Pazar, Eylül 8, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Hevâsını İlâh Edinenler…

Hutbe: Hevâsını İlâh Edinenler…

by İlkav Editor
1,4K 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Hevâsını İlâh Edinenler… 
“Hevâsını ilâh edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan: 43)
Lügatte hevâ kelimesi; şahinin inişi gibi hızla süzülüp inmek, düşmek, yıldızların doğuşu ve batışı, mahvolmak, rüzgarın esmesi, kabın boş olması, hava gibi anlamlara gelir. Ayrıca boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara da gelir. 
Hevâ, benliğin şehvete meyli ve keyfîliği tercih etmesidir. Dilimizde bu tabir, boş ve zararlı arzular anlamında kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm hevâyı en yıkıcı musîbetlerden biri olarak görüyor ve birçok yerde tehlikelerine işaret ediyor. Çünkü hevânın varlığı, benliğin şehvet tarafına geçtiğini ve ruha sırt çevirdiğini belgelemektedir. 
Hevânın varlığı bir düşüş ifadesidir. Bu insanın yücelikten basitliğe düşmesidir. Hevânın yerleştiği bir kalp, başta şirk olmak üzere, her türlü pislik ve kötülüğün beşiği olmaya adaydır. Böyle bir benlik giderek hevâyı kendine ilah yapar. (Furkan: 43, Câsiye: 23)
Nefis; şehvet ve keyiflere düştüğü gibi sahibini de uçurumlara, cehennem çukuruna sürükler, aslında nefis yapısı bakımından şehvet sahibi olmak durumundadır. Fakat bu şehvet “ilm’e tabi olduğunda fıtrî bir nitelik kazanır ve günah olmayan yararlı yönlere kanalize edilir. Sözgelimi, yeme-içme ihtiyacı helâlinden ve normal ölçülerde giderilir. Fakat nefis, bütünüyle sınır tanımaz şehvet ve arzulardan ibaret hâle gelirse, o zaman sahibini saptırır ve onu hem dünyada hem de âhirette felâkete sürükler. İşte hevâ kelimesi Kur’an’da bu tür bir nefsi ifade eden bir kavramdır. Kur’an’ın belirlemesiyle hevâ, dalâletin en yakın nedenidir. Bu nedenle hevâlarına uyanlar, dalâlete düşenler, sapıklık içinde olanlardır. Kur’an; Rasulullah (S)’e şöyle emreder: “De ki: ben Allah’tan ayrı olarak çağırdıklarınıza ibadet etmekten men olundum. Ben sizin hevânıza uymam, o zaman dalâlete düşerim ve hidayete erenlerden olmam.” (En’am: 56) 
Bir başka âyette ise hevâsına uyanların içine düştükleri sapkınlık şöyle dile getirilir: 
“Allah’tan bir hidâyet olmaksızın hevâsına uyandan daha dalâlette olan kim vardır?” (Kasas: 50)
Mü’minlere düşen, hevâsına uyan kişilere değil, ilme tâbî olmaktır. İlmin kaynağı vahiy olduğuna göre, vahiy ile hevâ birbiri ile çelişen, birbirine zıt şeyler olmaktadır. Kur’an bunu şöyle ifade eder: “Sana gelen ilimden sonra eğer onların hevâlarına uyarsan, senin için Allah’tan ne bir velî, ne de bir yardımcı olur.” (Bakara: 120) 
İlmin karşısında yer alan olumsuz kavramlardan “zan” da hevânın doğal işbirlikçisi, destekçisidir. Çoğu zaman ikisi bir arada bulunurlar: 
“Onlar ancak zanna ve nefislerinin hoş gördüğüne/hevâya uyuyorlar.” (Necm: 23) 
Hatta kimi zaman doğrudan hevânın yerini alır; 
“Yeryüzündeki çoğu insana uyacak olursan, onlar seni Allah’ın yolundan saptırırlar, çünkü onların peşinden gittiği şey sâfî zandır. Onlar yalnızca saçmalıyorlar.” (En’am: 116) 
Kur’an bu noktadan bir adım daha ileri giderek bütünüyle hevâya tâbî olmayı “hevâyı ilah edinmek” olarak değerlendirmiştir. Yani hevâlarına uyanlar, Allah’ı değil, hevâlarını ilah edinmiş olmaktadırlar. Bu durumda böylesi kimselerin Allah’a inanma iddiaları herhangi bir değer ifade etmemektedir: “Hevâsını ilah edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan: 43)
Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an adlı eserinin bu âyete dair tefsirinde şöyle demektedir: “Hevâsını ilah edinen, arzu ve tutkularının kölesi olandır. İlahına ibadet eden biri gibi o da tutkularına ibadet ettiğinden, bir puta tapan kadar şirk suçu işlemektedir.     
Ebû Hureyre’den rivayet olunan bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (S) şöyle buyurmuşlardır: 
‘Allah’tan başka kendilerine ibadet olunan sahte ilahların Allah yanında en kötüsü, kişinin hevâsıdır.’  “
Kur’an, vahyi dışlayarak her türlü çözümü akıldan beklemenin insanı hevâya esir edeceğini ve bunun da insan hayatını olumsuz ve tarafgir çekişmelerin didişmesine yenik düşürerek rahatsızlıklara yol açacağını söyler. (Kehf: 28, Kasas: 50) Bunun içindir ki, insan hayatını hevâlarına göre çekip çevirmek isteyenler, peygamberlere hep karşı çıkmışlardır. (Bakara: 87, Mâide: 70, Rum: 29) 
Hevâ, dâima istikbar yani kendini beğenme ve bilgisizlikle beraberdir. (Câsiye: 18, Bakara: 87) 
Hevânın ilim ve vahyin yerine geçirilmesinin kötü sonuçlarına dikkat çeken Kur’an, vahiy elçisine hevâya mağlup olanları dinlememesini emretmekte (Kehf: 28, Tâhâ: 16, En’am: 56), hevânın adaleti engelleyeceğini (Nisâ: 135), insanı şeytanın oyuncağı, hayranı yapacağını (En’am: 71) söylemekte ve nihayet; hevâya yenik düşmüş bir dünyanın bozgun ve kaosla kaplanacağını duyurmaktadır. Böyle bir durumda hakkın olumsuz bir tarafgirliğe ve şehvete feda edilmesi, yerin ve göklerin fesada terkedilmesi, yer ve gök sakinlerinin denge ve düzenlerinin sarsılması kaçınılmazdır. (Mü’minûn: 71, Mâide: 77)
Hevâ konusunu, vahiy ile mukayeseli bir biçimde inceleyen Şâtıbî, insan hayatını düzenlemede dinin karşısına çıkışların genel adını hevâ olarak anıyor ve şu sonuca varıyor: “Bir vahye dayalı düzen vardır; bir de hevâya dayalı düzen, üçüncüsü yok…” 
16.10.2020
Hazırlayan: Emrullah AYAN
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

Hutbe: Hevâsını İlâh Edinenler…

by İlkav Editor
1,8K 👁
A+A-
Reset

Hutbe: Hevâsını İlâh Edinenler…
“Hevâsını ilâh edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan: 43)

Lügatte hevâ kelimesi; şahinin inişi gibi hızla süzülüp inmek, düşmek, yıldızların doğuşu ve batışı, mahvolmak, rüzgarın esmesi, kabın boş olması, hava gibi anlamlara gelir. Ayrıca boş, hava dolu, sonuçsuz, değersiz gibi anlamlara da gelir.
Hevâ, benliğin şehvete meyli ve keyfîliği tercih etmesidir. Dilimizde bu tabir, boş ve zararlı arzular anlamında kullanılmıştır. Kur’ân-ı Kerîm hevâyı en yıkıcı musîbetlerden biri olarak görüyor ve birçok yerde tehlikelerine işaret ediyor. Çünkü hevânın varlığı, benliğin şehvet tarafına geçtiğini ve ruha sırt çevirdiğini belgelemektedir.
Hevânın varlığı bir düşüş ifadesidir. Bu insanın yücelikten basitliğe düşmesidir. Hevânın yerleştiği bir kalp, başta şirk olmak üzere, her türlü pislik ve kötülüğün beşiği olmaya adaydır. Böyle bir benlik giderek hevâyı kendine ilah yapar. (Furkan: 43, Câsiye: 23)
Nefis; şehvet ve keyiflere düştüğü gibi sahibini de uçurumlara, cehennem çukuruna sürükler, aslında nefis yapısı bakımından şehvet sahibi olmak durumundadır. Fakat bu şehvet “ilm’e tabi olduğunda fıtrî bir nitelik kazanır ve günah olmayan yararlı yönlere kanalize edilir. Sözgelimi, yeme-içme ihtiyacı helâlinden ve normal ölçülerde giderilir. Fakat nefis, bütünüyle sınır tanımaz şehvet ve arzulardan ibaret hâle gelirse, o zaman sahibini saptırır ve onu hem dünyada hem de âhirette felâkete sürükler. İşte hevâ kelimesi Kur’an’da bu tür bir nefsi ifade eden bir kavramdır. Kur’an’ın belirlemesiyle hevâ, dalâletin en yakın nedenidir. Bu nedenle hevâlarına uyanlar, dalâlete düşenler, sapıklık içinde olanlardır. Kur’an; Rasulullah (S)’e şöyle emreder: “De ki: ben Allah’tan ayrı olarak çağırdıklarınıza ibadet etmekten men olundum. Ben sizin hevânıza uymam, o zaman dalâlete düşerim ve hidayete erenlerden olmam.” (En’am: 56)
Bir başka âyette ise hevâsına uyanların içine düştükleri sapkınlık şöyle dile getirilir:
“Allah’tan bir hidâyet olmaksızın hevâsına uyandan daha dalâlette olan kim vardır?” (Kasas: 50)
Mü’minlere düşen, hevâsına uyan kişilere değil, ilme tâbî olmaktır. İlmin kaynağı vahiy olduğuna göre, vahiy ile hevâ birbiri ile çelişen, birbirine zıt şeyler olmaktadır. Kur’an bunu şöyle ifade eder: “Sana gelen ilimden sonra eğer onların hevâlarına uyarsan, senin için Allah’tan ne bir velî, ne de bir yardımcı olur.” (Bakara: 120)
İlmin karşısında yer alan olumsuz kavramlardan “zan” da hevânın doğal işbirlikçisi, destekçisidir. Çoğu zaman ikisi bir arada bulunurlar:
“Onlar ancak zanna ve nefislerinin hoş gördüğüne/hevâya uyuyorlar.” (Necm: 23)
Hatta kimi zaman doğrudan hevânın yerini alır;
“Yeryüzündeki çoğu insana uyacak olursan, onlar seni Allah’ın yolundan saptırırlar, çünkü onların peşinden gittiği şey sâfî zandır. Onlar yalnızca saçmalıyorlar.” (En’am: 116)
Kur’an bu noktadan bir adım daha ileri giderek bütünüyle hevâya tâbî olmayı “hevâyı ilah edinmek” olarak değerlendirmiştir. Yani hevâlarına uyanlar, Allah’ı değil, hevâlarını ilah edinmiş olmaktadırlar. Bu durumda böylesi kimselerin Allah’a inanma iddiaları herhangi bir değer ifade etmemektedir: “Hevâsını ilah edineni gördün mü? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan: 43)
Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’an adlı eserinin bu âyete dair tefsirinde şöyle demektedir: “Hevâsını ilah edinen, arzu ve tutkularının kölesi olandır. İlahına ibadet eden biri gibi o da tutkularına ibadet ettiğinden, bir puta tapan kadar şirk suçu işlemektedir. Ebû Hureyre’den rivayet olunan bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (S) şöyle buyurmuşlardır:
‘Allah’tan başka kendilerine ibadet olunan sahte ilahların Allah yanında en kötüsü, kişinin hevâsıdır.’
 “
Kur’an, vahyi dışlayarak her türlü çözümü akıldan beklemenin insanı hevâya esir edeceğini ve bunun da insan hayatını olumsuz ve tarafgir çekişmelerin didişmesine yenik düşürerek rahatsızlıklara yol açacağını söyler. (Kehf: 28, Kasas: 50) Bunun içindir ki, insan hayatını hevâlarına göre çekip çevirmek isteyenler, peygamberlere hep karşı çıkmışlardır. (Bakara: 87, Mâide: 70, Rum: 29)
Hevâ, dâima istikbar yani kendini beğenme ve bilgisizlikle beraberdir. (Câsiye: 18, Bakara: 87)
Hevânın ilim ve vahyin yerine geçirilmesinin kötü sonuçlarına dikkat çeken Kur’an, vahiy elçisine hevâya mağlup olanları dinlememesini emretmekte (Kehf: 28, Tâhâ: 16, En’am: 56), hevânın adaleti engelleyeceğini (Nisâ: 135), insanı şeytanın oyuncağı, hayranı yapacağını (En’am: 71) söylemekte ve nihayet; hevâya yenik düşmüş bir dünyanın bozgun ve kaosla kaplanacağını duyurmaktadır. Böyle bir durumda hakkın olumsuz bir tarafgirliğe ve şehvete feda edilmesi, yerin ve göklerin fesada terkedilmesi, yer ve gök sakinlerinin denge ve düzenlerinin sarsılması kaçınılmazdır. (Mü’minûn: 71, Mâide: 77)
Hevâ konusunu, vahiy ile mukayeseli bir biçimde inceleyenŞâtıbî, insan hayatını düzenlemede dinin karşısına çıkışların genel adını hevâ olarak anıyor ve şu sonuca varıyor: “Bir vahye dayalı düzen vardır; bir de hevâya dayalı düzen, üçüncüsü yok…”
21.12.2018
Hazırlayan: Emrullah AYAN

                                                                                                   

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon