Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Münker

Hutbe: Münker

by İlkav Editor
1,3K 👁
A+A-
Reset
Hutb“Muhakkak ki Allah, adaleti, ihsanı (iyiliği)ve yakınlara yardım etmeyi emreder. Fahşayı, kötülüğü ve (zulüm olan)azgınlığı da yasaklar. Umulur ki siz düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.” (Nahl: 90) 
Ma’ruf ve münkerkavramları Kur'an'ı Kerim’in önemli kavramlarından olup birbirine zıt olan iki kavramdır. Ma'ruf kavramı; bilinen, belli olan,beğenilen, benimsenen, örfe uygun oluptanınan,iyilik gibi manalara gelir. Ancak muteber olan örf, şer’i delillere aykırı olmayan, haramı helal yapmayan bir örftür. Münkerkavramı ise; bilinmeyen, tanınmayan, belirsiz olan, inkâr edilen, kabul ve tasdik edilmeyen, yasaklanan, yapılması caiz görülmeyip nehyedilen tüm kötülüklerolup haram ve mekruh fiillerin tamamını içine alır.
Dolayısıyla Kur’an’ı Kerim toplumları sağlıklı bir yapıya kavuşturup bu hallerinin devamını sağlamak için “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” yani iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek esasını getirmiştir. Bu bakımdan münkere karşı mücadele verilerek iyiliğin emredilmesi hükmü kadın erkek, genç yaşlı, zengin fakir gibi bir ayrım gözetmeden mümin olan herkesi yakından ilgilendiren hükümlerdir. Bu hükümlerde referans alınacak kaynak yalnızca Kur’an’ın ölçüleri ve bu ölçülerin pratiğe döküldüğü Rasül (sav)’in sünnetidir.
İmam taberi tefsirinde, emri bi’l-ma’rufu; insanları İslam nizamına davet etmek, Muhammed’e ve getirdiği dine iman etmek, nehyi ani’l-münkeri ise; Allah’ı inkâr etmek ve Peygamber’i de yalanlamak şeklinde izah etmiştir (2). Kadı Beydavi ise tefsirinde, ma’rufu emretmek; İmana ve itaate çağırmaktır, münkeri yasaklamak ise; küfre ve Allah’a (cc) başkaldırmaya karşı durmaktırder (3).
Esasında iyiliği emretmek, kötülükten de nehyetmeyi Rasul (sav)’den öğrenmek gerekir. Rasül (sav) nasıl anlamış, nasıl anlatmış ve nasıl uygulamışsa, biz Müslümanlara da düşen görev bunları öğrenip hal ve söz tarzımızı Rasül (sav)’in menheci üzere sürdürmektir. Peygamberimiz (sav)’e bakıyoruz, ebu Cehil’e bir ömür boyu anlatmış, ebu Süfyan’da 23 yıllık bir uyarının sonunda kendisine gelebilmiştir. Öyleyse “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” görevimizi yerine getirmek bizim keyfimize kalmış bir şey değildir. Hele şöyle bir bakayım vaziyete, hoşuma giderse anlatayım hoşuma gitmezse vazgeçeyim demek çok yanlış bir düşünce tarzıdır. Biz Müslümanlar Kur’an ayetleri karşıdaki insana fayda verse de anlatacağız vermezse de anlatacağız. Çünkü Rasül (sav) gece anlattı gündüz anlattı, Taif’te taşlandı yine anlattı, panayırlarda taşlandı yine anlattı, bir daha anlattı, sonra tekrar geriye dönüp bir daha anlattı.
Muhammed Hamidullah’ın“İslam Peygamberi” adlı kitabında,  tirmizi’deve daha birçok kaynaklarda; Tarık bin Abdullah el Muharibi (r) Hicret’ten önce Peygamberimiz (sav)’i, Zü’l-Mecâz panayırında ilk gördüğünü şöyle anlatır: Derki, “Zü’l-Mecâz panayırında birisine rastladım. Allah’tan başka ilah yoktur diyen felah bulur, Allah’tan başka ilah yoktur diyen felah bulur” şeklinde insanlara sesleniyordu, arkasından bir adamda ona taş atarak onun ayak topuklarını kanatmıştı. Bunların kim olduklarını sordum. Bu “Allah’tan başka ilah yoktur diyen felah bulur“ şeklinde seslenen Muhammed’dir, O’nun arkasından “ey panayır halkı bu adama inanmayın bu Abdülmuttalib oğullarından olup atalarının dinindensapmıştır” diyen ve O’na taş atarak ayak topuklarını kanatanda amcası ebu Leheb’dir” dediler (4).
Evet, ebu Leheb’in o taş atan elleri kurusun, malı kurusun, canı kurusun, gücü kurusun kurudu da. Ebu Leheblerin kanun ve kuralları kurusun, düzen ve nizamları kurusun, istem ve sistemleri kurusun, malları kurusun, canları kurusun, güçleri kurusun kuruyacakta.
Rabbimiz Taha Suresinin 20/43 ve 44. Ayetlerinde “ikiniz (birden)Fir’avun’a gidin; çünkü o haddini aştı (azgınlaştı), ona yumuşak söz söyleyin, belki öğüt alıp düşünür veya saygı duyarak korkar”buyurmuştur. Burada Rabbimiz (cc) öğüt almayacağını kesin olarak bilmesine rağmen yine de Hz. Musa ve Harun (as)’ı Fir’avun’a tebliğciler olarak göndermiştir. Öyleyse bizler Fir’avun kada, ebu Leheb kadar azgın olamayan, fıtratları bunlar kadar bozulmamıştır diye düşündüğümüz bu insanlara Kur’an’ı, İslam Şeriatı nizamını uygun bir dille anlatmaktan vazgeçmememiz gerekir. Çünkü İslam şeriatı düzeni fıtratımıza uygun olduğu içindir kihem dinimizi anlatmak ve hem de yaşamak elbette ki çok kolaydır. Şöyle ki, eğer bir somun bir vida için yapılmışsa kolayca zorlamadan o somunu çevirdiğimizde o vidaya oturtabiliriz. Ama o somun o vidaya göre değilse gümüşten de olsa, altından da olsa ne kadar zorlarsak zorlayalım yine de o somunu vidaya uyduramayız. Tıpkı şu anda fıtratımıza uygun olmayan her türlü beşer ürünü sistemlere, düzenlere, nizamlara uymadığımız ancak bizleri uymaya zorladıkları gibi.
Bizlerde Musa (as)’ın yaptığı gibi çağdaş Fir’avun’lara gidip onlara iyilikleri yerine getirmelerini, kötülükleri terk etmelerini anlatacağız. Onlara Rabbine gel, Rabbinin kitabına gel diyeceğiz. Bizim hizbimize gel, bizim tarikatımıza gel, bizim risale kitaplarımıza gel, bize gel demeyeceğiz. Yani açıkçası insanlarımızı müzik gurubumuza gelin, futbol takımımıza gelin, cemaatimize gelin, beşeri düzenimizi savunmaya gelin, bizim politikamıza gelin diye çağırmayacağız. Kendinize gelin, Kitabınıza gelin, Peygamberin sünnetine gelin, tevhide gelin, tevhit de vahdete gelin diyerek insanlarımızı yalınızca Allah’ın hükümlerine, Allah’ın şeriat nizamına çağıracağız.
Bizler Rasül (sav)’in “kolaylaştırınız, zorlaştırmayınız. Müjdeleyiniz, nefret ettirmeyiniz” (5) hadisi örnekliğinde olduğu gibi insanlara yaklaşarak gönüllerini fethedebilmeliyiz. Nasıl olsa öğüt almayacak ne gerek var ki öğüt vermeye diyerek sorumluluktan kaçamayız. Sorumluluktan kaçarak iyiliği emretmek, kötülükten nehyetmek görevimizi yerine getirmeyip toplum içinde meydana gelen kötülüklere sessiz kaldığımızda bizlerde bu toplumla birlikte cezaya müstahak oluruz
Dolayısıyla toplumda yaygın olan günah işlemek ve zulüm yapmaktan birbirlerini alıkoymamak, kötülüklerden uzak durup ancak kötülük yapanları engellemeye çalışmamak, dini değerlere karşı gösterilen hakaretlere sessiz kalmakaynı zamanda kötülükleri de onaylamış anlamına gelir. Bu anlamda ma’rufun emredilmediği, münkerden de alıkonulmayan toplumların nasıl helak edildiği Allah’ın azabının onları nasıl kuşattığı Kur’an’ı Kerim’in birçok suresinde beyan edilmektedir. Mesela, Rabbimiz cumartesi günü balık avlamayı yasakladığı halde bu yasağa uymayanlar, onları uyarmayanlar ve onları uyaranlar hakkındaki kıssayı A’raf Suresi 7/163, 164 ve 165. Ayetlerinde sırasıyla şöyle beyan eder.
163. Ayet; “onlara deniz kıyısında bulunan şehir halkının durumunu sor. Hani onlar cumartesi (yasağını çiğneyerek) haddi aşıyorlardı. Cumartesi (tatili yaptıkları)günü balıklar onlara akın akın geliyor, cumartesi tatili yapmadıkları (diğer) günlerde ise gelmiyorlardı. İşte onları yoldan çıkmaları sebebiyle böyle imtihan ediyorduk.”
164. AYET; “içlerinden bir topluluk: Allah`ın helâk edeceği yahut şiddetli bir şekilde azap edeceği bir kavme ne diye öğüt veriyorsunuz? Dediklerinde (öğüt verenler)dediler ki: (Vazifemizi yapmış olmakla) Rabbinize mazeret beyan edelim diye, bir de belki sakınırlar ümidiyle (öğüt veriyoruz)dediler”
165. Ayet; “derken (o zalimler)kendilerine yapılan öğüt ve uyarıları (kulak ardı edip) unutunca kötülükleri engellemeye çalışanları kurtardık. Zulmetmekte direnenleri Allah’ın emrinden sapmalarından dolayı şiddetli bir azap ile yakaladık” buyurmuştur.
Birçok müfessir bu ayetlerle alakalı değişik görüşler ileri sürmelerine rağmen, İmam Mevdudi tefsirinde; bir bela anında buna hedef olan o şehrin iki guruba ayrıldığını, bir gurubun musibete uğratılanlar olduğunu, diğer gurubun ise afetten kurtarılanlar olduğunu, bu kurtulanlarında yalnızca kötülükleri engellemeye çalışanlar olduklarını Kur’an’ın açıkça beyan ettiğini söyler. Onun için bir kimse sadece Allah'ın şeriatına karşı gelmemek ve pasif kalmakla kurtulamaz. Aksine fazileti hâkim kılmak ve fenalığı ortadan kaldırmak için bütün gücünü bizzat ortaya koyması gerekir.
Kur’an’ı Kerim’de bu ayetler gibi birçok ayetlerle geçmiş toplulukların kıssalarının anlatılmasının sebebi: Kötülük karşısında susan ve başkaldırmayan gördüğü yanlışları zulümleri fark edip bunu değiştirmek için bir yol bulmaya çalışmayan kavimlere benzemekten bizleri alıkoymaktır. Evet, Kur’an kıssaları günümüze böyle dersler, böyle öğütler sunmasına rağmen maalesef bugün İslam şeriatına aykırı münker olan kötülükler toplum içinde örf haline gelip doğru kabul görülüp kutlanabiliyor, kutsanabiliyor.
Peki, bugün milli kumar olan milli piyango ve şans oyunları var mı? Var. Milli bankalarda faizler var mı? Var. Milli zina evleri var mı? Var. Münker içkiler var mı? Var. Bunlardan milli gelir var mı? Var. Ve daha nice sayamadığımız milli münkerler var mı? Var, var. Peki, Allah bunlardan razı mıdır? Haşa! Yok, yok. Peki, münkerleri nasıl yok etmek gerekir? Tek çare, felahı fiillerimize yani kurtuluşumuzu “emr-i bi’l-ma’ruf ve nehy-i ani’l-münker” gibi amellerimize bina edip diğer insanlara da anlatmak, hatırlatmak gerekir diyerek hutbemi şu örnekle bitireyim inşallah.
Bakınız; insanın mahlûkat içerisinde taşıdığı imtiyazı olan “imanını” bir ağaca benzetirsek; bu ağacın kökü kalpte, gövdesi akılda, dalları ise organlardadır. Bu ağacın meyvesi ise insanın yerine getirdiği amelleridir. Meyve veren bir ağaç düşününki kökü var, gövdesi var, dalları var ancak meyvesi yok. O ağaç ne olur? Ancak odun olur. İşte meyve vermeyen yani ameli olmayan insanda böyledir, oda ancak cehenneme odun olur. Evet, odun olur odun.
 
                                                                                                                                       26.04.2019
 
                                                                                                                                 Hazırlayan: Şahin ÖZDAŞ
 
KAYNAKLAR
 
(1) Nahl 16/90
 
(2)Taberî, Taberî Tefsiri, çev. Kerim Aytekin, Hisar yayn., İst., 1996, c. II, s. 334
 
(3)Kadı Beydavi, envarü’t-Tenzil, 2/232
 
(4) İslam Peygamberi Muhammed Hamidullah,  terc Prof. Dr. Salih Tuğ, Yeni Şafak promosyonu Ankara 2003. Hatem’ül Enbiya, Ali Himmet Berki, Osman Keskioğlu,  Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993.
 
(5) Buharî: İlim 11; Müslim: Cihad 5

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon