Hutbe: Oruç Müslümanlara farzdır
"Ey İman edenler! Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, Allah'a karşı gelmekten sakınıp korunasınız diye size de farz kılındı." (Bakara: 183)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Ramazan ayının 9’u 1444/Cuma
Âyetimizdeki “Kütibe-yazıldı” ifadesi, farz kılındı anlamına gelen bir kelime. “Sıyâm” kelimesi “savm”ın çoğulu olarak gelir. Lügat manâsı insanın kendisini meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun alıkoyması, tutması demektir. İslâm şeriatının dilindeki manâsı ise; insanın en büyük istekleri olan yeme içme ve cinsel ilişkiden bütün gün kendisini alıkoyması, menetmesi demektir.
Âyet-i kerîmede “önceki toplumlara farz kılındığı gibi size de farz kılındı” denirken, artık biz öğreniyoruz ki, bizden önceki toplumlara da oruç farzmış. Yani oruç sadece bize ait bir farziyyet değildir. Onlar orucun vaktini değiştirmişler, şeklini, şemalini değiştirmişler, oruca farklı yaklaşımlarda bulunmuşlar ve sonunda orucu kaybetmişlerdir. Ama Müslümanlar, Allah’ın inâyetiyle orucun aslî ve fıtrî şeklini muhafaza edebilmişlerdir. Yani şu anda Müslümanlar orucu pratikte nasıl uygulanması gerekiyorsa öylece uygulamaktadırlar.
Bu konudaki Kur’an âyetleri çok net ve Peygamberimizin Kur’an’a dayalı olarak oruçla ilgili belirlediği kurallar da açık ve net olarak elimizdedir. Artık namaz da, oruç da, hac da evrensel bir boyuta ulaşmış ve insanlık tarihinin ilk dönemlerinden beri var olan bir ibâdet şekline sahiptir.
Orucun hikmetleri çeşitli şekillerde sayılabilir. Rabbimiz şöyle buyuruyor: “…Umulur ki müttakîlerden olursunuz.” Yani tüm hayatınızı Allah için yaşayıp, bu oruçla da hayatı Allah için yaşamanın bir boyutunu gerçekleştiresiniz. Şüphesiz oruçta başka faydalar da vardır, başka gerekçeler de vardır. Ama öncelikle bakıyoruz ki, Bakara sûresinin bundan sonraki âyetlerinde değerlendirdiği bütün olaylarda savaş, barış, hac, infak, fâizden sakınma gibi konularda da takva kavramını görüyoruz.
Takva; hayatı Allah için yaşamak, tüm hayatta Allah’ın koruması altına girip onunla yol bulabilmenin adıdır. Bakıyoruz âyetlerde, şu işi yaparsanız takvalı olursunuz, bu işi yapmazsanız takva sahibi olursunuz, savaşı şöyle değerlendirirseniz muttakî olursunuz, fâizden şöylece kaçınırsanız muttakî olursunuz, orucu böyle tutarsanız muttakî olursunuz, haccı, Arafat’ı, Müzdelife’yi şöylece gerçekleştirirseniz muttakî olursunuz gibi emirler bizim için aynı zamanda şöyle bir sistem oluşturmaktadır:
Bu din sadece birtakım kuru emirler ve şeklî kurallar dini değildir. Bu din vicdana, imana ve dolayısıyla âhiret imanına, Allah’a bağlılık imanına bağlı olan ve hayatı yalnızca Allah için yaşamanın imanını gerektiren bir özelliğe sahiptir.
Hutbemin başında okumuş olduğum bu âyetten anlaşıldığına göre Ramazan’da oruç tutmak, sadece ibadet ve nefsi terbiye için değil aynı zamanda Ramazan ayında vahyedilen Kur’an sebebiyle Allah’a şükretmek için farz kılınmıştır. Bir nimete şükrünü göstermenin en iyi yolu, o nimetin emrediliş amacını yerine getirmek ve mümkün olan en iyi şekilde gereğini îfâya çalışmaktır. Allah’ın bizlere Kur’an’ı bahşetmesi, bu nimetin gereklerini yerine getirmemiz ve bu gerekleri başkalarına da tebliğ etmemiz yönündeki ilâhî iradenin yürürlüğe girmesi amacını taşımaktadır. Oruç bu amacın yerine getirilmesini sağlayan en önemli eğitim aracıdır. Hem bir fedakârlık hem de bahşedilen nimete şükretmenin göstergesidir.
Hutbemize konu olan buâyette; orucun farziyeti bildirildikten hemen sonra “takva sahibi olmanız için” vurgusu çok bâriz bir şekilde ifade edilir. İslâmî ibadetlerde bulunan şekil ve takva ilişkisi, bir öncelik-sonralık ilişkisi olarak ele alınamaz. Onun yerine burada birbirini tamamlayan, bütünleyen, biri olmadan diğeri olamayacak olan “mütemmim cüz” insicâmından ve bağlantısından söz edilebilir.
Takvayı yani Allah’tan sakınmayı, korkmayı öncelemediği için değil midir ki birileri bugün tesettürü modayla, kapitalizmin, tüketim ve teşhir çılgınlığının sunumuyla birlikte anma cür’eti ve hayâsızlığını gösterebiliyor. Yine değil mi ki bu ülkede, oruç gecesi “içki içilmesi” ya da Allah’ın çok açık bir şekilde ifade ettiği haramları, bir yandan oruç tutup bir yandan da rahatlıkla işleme densizlikleri, tartışma adı altında gündeme getirilebilmiştir.
Bütün bu münasebetsizliklerin gerisinde, hayatı ve ibadetleri bölen, birbirinden uzaklaştıran hatta alâkasızlaştıran bir din tasavvurunun derin izlerinin etkilerini görüyoruz. Kur’an’ın oruç ve diğer bütün ibadetlerimizdeki takva çağrısı, her tür edepsizlik ve münasebetsizliklere karşı bir uyarı olarak ortaya çıkmaktadır.
Kur’an apaçık bir şekilde insanların ruhsuz, manasız, salt kuru bir şekle dönüşmüş ibadet adı altındaki kendilerini kandırma girişimlerine karşı her seferinde takva çağrısını tekrarlarken bunun kimilerince hiç anlaşılmadığı hususu malumdur.
Kardeşlerim, sonuç olarak; nasıl ki namaz gündelik hayatımıza vahiyle çizgiler çekiyor, bizi pek de teşne olduğumuz anlamsız gaye ve hedeflerimizden, kaos ve anarşiden salah ve felâha çekiyor, çağırıyorsa oruç da yıllık olarak hayatımıza aynı müdahaleyi yapmak üzere bizi tanzim ve tertibe çağırıyor.
Ramazan’ın yoğunlaştırılmış programına tâbî tutulan pek çok insanın, Ramazan sonrasında hayata daha iyi bir başlangıç yapabilmeleri onun sebeb-i hikmeti olarak yeter de artar bile…
31.03.2023
Hazırlayan: Emrullah AYAN