyasileşmenin ve halkın dini değerlerine müdahale alışkanlığının yol açtığı ideolojik vasatta da darbeci ve çetecilerin üremesi kaçınılmaz sonuç olmaktadır. Sonuçta halkın güvenliğini sağlamak üzere emanet ettiği silahların bile çetelerin eline geçmesi engellenememekte ve bu sebeple de TSK bizzat kendisi ilave güvenlik sorunlarına yol açmaktan kurtulamamaktadır.
Kimi askeri yetkililer, zorunlu askerliğe aldıkları halkın çocuklarını korumakta bile zaafa düşüp, pimi çekilmiş bombalarla cezalandırılmalarını, kendi döşediği mayınlarla parçalanmalarını, karakollara yapılan baskınlarda topluca katledilmelerini dahi önleyemeyip üstelik gizleme çabası göstererek, havan mermisiyle küçük kız çocuğu Ceylan Önkol’un parçalanmasına yol açarak, üstelik insani, hukuki ve ahlaki hiçbir ölçüyle bağdaşmayan bir ilgisizlikle parçalanmış cesedini ortada bırakarak ve bunlara benzer insan hayatını, onurunu değersizleştiren onlarca olayla, artık halkın güvenliğine bizzat kendileri tehdit oluşturma görüntüsü vermektedirler. Bütün bu zulümlerin hesabı siyasi iktidar tarafından idari soruşturmayla sorulmalı ve ayrıca askeri vesayetten kurtarılmış bağımsız yargı tarafından (önce böyle bir yargının hukuki şartları hazırlanarak) yargılanmaları ve hak ettikleri cezalara çarptırılmaları temin edilmelidir.
Ülkemize egemen kılınan askeri vesayet rejimi halkımızın hak ve özgürlüklerini yok etmiş, büyük sorunlara yol açmıştır. Yaklaşık seksen yıldan bu yana hüküm süren bu asker egemen sistemde haksızlıkların, keyfiliklerin, yolsuzlukların girdabında büyük ıstıraplar yaşandı/yaşanıyor. Özgürlükten, adaletten yoksun bir yaşam ile yoksulluk ve sefalet halkımızın kaderi haline getirildi. Türkiye’nin her tarafında, Şemdinli’den Susurluğa, Diyarbakır’dan Bursa’ya, Yüksekova’dan Ankara “Sauna çetesi”ne, Atabeylere ve en nihayet savcılıkça ele geçirilen delillerle terör örgütü olduğu iddia edilen Ergenekon’a kadar, yönetim kadrolarında üst düzey askerlerin de yer aldığı çetelerle halkımızın en temel hak ve özgürlükleri gasp edilip, kaynakları talan edilirken, öncelikle bu konudaki hukuki sorumluluklarını yerine getirmeyenler, bu çeteleri, darbecileri susturup, yargılayıp tasfiye ederek görevlerini yapmayanlar, tehditler savurarak bu kokuşmuşluğun tartışılmasını engelleyemezler. Ve gerçekte TSK’yı yıpratanlar da sadece kendileri olurlar.
İttihatçı batıcı subaylara yönelik olarak, Bursa’da yaptığı hitabında, (1919 yılında) İsmet İnönü “halk da düşmanınızdır” uyarısında bulunmuştu. Batı taklitçiliği ile kendi öz kültür ve medeniyetlerine, halkın dini İslam’a ve İslami kimliğine savaş açanlar, sistemlerini korumaya yönelik tedbirlerini de, arkalarını yasladıkları emperyalistlere karşı değil, hep halka karşı almışlar ve kendi halklarına karşı hep teyakkuz halinde bulunmuşlardır. Montesquieu’nün “Azgelişmiş ülkeler ordularının işgali altındadırlar” sözünü sanki doğrulamak istercesine, Kemalist sistem de aynı temel yöntemi koruyarak, yine halktan ve halkın dininden, kültüründen soyutlanmış batıcı bir ordunun güdümü altında jakoben bir değişim ve batılılaşma yolu izleyerek, batı değerlerini, seküler kültürünü, hatta giyim ve kuşamını bile halka zor kullanarak dayatmıştır. Bu sebeple, egemen kılınan resmi ideolojiden başka din ve düşünceye hayat hakkı tanınmamış, halkın din ve kültürünü “irtica” yaftası altında düşman ilan eden sistemi, halka karşı koruma altına almak amacıyla sürekli paranoya üretilmiş ve halk baskı altına alınıp sindirilmiştir. Batıcı oligarşi tarafından dayatılan modernleştirme sürecinde ve egemen Askeri vesayet rejiminde devlet çürütüldü, toplum baskı ve yasaklarla kuşatıldı. İslami kimliğe, Kürt kimliğine ve resmi ideolojiye uymayan tüm farklılıklara yönelik baskıların, anadil ve başörtüsü yasağı başta olmak üzere halkımızı bunaltan bütün yasakların, haksızlıkların arkasında hep askeri bürokratlar öncülüğündeki bu oligarşi yer aldı. Bu sebeple ülkemizdeki bütün sorunlara kaynaklık teşkil eden ana sorun hep oligarşik despotizm oldu.
Eğer Montesquieu’nün bu tespitinin Türkiye için gerçek olmadığı, yani Türkiye’nin kendi ordusunun işgali altında bulunmadığı ispat edilmek isteniyorsa, en kısa zamanda;
– TSK’nın, kendisi bütün sivil alanlara müdahale edip nihai sözü söylediği halde, kendisinin sivil siyasi idarenin müdahale ve denetiminden bağımsız özel yargısı, özel eğitim kurumları, özel ekonomik kuruluşları, holdingleri, banka ve sigorta şirketleri, sanayi yatırımları, özel eğlence ve dinlenme alanları, lojman ve orduevleri, sivil idarece ve TBMM’ce denetlenmeyen bütçesi, silah alımları ve ihaleleriyle devlet içinde devlet, hatta devlet üstünde devlet olma konumu sona erdirilmelidir. İktidar ve rant konusunda, iç ve dış politikada nihai belirleyici olma, en son “Kürt açılımı”nda yaptığı gibi siyasilere kırmızı çizgiler belirleme ve özgürlüklere engel olma konumuna derhal son verilmelidir.
– TSK’nın halktan ve diğer devlet kurumlarından farklı olan konumuna, tüm ayrıcalıklarına son verilmelidir.
– TSK, siyaset, yargı, eğitim ve din üzerinde belirleyici olma iddiasını terk edip ve iç güvenlikle ilgilenmeyi bırakıp, bütün bu alanlarda bugüne kadar yaptığı müdahaleler sebebiyle yol açtığı sorunlar ve ıstıraplar sebebiyle ülkemiz halklarından özür dilemelidir. Ve sadece dış güvenlik görevi için sınırlara ve kışlasına çekilmelidir. Darbelerde kullanılmak dışında hiçbir anlamı olmayan Ankara Etimesgut’taki tank birliğini de esas bulunması gereken yer olan sınırlara kaydırmalıdır.
– Ele geçirdiği, hazine malı olan en değerli arazi ve gayrimenkulleri en kısa zamanda hazineye devredip, halkın istifadesine açılmasını sağlamalıdır.
– Bu bağlamda lojmanlar, beş yıldızlı otel lüksünde orduevleri, en değerli sahilleri kapatarak sağladıkları eğlence ve dinlenme kampları saltanatına son verip, bütün bu imkanların halkın hizmetine sunulması sağlanmalıdır.
– Ordunun emperyalist uluslar arası sermayeyle de içi içe geçmesine sebep olan ve yerli birçok vergi istisnaları, muafiyetleri ve başka ayrıcalıklarla haksız rekabet ve sömürüyle semirtilen OYAK’ın en kısa zamanda bütün ayrıcalıklarına son verilmelidir. Ayrıca bir orduya asla yakışmayan ve dünyanın hiçbir yerinde de olmayan böyle bir ekonomik yapılanmaya son verilerek, özelleştirilmesi sağlanmalıdır. Böylece elinde silah bulunan muvazzaf subayların ticaret yapması engellenmelidir.
– Askeri yargı ayrıcalığına son verilmeli, askeri mahkemeler sadece askeri disiplin davalarıyla sınırlandırılmalıdır. Ayrıca Genelkurmay Başkalarını da yargılayacak hukuki tedbirler bir an önce alınmalı, şu an var olan hukuk adına utandırıcı boşluk doldurulmalı ve kendi yasalarını da çiğneyerek siyaset yapa gelen bütün Genelkurmay başkanları için yargılama süreci başlatılmalıdır. Sivil yargı üzerindeki brifingleme ve diğer suretlerde sürdürülen askeri vesayete de son verilmelidir.
– Seküler, dogmatik din karşıtı resmi ideoloji taassubuyla kuşatılmış askeri eğitim, bu kuşatmadan kurtarılarak insan hakları ve hukuk ekseninde yeniden yapılandırılmalıdır. Ayrıca sivil idarenin denetim ve gözetimine de açılmalıdır. Sivil eğitim ise Milli Güvenlik derslerinden başlanarak askeri vesayet ve denetimden, resmi ideoloji ve militarizmin kuşatmasından kurtarılıp özgürleştirilmelidir.
– Askeri ihaleler ve silah alımları başta olmak üzere, geniş halk kitleleri açlık sınırında yaşayıp, işsizlikten kırılırken Türkiye bütçesinin büyük bölümünü yutan tüm askeri harcamalar sivil denetimine açılmalıdır. Daha önce yargılanamamış yolsuzluk dosyaları tekrar açılarak yargılanması mutlaka temin edilmelidir.
– Asker iç ve dış siyaset üzerinden de elini çekmeli, siyasi açıklama yapan askerler ve Genelkurmay Başkanları yargılanıp cezalandırılmalıdır.
– TSK, halkın dini olan İslam’ı, İslam şeriatını düşman ve tehlike algısı içinden çıkarmalı, “irtica” karalamasından vazgeçerek, hele dinimizin içeriğini belirleme cüretkarlığından utanmalı ve İslam’ı benimsemese bile saygı duymalı, bu konuda geçmişte yaptığı haksızlıklardan dolayı da Müslümanlardan özür dilemelidir.
– Sonuç olarak, din, eğitim, siyaset, yargı ve ekonomi üzerindeki baskı, yönlendirme ve belirleyici nihai sözü söyleme alışkanlıklarından vazgeçip, bir daha çıkmamak üzere kışlasına dönmelidir. Ancak işte o zaman Montesquieu’nün bu tespiti Türkiye için geçerli değil denebilir.
Halkın dış güvenliğini sağlamakla görevli kılınan TSK ve Genelkurmay’ın, hukuki haddini ve yetkilerini aşarak, siyasete, eğitime, dine, yargıya müdahale etmesine, bize din, ideoloji ve kıyafet dayatmasına, hayat tarzımıza müdahale etmesine asla müsaade etmeyeceğimizi ve vazifesi olmayan konularla uğraşmasından dolayı yol açtığı güvenlik zaafının da hesabını soracağımızı hatırlatıyoruz. TSK ve Genelkurmay; halkın can güvenliğini ciddiye almayan, halkın İslami kimlik ve değerlerini ötekileştirip karalayan, sürekli halka efendilik ve ilahlık taslayarak hizaya sokmaya kalkışan, cuntalar ve çeteler oluşturarak, emanet silahları halka yönelik provokasyonlar için kullanma planları yapan, zaman zaman da darbeler yaparak bu silahları halka bizzat doğrultan, hukuksuzluğu, keyfiliği ideolojik dogmatizmin taassubuyla kendisi için hak sayan ve TSK içinde oldukça çok sayıda var olmaya devam eden zalim müntesiplerini yargılayıp tasfiye etmedikçe ve bunları açıkça kınayan, telin eden açıklamalar yapmadıkça, bütün bunlar neden hep benim bünyemden çıkıyorlar sorusunu sorup ıslah çabası göstermedikçe, tüm bu hukuksuzlukları kabul etmiş, benimsemiş konumuna düştüğünü bilmelidir. Çünkü bütün bu suçlara bulaştıkları delilleriyle iddianamelerde yer alıp ağır cezalarla yargılananlar bile TSK tarafından hâlâ görevde tutulmakta, hatta ödüllendirir gibi terfi bile ettirilebilmektedirler. Bu sebeple TSK, yıllarca eşi başörtülü olan, namaz kılan binlerce subayı atmak için keyfice kullandığı YAŞ’ın son kararlarını, hukuksuzluğa bulaşmış bu kadroların tasfiyesi için kullanabilir. Sonra da, YAŞ kararlarını yargı denetimine açan hukuki düzenleme yapılmalıdır. Hukuksuzluğa bulaşmış darbeci, çeteci kadrolara yönelik bu köklü tasfiyeyi gerçekleştirebilirse, TSK kendisini belki bir ölçüde de olsa aklama imkânına kavuşabilir.
İşte bütün bunları temin etmek için, askerin sorumluluklarını yerine getirmesini beklemeden, tüm hukuki düzenlemeleri yapmak için çaba göstermek de halkın seçtiği hükümetlerin kaçınamayacakları ve erteleyemeyecekleri büyük sorumluluklarıdır. Bunu sağlamayanların sistem içi değişimle görece özgürlük ve adalet sağlayacakları iddiaları da iddia olarak kalmaktan ve halkı aldatmaktan başka bir anlam taşımayacaktır.
Askeri yetkililerin zaman zaman sarf ettikleri Halkı yüceltici sloganik sözlerin, uygulamadaki çarpık tutum dikkate alındığında, hiçbir anlamı ve değeri yoktur. Asker bürokratların, bu ülkenin halkına en küçük bir sevgi ve saygıları varsa yapacakları ilk şey; ellerindeki silahı da maaşlarını da veren halkımıza hakim değil hadim, efendi değil hizmetkâr, ideoloji ve kıyafet dayatan değil güvenlik sağlayan bir kurum olmaları gerektiğinin bilinciyle hareket etmek ve askeri asıl görev alanına çekmektir. Ordu özgürleşmenin ve gelişmenin önünde engel olmak konumundan çıkarılmalıdır.
Bizler de bu ülkenin insanları olarak onurumuza ve değerlerimize sahip çıkmalıyız. Bu gidişe artık dur diyen onurlu bir itirazı yükseltip yaygınlaştırmalıyız. Hak ve özgürlüklerimize sahip çıkmalı, hiç kimsenin insafına terk etmemeliyiz. Bu ülke hepimizin ülkesidir ve hangi düşünce ve dinin müntesipleri olursak olalım kendi ülkemizde özgürce ve insanca yaşamak her birimizin en temel hakkımızdır. Hiç kimse ve hiçbir kurum üzerimizde efendi değildir. Birilerinin ülkemizin asıl sahipleri ve bizlerin efendileri gibi davranmasına asla müsaade etmemeliyiz. Hiç kimse hesap sorulmaktan, yargılanmaktan muaf değildir/olmamalıdır. Bugünkü anayasa ki darbecilerin yapıp dayattıkları ve bizim de asla razı olmadığımız bir anayasadır. Ancak darbeciler ve asker bürokratlar, hiç olmazsa kendi yaptıkları anayasanın kurallarına uyan bir tutarlılık içinde olmalıdırlar. Dinimiz, başörtümüz, siyaset, yargı ve eğitim üzerinden ellerini çekmeli ve orduyu kışlasına bir daha çıkmamak üzere döndürmelidirler. Bizler de şiddete başvurmadan yapacağımız mücadelelerimizi sürekli kılarak onları buna zorlamalıyız.
Genelkurmay’ın hukuka aykırı keyfi uygulamaları sebebiyle AİHM’ce halkımız yüklü tazminatları ödemek zorunda bırakılarak, bir de bu yönden zulme muhatap kılınmaktadır. Yetkilileri, bu tür tazminatların, hukuksuzlukları yapan TSK üst yönetimindeki bürokratların şahsi hesaplarından ödenmesini sağlayacak tedbirleri bir an önce almaya çağırıyoruz. Dinimize, başörtümüze müdahale eden kimi asker bürokratların bu hukuksuzluğunu, hak ve özgürlük düşmanlığını, halkımızın güvenliğini sağlamadaki zaaflarını ve pimi çekilmiş bomba cezası olayı benzeri pek çok olayda ve en son Ceylan Önkol olayında bir daha yaşandığı üzere, “can güvenliğimizi güvenlik güçlerinden nasıl koruyacağız” endişesine yol açan keyfiliklerini, hukuksuzluklarını protesto ediyoruz. Bütün bu hukuksuzluklar, keyfilikler ve zulümler karşısında edilgen ve suskun bir duruş sergileyen hükümet de aynı suçların dolaylı iştirakçisi olmuştur. Bu sebeple hükümeti de bu haksızlıkların, zulümlerin bir daha yaşanmaması için gerekli hukuki tedbirleri almaya çağırıyor, aksi taktirde bütün bunlardan kendilerinin de fail gibi sorumlu olmaktan kurtulamayacaklarını hatırlatıyoruz.
İLKAV
İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı Başkanı
Mehmet Pamak