Perşembe, Kasım 21, 2024
Ana sayfa CUMA HUTBELERİ Hutbe: Gerçekten Bu Kur’an En Doğru Yola Götürür

Hutbe: Gerçekten Bu Kur’an En Doğru Yola Götürür

by İlkav Editor
2,2K 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Gerçekten Bu Kur’an En Doğru Yola Götürür
 
“Gerçekten bu Kur’an, en doğru yola götürür ve salih amel işleyen mü’minler için büyük bir mükâfaat olduğunu müjdeler.” (İsrâ: 9)
 
Kur’an’ın en doğruya iletmesi mutlaktır. O, zaman ve mekân hududu tanımaksızın, her toplumu ve her nesli her zaman en doğruya ileten bir kitaptır. En doğru diye ifade edilen hidayet ise her türlü iyiyi ve doğruyu içine almaktadır. İnsanoğlunun sevkedilmesi gereken her yol, her hayır oradadır. Ve bunlar zaman ve mekânla kayıtlı değildir. 
Kur’an, insanoğlunu, kapalı ve anlaşılmaz bir tarafı bulunmayan, sade ve açık olan, ruhları evham ve hurafelerin ağırlığından kurtaran bir akîde ile en doğruya iletir.
Kur’an, insanoğlunun zahiriyle batını arasında münasip bir bağ kurmak, duygularıyla hareketleri arasında irtibat sağlamak ve akîdesiyle ameli arasındaki uyumu temin etmek suretiyle onu en doğru yola iletir.                                                                                                                                                                  
İslam davasının kitabı olan şu Kur’ân-ı Kerim, aynı zamanda davanın hem ruhu hem hareket kaynağı, hem desteği, hem varlığıdır. İslâm davasının muhafızı ve koruyucusu o, tercümanı ve açıklayıcısı o, düsturu ve nizamı odur. Her dava adamı ondan faydalandığı gibi bu büyük davada; çalışma vasıtalarını, hareket metodlarını ve kendisini hedefe götüren yoldaki bütün ihtiyaçlarını ondan temin eder. 
Evet, gerçek budur amma, eğer biz, bu Kur’an-ı Mübin’le canlı bir ümmete hitap edildiğini; bu Kur’an’ı, ümmetin hayatına onunla ışık tutulduğunu; yeryüzünde gerçek manada insanca yaşayabilmesinin onunla temin edildiğini ve yine onunla hem beşer ruhunda, hem dünya sathında ilerlemeler, müsbet faaliyetler ve anlayışlarla dolu büyük bir savaşın tahakkuk ettiğini anlayamadığımız ve idrak edemediğimiz müddetçe, onunla yani Kur’an-ı Mübin ile bizler arasında korkunç bir uçurum var demektir. 
İnsanlık âlemi denen şu varlıkla, Müslümanlar denen şu ümmetin Kur’ân-ı Kerim ile hiç alâkası yokmuş gibi onu sadece bir ibadet namesi zannederek telaffuz edip dinlemeye devam edersek elbette ki Kur’an’la kalplerimiz arasındaki kalın perde de varlığını muhafaza edecektir. Halbuki bu ayetler; gerçekten var olan hayat sahiplerine, yaşayan şahıslarla, hadiselerle ve canlı realitelerle ilgili olarak inmiştir. Evet, gerçek ve canlı bir vakıa olarak insanlara, hadiselerle ve realitelerle hitab etmektedir. Bu yönelişten genel olarak bütün insanlık hayatında ve bilhassa İslâm ümmeti hayatında bir takım özellikler meydana getirmiştir. 
Kur’ân-ı Mübin ilk İslam toplumuna nasıl şanlı bir hayat kaynağı olmuşsa, bize de aynı tazelik içinde hayat bahşetmek kudretine günümüzde de sahiptir. O’nun bugün de, yarın da bizimle olduğunu göreceğiz. Şu geçici hayatımızın gerçek safhalarıyla ilgilenmeyen ve sadece dua ve ibadetlerde okunan bir kitap olmadığını anlayacağız. Tarihe karışan insanlarla birlikte hüküm ve kudreti sona ermiş bir tarih kitabı olmadığını da öğreneceğiz. 
Bu Kur’an bir ümmet meydana getirip bir devlet kurmak, bir toplum yönetip ruh, ahlak ve akılları eğitmek için Hz. Peygamber (S)’in kalbine inmiştir. İslâm ümmeti; hayat ve hareket tarzını, tüm insanlara ilişkin tavır ve bakışını Kur’an’ın direktif ve emirlerine göre belirlemek zorundadır. Kur’an’ı bu maksatla okumak zorundadır. Çünkü Kur’an soyut teoriler ve saf fikirler kitabı değildir. 
Yirmi üç sene boyunca İslamî hareketi yönlendirmek için indi durdu. Hakk ile batıl arasında uzun süre devam eden çatışmaların ötesinde adım adım her merhalede yapma planlarını ve yıkma projelerini uygulayan bu Kitap’tır. Kur’an’ın gerekleri yerine getirilirse, dün Rasulullah (S)’in ve sahabesinin karşılaştığı olay ve zorluklarla bugün de karşılaşılacaktır, onlar adım adım izlenilecektir. O halde yapılacak tek şey Urvetu’l-Vüskâ olan Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, onu okumak ve hayatın kendisi yapıp yürüyen Kur’an olmak, daha açık bir ifadeyle Kur’an’ın indiği hareket ortamına girmektir. 
Kur’an-ı Kerîm’i, Kur’an’ın indiği hareket ortamına girmeden ve aynı ortamın gereği olan tavrı takınmadan anlayıp tatmaya imkan yoktur. Kur’an’ın anlam ve muhtevasını, hareket ortamının dışında; evinde oturarak yorumsal ve edebî incelemelere tâbi tutan kimselerin, Kur’ânî hakikatten bir şey anlamalarına imkan yoktur. Savaş ve hareket alanından uzak, soğuk ve durağan bir oturuşla Kur’an’ın anlaşılması mümkün değildir. Bu Kur’an’ın hakikati, hiçbir zaman yerinde çakılıp kalmış kimselere görünemez. Kur’an’ın güzellikleri, fevkaladelikleri Allah’tan başkasına ubûdiyet, itaat ve dindarlığın bulunduğu bir ortamda rahatlık ve selamet arayan kimselere de açılmaz.
 
02.10.2020
Hazırlayan: Emrullah AYAN
 

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

Hutbe: Gerçekten Bu Kur’an En Doğru Yola Götürür

by İlkav Editor
3,8K 👁
A+A-
Reset
Hutbe: Gerçekten Bu Kur’an En Doğru Yola Götürür
“Gerçekten bu Kur’an, en doğru yola götürür ve salih amel işleyen mü’minler için büyük bir mükâfaat olduğunu müjdeler.” (İsrâ: 9)
Kur’an’ın en doğruya iletmesi mutlaktır. O, zaman ve mekân hududu tanımaksızın, her toplumu ve her nesli her zaman en doğruya ileten bir kitaptır. En doğru diye ifade edilen hidayet ise her türlü iyiyi ve doğruyu içine almaktadır. İnsanoğlunun sevkedilmesi gereken her yol, her hayır oradadır. Ve bunlar zaman ve mekânla kayıtlı değildir.
Kur’an, insanoğlunu, kapalı ve anlaşılmaz bir tarafı bulunmayan, sade ve açık olan, ruhları evham ve hurafelerin ağırlığından kurtaran bir akîde ile en doğruya iletir.
Kur’an, insanoğlunun zahiriyle batını arasında münasip bir bağ kurmak, duygularıyla hareketleri arasında irtibat sağlamak ve akîdesiyle ameli arasındaki uyumu temin etmek suretiyle onu en doğru yola iletir.                                                                                
İslam davasının kitabı olan şu Kur’an-ı Kerim, aynı zamanda davanın hem ruhu hem hareket kaynağı, hem desteği, hem varlığıdır. İslam davasının muhafızı ve koruyucusu o, tercümanı ve açıklayıcısı o, düsturu ve nizamı odur. Her dava adamı ondan faydalandığı gibi bu büyük davada; çalışma vasıtalarını, hareket metodlarını ve kendisini hedefe götüren yoldaki bütün ihtiyaçlarını ondan temin eder.
Evet, gerçek budur amma, eğer biz, bu Kur’an-ı Mübin’le canlı bir ümmete hitap edildiğini; bu Kur’an’ı, ümmetin hayatına onunla ışık tutulduğunu; yeryüzünde gerçek manada insanca yaşayabilmesinin onunla temin edildiğini ve yine onunla hem beşer ruhunda, hem dünya sathında ilerlemeler, müsbet faaliyetler ve anlayışlarla dolu büyük bir savaşın tahakkuk ettiğini anlayamadığımız ve idrak edemediğimiz müddetçe, onunla yani Kur’an-ı Mübin ile bizler arasında korkunç bir uçurum var demektir.
İnsanlık âlemi denen şu varlıkla, Müslümanlar denen şu ümmetin Kur’an-ı Kerim ile hiç alakası yokmuş gibi onu sadece bir ibadet namesi zannederek telaffuz edip dinlemeye devam edersek elbette ki Kur’an’la kalplerimiz arasındaki kalın perde de varlığını muhafaza edecektir. Halbuki bu ayetler; gerçekten var olan hayat sahiplerine, yaşayan şahıslarla, hadiselerle ve canlı realitelerle ilgili olarak inmiştir. Evet, gerçek ve canlı bir vakıa olarak insanlara, hadiselerle ve realitelerle hitab etmektedir. Bu yönelişten genel olarak bütün insanlık hayatında ve bilhassa İslam ümmeti hayatında bir takım özellikler meydana getirmiştir.
Kur’an-ı Mübin ilk İslam toplumuna nasıl şanlı bir hayat kaynağı olmuşsa, bize de aynı tazelik içinde hayat bahşetmek kudretine günümüzde de sahiptir. O’nun bugün de, yarın da bizimle olduğunu göreceğiz. Şu geçici hayatımızın gerçek safhalarıyla ilgilenmeyen ve sadece dua ve ibadetlerde okunan bir kitap olmadığını anlayacağız. Tarihe karışan insanlarla birlikte hüküm ve kudreti sona ermiş bir tarih kitabı olmadığını da öğreneceğiz.
Bu Kur’an bir ümmet meydana getirip bir devlet kurmak, bir toplum yönetip ruh, ahlak ve akılları eğitmek için Hz. Peygamber (S)’in kalbine inmiştir. İslam ümmeti; hayat ve hareket tarzını, tüm insanlara ilişkin tavır ve bakışını Kur’an’ın direktif ve emirlerine göre belirlemek zorundadır. Kur’an’ı bu maksatla okumak zorundadır. Çünkü Kur’an soyut teoriler ve saf fikirler kitabı değildir.
Yirmi üç sene boyunca İslamî hareketi yönlendirmek için indi durdu. Hakk ile batıl arasında uzun süre devam eden çatışmaların ötesinde adım adım her merhalede yapma planlarını ve yıkma projelerini uygulayan bu Kitap’tır. Kur’an’ın gerekleri yerine getirilirse, dün Rasulullah (S)’in ve sahabesinin karşılaştığı olay ve zorluklarla bugün de karşılaşılacaktır, onlar adım adım izlenilecektir. O halde yapılacak tek şey Urvetu’l-Vüskâ olan Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak, onu okumak ve hayatın kendisi yapıp yürüyen Kur’an olmak, daha açık bir ifadeyle Kur’an’ın indiği hareket ortamına girmektir.
Kur’an-ı Kerîm’i, Kur’an’ın indiği hareket ortamına girmeden ve aynı ortamın gereği olan tavrı takınmadan anlayıp tatmaya imkan yoktur. Kur’an’ın anlam ve muhtevasını, hareket ortamının dışında; evinde oturarak yorumsal ve edebî incelemelere tabi tutan kimselerin, Kur’ânî hakikatten bir şey anlamalarına imkan yoktur. Savaş ve hareket alanından soğuk ve durağan bir oturuşla Kur’an’ın anlaşılması mümkün değildir. Bu Kur’an’ın hakikati, hiçbir zaman yerinde çakılıp kalmış kimselere görünemez. Kur’an’ın güzellikleri, fevkaladelikleri Allah’tan başkasına ubudiyet, itaat ve dindarlığın bulunduğu bir ortamda rahatlık ve selamet arayan kimselere de açılmaz.
09.11.2018
Hazırlayan: Emrullah AYAN

Yorum yazın

* Bu formu kullanarak girdiğiniz bilgilerinizin saklanmasını ve size ulaşım için kullanılabileceğini onaylıyorsunuz.

İLKAV


İlmi ve Kültürel Araştırmalar Vakfı

Editör'ün Seçimi

Son Yazılar

İLKAV Teknik Komisyon