Siyer, Arapça “siyre” kelimesinin çoğulu olup Peygamber (S)’in hayatını anlatmak için kullanılır. Zaman içinde soy dizini, doğumu, çocukluğu, gençlik yılları, peygamberliği, Mekke ve Medine’de meydana gelen olaylar ve gerçekleşen savaşları da içine alacak şekilde, doğumundan ölümüne kadar Muhammed (S)’in hayatından söz eden kitaplara “Siyer-i Nebi”, “es-Siyretü’n-Nebeviyye” veya kısaca “Siyer” adı verilmiştir.
Siyer, önceleri insanların hayat hikayesi olarak bilinirken daha sonraları müstakil olarak Muhammed (S)’in hayatının kronolojik olarak anlatılmasının özel bir adı olmuştur.
Batı Literatürüne ait “Biyografi” kavramıyla “Siyer” kavramları arasındaki en önemli fark; biyografide bir insanın hayatı kronolojik olarak anlatılıp ilgili kişinin tanıtılması amaçlanırken siyerde amaçlanan sadece Muhammed (S)’i tanıtmak değil aynı zamanda onun hayatının her yönüyle bilinmesi ve örnek alınmasıdır. Çünkü Muhammed (S) Kur’an’ın ifadesine göre mü’minler için “En Güzel Örnek” (Ahzab:21), Hz. Aişe (R.A)’nın ifadesiyle de “Yürüyen Kur’an” yani Kur’an’ın, ete kemiğe bürünmüş şekli olan bir model oluşu söz konusudur. Tabi ki bu örnek ve model oluş; onun gibi olunabilirliği içinde barındırmaktadır. Yoksa birilerinin zannettiği gibi ulaşılamaz, onun gibi olunamaz değildir. Burada şu noktayı da özellikle belirtelim; elbette ki “onun gibi olabiliriz” derken kastettiğimiz birilerinin dediği gibi “onun gibi vahiy alabiliriz” değildir.
Peygamberlerin insanlardan seçilmesi, onların model olarak alınabilmeleri içindir. Peygamberimizin de insan olmasından dolayı Mekke müşrikleri bunu bir problem, bir itiraz vesilesi yapmak için “Yahut da altından bir evin olmalı, ya da göğe çıkmalısın. Bize okuyacağımız bir kitap indirmediğin sürece (göğe) çıktığına da asla inanmayız… Allah, peygamber olarak bir beşer mi gönderdi?” (İsra: 93) şeklinde bahaneler ileri sürüyorlardı.
Bunlara karşılık Rabbimiz de; “Şunu söyle: ‘Eğer yeryüzünde yerleşmiş, gezip dolaşanlar melekler olsaydı, elbette onlara gökten, peygamber olarak bir melek gönderirdik’ “ (İsra: 95) diyerek cevaplandırıyor.
Peygamberimizi çok sevdiklerini söyleyen bazı insanlar, vahyin kılavuzluğundan yoksun olmaları sebebiyle bu sevgide öyle aşırılıklar öyle sapmalar sergiliyorlar ki; Peygamberimizi insanüstü bir noktaya getirip Allah’ın sıfatlarından bazılarını ona verip, tevhidden sapmanın bariz örnekliğini teşkil ederek “Kainatın Efendisi”, “Zamanın ve Mekanın Efendisi”, “Allah’ın Arşının Nuru” gibi ifadeleri kullanmaktan çekinmiyorlar.
Başka bir tür sapma da peygamberleri adeta birbirleriyle yarıştırma noktasına getirenler olmuştur ki, bunun değişik bir misalini ortaya koyan rivayetler de görmekteyiz. Taberi tarihinde geçen bir rivayete göre, ilk dönem fitnelerinin baş aktörlerinden Abdullah b. Sebe isimli bir şahsın “İsa’nın geri döneceğine inanıp da Muhammed’in (S) geri döneceğine inanmayanlara şaşarım” ifadeleri dikkat çekicidir. Bu ve benzeri misalleri çoğaltmak mümkündür. Halbuki biz peygamberimizi diğer peygamberlerden üstün görme veya gösterme mantığıyla adeta peygamberleri birbirleriyle yarıştıracağımıza, vahyin bildirdiği peygamber anlayışını bilmiş olsak hiç de böyle uçuk ifadeler kullanmayacak ve böyle yanlışlara düşmeyecektik. Kur’an bu konuda çok net bir yol gösteriyor:
“… (Mü’minlerden) her biri; Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman ettiler ve şöyle dediler: ‘O’nun peygamberlerinden hiçbirini (diğerlerinden) ayırt etmeyiz’ şöyle de dediler: ‘İşittik ve itaat ettik. Rabbimiz! Senden bağışlama isteriz. Sonunda dönüş sanadır.’“
Vahyin süzgecinden geçirmeden oluşturduğumuz anlayış ve itikatlarla, ister Allah Teala hakkında olsun ister peygamberimiz ve diğer peygamberler hakkında olsun veya isterse ahiret hakkında olsun bir çok yanlış inanışlara saplanmamız kaçınılmazdır. Bu yüzden inancımızı sağlam temeller üzerine oturtmak mecburiyetindeyiz. Yani, akidemizi Allah’ın istediği gibi oluşturmalıyız. Zaten başka türlüsünü de düşünmemiz mümkün değildir. Çünkü bu imanı kabul veya reddedecek olan Alemlerin Rabbi olan Allah olacağı için O’nun dediği, istediği gibi bir iman ve akideye sahip değilsek imanımız da amellerimiz de reddedilecektir.
Ve Rabbimiz olan Allah şöyle buyurur:
“…Onların işleri fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu küle benzer. Dünyada kazandıkları hiç bir şeyin (ahirette) yararını görmezler. İşte bu, derin bir sapıklıktır.” (İbrahim:18)
09.05.2014
Emrullah AYAN