Hutbe: Kavramların önemi
“Şüphesiz Biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak, iman edip salih amel işleyenler için, daha sonra bitmez tükenmez karşılıklar var.” (Tîn: 4-6)
Değerli Müminler, bugün hicrî Rabiü’l-Evvel ayının 11’i 1444/Cuma. Rabbimiz Kur’an’ın çerçevesi istikametinde bir ömür tüketmeyi hepimize kolaylaştırsın. Bugünkü hutbemiz kavramlarımızın önemine dair olacaktır.
Her din, felsefe ve ideolojinin kendisine ait kabullendiği temel kavramları bulunmaktadır. Dolayısıyla bir Müslüman olarak başka felsefelerin, ideolojilerin kavramlarını sahiplenmek veya gelişi güzel kullanmak bizleri sorumluluk altına sokar.
Kur’an insan merkezli bir kitaptır. Her şey insanı ilgilendirir, olaylar onun etrafında döner. Her şey insanın yaşantısını daha anlamlı kılmak için var edilmiştir. Her şey onun emrine boyun eğdirilmiştir. O da Rabbe kullukla mükellef kılınmıştır. Kur’an’da insana akıl, kalp (fuad), el, ayak, duyu organları vb. birçok nimet bahşedildiğini hatırlatılır. Ve kendisini diğer birçok varlıktan faziletli kılındığını haber verir. Tüm insanlara fıtrat sözleşmesi ile yol gösterdiğini, irade, seçme ve reddetme özgürlüğü bahşettiğini bildirir. İnsanın kendisini hem temizleme hem de kirletme imkânı bulunduğundan bahseder. Yine Kur’an, insanın nankör, cahil, unutkan, cimri, zalim, aceleci, sabırsız, müfsid, malı çok seven, karşı cinse yönelik meyyal olma gibi bir takım özelliklerle mücehhez yaratıldığından haber verir.
Nefsini yani kendisini ıslah edip, Rabbinden gelen gerçeklere kulak verenleri, teslimiyet gösterip şükrü edâ edenleri övüp, onları mümin, muvahhid, müslim,muhlis, mükerrem, müttakî, muhsin, muslih ve salih olarak vasıflandırmaktadır.
Elbette insan birçok kabiliyetlerle donatılmıştır, ancak tam ve kâmil değildir. Hata yapmaya, unutmaya, cahillik etmeye, şeytânî dürtülere kulak vermeye, günah işlemeye, yanlış yapmaya, kanmaya ve kandırılmaya müsait yaratılmıştır. Bu sayılanlardan Allah’ın elçileri dahi münezzeh değildirler. Çünkü insan olmak eksik olmaktır. Ancak burada müminlerin hatada ısrar etmedikleri, yaptıkları yanlıştan hemen döndükleri, rabblerini ve âyetlerini hatırlayıp istikamet üzere yollarına devam ettikleri övgüyle anlatılır.
Bazen insanlar konuşmalarında Peygamberlerden veya salih insanlardan konu açıldığında onların insan-ı kâmil olduklarından, mükemmelliklerinden sitayişle bahsederler. Halbuki kavramsal anlamda mükemmellik ancak Allah’a aittir. Ve Kur’an’ın hiçbir yerinde böyle bir ideal insan tipinin örnekliği yer almaz. Böyle bir kavram kullanılmaz. Yerine Muttakî kavramı kullanılır ki aralarında çok fark vardır.
İnsan-ı kâmil kavramı ise; “Tasavvuf tarihinin en önemli konularından olan insân-ı kâmil anlayışı, varlık ve bilgi problemleriyle ilgisi yanında dinî ve ahlâkî boyutları da bulunan derin fikrî çaba ve ruhî tecrübenin ürünü olarak ortaya çıkmıştır.
İnsân-ı kâmil kavramı tasavvuf literatürüne Muhyiddin İbnü’l-Arabî tarafından yerleştirilmiştir. İbnü’l-Arabî bazı Kur’an âyetlerini delil göstererek konunun İslâmî boyutunun bulunduğunu izaha çalışır. İnsanın yeryüzünün halifesi oluşu, Ahsen-i takvim üzere yaratılması, kendisine ikram edilmiş olması ona ruhundan üflenmesini delil getirerek konuyu sahiplenmektedir.
İnsân-ı kâmil düşüncesinin gelişmesinde hadis literatürü de önemli rol oynamıştır.
Meselâ bazıları sahih olmasa da Allah’ın Âdem’i kendi sûretinde yarattığını (Buhârî, “İstiʾzân”, 1; Müslim, “Birr”, 155), aslında ilk olarak Hz. Muhammed’in yaratıldığını (Aclûnî, II, 187), Âdem bedenle ruh arasında iken onun peygamber olduğunu (a.g.e., II, 187), Hz. Muhammed olmasaydı evrenin yaratılmamış olacağını (a.g.e., II, 232) ifade eden rivayetlerin insân-ı kâmil telakkisinin benimsenip yaygınlaşmasında etkili olduğu kesindir.
İnsân-ı kâmil Hak ile halk arasında bir köprü vazifesi görür. Gerçek insân-ı kâmil olan Hz. Peygamber ile onun vârisi olan insân-ı kâmilin (mürşidlerin) bir özelliği de Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış olması bakımından ahlâkî kemale sahip bulunmasıdır. İnsân-ı kâmil şeriat, tarikat, hakikat ve mârifet itibariyle tam ve ergin olan kişidir.” (TDV İslâm ansiklopedisi) Yani kavram tasavvuf
Oysa ki Kur’an insanı izah ederken; anne karnındaki serüvenle başlayan ve bebekliğinden yetişkinliğine kadar geçirdiği döneme kadar kendisini bir çok ikramlarla donattığını hatırlattıktan sonra kendisine kulluk yaparak izzeti elde etmesi gerektiği halde aşağıların aşağısı olmayı tercih edip kendisini kirlettiğini, cahillik yaptığını, tuğyan ettiğini, hatta tağutlaştığını, birilerini veya kendisini ilahlaştırdığını, Rabbini unuttuğunu yani görmezden gelip inkâr ettiğini oysa ki kendisine bahşedilen tüm nimetlerden hesap vermek için rabbine döneceğini bildirmektedir. Yani insanlar rablerine ihlas ile kulluk yapmakla sorumludurlar.
Rabbin hakikatlerine kulak verip kendilerini arındıranların, Allah’ın verdiklerini diğer kullarla paylaşanların, nefislerini Allah’a satanların, hayatlarını O’na secde ettirenlerin, yolunda mücadele edenlerin, kâfirlere ve Allah düşmanlarına buğz edip müminleri dost edinenlerin, ilim ve cesaretle, Allah’ın dinini insanlara davet edenlerin kısacası Allah’tan razı ve memnun olanların O’nun tarafından memnun edileceği birçok âyette müjdelenerek salih birer insan olmaları hatırlatılır.
Amacımız Allah’ın biz kullarından istediği O’na hamd eden, O’na şükreden mümin, muslih, muhsin, müslim, mutakî insanlar olmaktır, insan-ı kâmil olmak değil.
“Ey huzura kavuşan nefis (insan)! Sen (Allah’tan) memnun, (Allah da) senden razı olarak Rabbine dön! Kullarımın arasına katıl.” (Fecr: 27-29) Selam bu güzel kullara, takvayı kuşanıp hidayet üzere olanlara…
07.10.2022
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU