Hutbe: İbrahimî Tavrı Kuşanmak
“İbrâhim'de ve onunla beraber bulunanlarda sizin için güzel bir örnek vardır; onlar kavimlerine ‘Biz sizden ve sizin Allah'tan başka taptıklarınızdan uzağız. Sizi(n taptıklarınızı) tanımıyoruz. Siz, tek olan Allah'a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sürekli bir düşmanlık ve nefret belirmiştir’ demişlerdi” (Mümtehine: 4)
Rabbimiz tüm insanları sadece kendisine kul olsunlar için yaratmıştır. Bu konuya dair Kur’an’da çokça ayet mevcuttur. Kulluğu ve diğer yapılması gereken hususları da görevlendirdiği elçiler aracılığı ile tüm insanlığa bildirmiştir. İnsanoğlunu birçok yaratılmıştan üstün kılmış ve bir de kendisine hilafet misyonu yüklemiştir.
Peygamberler tarihi getirilen mesaja yönelik bozma ve saptırmalarla doludur. Her bozulmayı ıslah ve mesajı rotasına yönlendirmek için elçiler görevlendirilmiştir. Ama maalesef hep bu bozulma ve ifsad süreci sürekli yaşanmıştır. İlginçtir ki bu bozma işlemini genelde o dinin mensupları yapmışlardır. Dinin aslına din adına karşı fikrî, akidevî, amelî, silahlı ya da silahsız darbeler yapılmıştır. Bu yapılanlara karşı az sayıda da olsa Müslümanlar karşı koymuşlar, bu uğurda canlarını bile feda etmişlerdir. Zalimler acımasızca hem de din namına bir çok Müslümanı ve alimi katletmişlerdir. Tarih bu örneklerin kara lekeleriyle doludur.
Her dönemde bozulma, savrulma değişik şekillerde de olsa yaşanmıştır el an da yaşanmaktadır. Rabbimiz bizleri sürekli bu konulara dair hep uyarmakta, uyanık olmaya davet etmektedir.
“ Ey inananlar, siz kendinize bakın, siz doğru yolda olduğunuz takdirde sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır.”5/105
"Öyle ise, dedi, beni azdırmana karşılık, and içerim ki, ben de onlar(ı saptırmak) için senin doğru yolunun üstüne oturacağım." "Sonra (onların) önlerinden, arkalarından, sağlarından, sollarından onlara sokulacağım ve çoklarını şükredenlerden bulmayacaksın!" 7/16-17
“ Ey insanlar, Allâh'ın va'di gerçektir; sakın dünyâ hayâtı sizi aldatmasın, o aldatıcı, sizi Allâh(ın affına güvendirmek sûreti) ile aldatmasın.”35/5
“ Yeryüzünde bulunan(insan)ların çoğuna uyarsan, seni Allâh'ın yolundan saptırırlar. Onlar sadece zannediyorlar ve onlar sadece saçmalıyorlar.”6/116
“Öyleyse emrolunduğun gibi doğru ol; seninle beraber tevbe edenler de .“ 11/112
“Siz, o'nu bırakıp ancak sizin ve atalarınızın taktığı birtakım (boş) isimlere tapıyorsunuz. Allâh onlar(ın gerçekliği) hakkında hiçbir delil indirmemiş(onlara hiçbir güç vermemiş)tir. Hüküm, yalnız Allâh'ındır. O, yalnız kendisine tapmanızı buyurmuştur. İşte doğru din budur. Ama insanların çoğu bilmezler." 12/40
Rabbimiz açıkça böyle buyururken bir takım insanlar üzerine basa basa inadına “Hakimiyet Milletindir” demektedirler. Bu iddianın fir’avn’ın iddiasından bir farkı var mı ?
Tüm bu ve buna benzer onlarca ayet müminlere otoritenin sadece Allaha ait olduğu vurgusunu açık ve net olarak ortaya koymaktadır. Hutbemin başında okuduğum ayet tefsire dahi ihtiyaç duymayacak şekilde kafirlerden ve onlara ait değer yargılarından, ideolojilerinden, ahlak ve yaşantılarından uzak olmayı, teberrî etmeyi, temel akidevî bir konu olarak tüm kainata duyurmaktadır. Bu konunun tevili bazı ilim ehli zevat tarafından yapılsa da ilmî olmayan, çürük ve zannî ifadelerdir. Zan da ilimden bir şey ifade etmez.
Evet bu çağrı her dönemi ilgilendiren, her dönemin Müslümanlarının örnek alması gereken temel esastır. Tevhid’in inkar ve teberrî kısmını oluşturmaktadır. İllallah’tan önce bu kısmın ifade edilmesi, içselleştirilmesi gerekmektedir. Birçok Peygamberin ömrü bu kısmın tebliği mücadelesiyle geçmiştir. O İbrahim ki; hem babasını, hem de dönemin nemrutlarını esas alarak bu temel dusturu ateşe atılma pahasına haykırmıştır. Bizler neden bu hakikatlere kulak vermek, tevhidi gündemleştirip, sımsıkı sarılmak dururken çağdaş Samirî ve Belamlara kulak verip, kendi elimizle kendimizi tehlikeye atıp, hesabını veremeyeceğimiz durumlara düşüyoruz.
Bugünlerde yapılan mücadeleyi Uhud savaşına benzetip, eylemleri de okçular tepesinde cereyan eden olaylara benzetmek gerçekten de büyük bir saptırma ve zülümdür. Okçular tepesini koruyanlar, Kur’an’ı ve Nebisini koruyorlardı. Bugünküler ise, batıya ait olan batıl, beşerî, cahilî bir sistemi koruma adına bunları yapmaktadırlar. Zulmün bu kadarına pes doğrusu.
Böyle yapmakla sorumluluklarımızı derece derece artırdığımızı bilip kendimize gelelim. Bu rüzgara kapılan bilmeyen cahil kitlelere İbrahimî tavırla doğruyu gösterelim, örnek olalım, insanların kurtuluşu olan vahyin şahidliğini gereği gibi yapalım. İnsanlara merhamet edelim, “durun kalabalıklar bu sokak çıkmaz sokak” diyelim, onlara güven verelim, ellerinden tutup cennete gidecek olan yola rehberlik yapalım. İyi bilelim ki “uydum kalabalığa” der isek kalabalıkların akıbetine kıyamette bizler de muhatab oluruz. Rabbimiz, “yeryüzünde bulunan insanların çoğuna uyarsan, seni Allâh'ın yolundan saptırırlar” buyurmuyor mu?
Kur’an peygamber dahi olmayan bazı salih insanların örneklerini bizlere sunmuştur. Neden? Çünkü kıyamete kadar benzer olaylar hep yaşanacaktır da ondan. O güzel insanları örnek alalım diye. İşte Yasin suresi 13-27 ayetler arasında anlatılan kıssa. Kıssa’da ismi dahi geçmeyen bir Müslümanın mücadelesi ve elçilere sahip çıkışı, tek başına İbrahimî tavrı ve sonunda şehid edilişi anlatılır.
İşte Kehf suresinde anlatılan kralın yanında sefalı bir hayat sürerken o görkemli hayatı Allah’ın rızasına, cennete tercih için yollara dökülen ve mağarada mücizevî bir hayatla örneklikleri sunulan Ashab-ı Kehf’in hayatları. (Kehf 9-26)
Bunlar da isimleri beyan edilmeyen kraliyet ailesinden aristokrat birkaç yiğit gençtir. Mücadele imkanları tükendiğinde onlar kıyam ederek “Rabbimiz yerlerin ve göklerin Rabbidir (sahibidir) biz O’ndan başkasını ilah edinmeyiz” diyerek tevhidi haykırmışlar ve mağaraya sığınmışlardı. O görkemli, şatafatlı hayattan toz ve topraktan oluşan bir gizlenme mekanına sığınmışlardı. Ve Rabbimiz onları kıyamete kadar örnek olsun için 309 yıl uyuttuktan sonra diriltmiştir.
Azlık ya da çokluk hakikatin ölçüsü değildir. Biz Müslümanlara göre hakikatin tek ölçüsü vardır o da vahiy olarak belirtilen gerçeklerdir. Bu gerçeklerin önüne hiçbir hoca, şeyh, alim, ana-baba, komutan, devlet başkanı geçemez. (Ahzab: 36, Tevbe: 31)
Demokrasi Avrupa da yeşerip-gelişmiş ve neredeyse tüm dünyaya yayılmış, içselleştirilmiş adeta bir dünya sistemi haline getirilmiştir. Heva’ya, insan aklına dayanan, aklı ilahlaştıran bir ideolojidir. Müslümanlarca benimsenmesi mümkün olmayan bir dünya görüşüdür. Seçim sistemine bakarak “demokrasilerde de seçim var” diyerek değerlendirmek doğru değildir. Sistem değerlendirmesi, üretilen değer yargılarının kaynağının ilahi olup olmaması ile belirlenir.
Aynı zamanda çoğunluk da… İslam da sırf çoğunluk olduğu için değer değildir. Bugün çoğunluk doğruyu tercih eder yarın yanlışı tercih eder dolayısıyla asl olan vahyî hakikatlerdir. Dolayısıyla İslam’da esas olan, Kur’an’ın ortaya koyduğu gerçekler istikametinde olan doğrulardır tâbi olunması gerekenler.
Selam “Emr olunduğu gibi dosdoğru olanlara”, veyl, hidayeti nefsanî, dünyevî değerler uğrunda savrulanlara, değişenlere…
12.08.2016
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU