Hutbe: Allah’ın Hükmünü Reddedenler Mü’min Olamazlar.
“(Münafıklar), ‘Allah’a ve Rasule inandık ve itaat ettik’ derler. Sonra da onların bir kısmı bunun ardından yüz çevirirler. Halbuki onlar iman etmiş değillerdir. Aralarında hüküm vermesi için Allah’a (Kur’an’a) Rasulüne çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir.” (Nur: 47,48)
Bu kimseler ağızlarıyla “Allah’a ve Rasulüne inanıp itaat ettik” derler. Ama sadece ağızlarıyla derler. Bu sözün gereklerini, hayatlarında görmek mümkün değildir. Dilleriyle söylediklerini amelleriyle yalanlayan bu kimseler gerisin geriye dönenlerdir. İddialarını davranışlarıyla ispatlamayan kimselerdir bunlar.
“Bunlar mü’min değildir.”
Çünkü mü’minler sözlerini fiilleriyle doğrulayan kimselerdir. İman, kişinin eğlenmesini sağlayan bir oyuncak değildir. Hem iman iddiasıyla ortaya atılmak, hem de imanı oyuncak haline getirmek bir arada bulunamaz. Çünkü iman, nefisteki bir keyfiyet ve kalbe yerleşen bir karakterdir. Sonra eğer bu hakikat gönülde yerleşmişse ondan dönüş yapmaya imkan yoktur. İman iddia edip de yalpalı ve kaypak davranışlar içinde bulunan kimselere gelince, onlar her zaman ve her yerdeki tipik münafık örnekleridir. Müslümanlıkları gösteriş sınırında kalan münafık örneklerdir. Bunlar, Allah’ın şeriatine başvurmak istemeyen ve ilahî kanunun hükmünden razı olmayan kimselerdir.
“Bunlar mü’min değildir.”
Hem iman, hem de Allah’ın hükmünü reddetme olayı bir arada bulunamaz. Allah’ın şeriat ve hükmüne çıkarına uygun gördü mü hemen başvuran kimseler, münafıklardan başkası değildir.
Gerçek bir imanın delili, Allah ve Rasulü’nün hükmüne razı olmaktır. İman hakikatinin gönülde yerleşip yerleşmediğini anlamanın alameti budur. Sonra Allah ve Rasulü’nün hükmünü, edepsiz, karanlık, İslamî terbiyeden uzak ve iman nuruyla gönlü aydınlanmamış kimseden başkası, mümkün değil reddetmez. Çünkü Allah’ın hükmü, zulüm töhmetinden uzak olan tek hükümdür. Yüce Allah, hiçbir kuluna asla zulüm etmeyen adil yaratandır. Yanında tüm yaratıkları eşittir.
Kanun ve hüküm koyan eğer bir ferd ise, kendi kişilik ve çıkarlarını korumak zorundadır. Bir sınıfın diğer bir sınıf için veya bir devletin diğer bir devlet için yahut bir devletler grubunun diğer gruplar için kanunlar koymasında da aynı durum vardır. Ama Allah, kanun koyunca bir himaye ve çıkardan, menfaatten söz edilemez. Çünkü O’nunki mutlak bir adalettir. Allah’ın şeriat ve hükmünden başka bir yolla uygulanıp gerçekleşmeyen bir adalettir bu. Bir mü’min, işitip itaat eder. Tereddüt etmeden, tartışmadan ve sapmadan… Bu dinleme ve itaatin kaynağı ise Allah ve Rasulü’nün hükmüne mutlak bir güvendir. Yegane hükmün, sadece Allah ve Rasulü’ünün hükmü olduğuna güvenmek ve ötesinin de hevaperestlik olduğuna inanmaktır. Çünkü dinleyip itaat etmek, bize hayatımızı bağışlayan ve bu hayatta dilediği gibi tasarruf eden Yüce Allah’a teslimiyetin bir ürünüdür. Ayrıca bu; Allah’ın insanlar için dilediğinin, insanların kendileri için dilediğinden çok daha iyi olacağına inanmanın bir gereğidir. Çünkü yaradan Allah, yaratıklarını en iyi bilendir.
Nifak, şiddet anlarındaki bocalayışın, münzevîliğin, ürkeklik ve korkaklığın; bolluk zamanındaki böbürlenme ve uzundilliliğin, uzaktan bir tehlike hissedildiği sıralardaysa cimriliğin, hiçbir çaba göstermeyişin, ürkeklik ve huzursuzluğun somut biçimidir. Mücadeleden geri durup oturan ve başkasını da oturmaya davet eden kimselerdir bunlar.
Bu tip insanların varlığı hiç eksilmez. Her ortam ve her kuşakta görülebilen örnek tiplerdir bunlar. Eğer bolluk ve güvenli bir ortam varsa, bunlar kahramandır, konuşkandır ve er kişilerdir. Yok eğer şiddet ve korku varsa bu defa aynı kimseler korkaktır, suskundur, münzevîdir, cimridir, iyilik ve iyilikseverlere karşı elleri sıkıdır. İnciten keskin bir dilden başkasıyla konuşmazlar iyiliksever insanlarla…
Nifak, iki görüş arasında bocalayıp durmanın biçimidir. Gerçekte insan, bir ufuktan fazlasına yönelemez ve bir tek hayat sisteminden başkasını izleyemez. Aksi takdirde nifak ve adımların birbirine karışması söz konusudur:
“Allah hiç kimseyi, içinde iki kalple yaratmamıştır.” (Ahzab: 4)
Mademki insanın bir tek kalbi vardır, öyleyse bir tek İlaha yönelmek, bir tek hayat sistemini izlemek ve bunun dışında kalan her tür alışkanlık, gelenek, tavır ve adetlerini terk etmek zorundadır. Kalp bir tek ise izlenecek hayat nizamı da bir tek olmalıdır. Hayat ve kainata bakış açısı, bir tek evrensel düşünceye dayanmalıdır. Değerlendirmelere esas, eşya ve olaylara dayanak olacak bir tek ölçüsü olmalıdır. Aksi takdirde parçalanır, çöker, münafık olur, kaypaklaşır ve dosdoğru istikametten uzaklaşır. Sonra bir insanın ahlak ve terbiyesini bir kaynaktan, şeriat ve kanunlarını bir kaynaktan, sosyal veya ekonomik düzenlerini başka bir kaynaktan, sanat ve düşüncesini de dördüncü bir kaynaktan alması mümkün değildir. Bu karmaşa, mümkün değil bir tek kalbe sahip insanın yapacağı iş değildir. Çünkü bu durumda ayaksız ve dayanaksız bir çöküntü yığını, bir parçalanmış yapı meydana gelmiştir.
“Allah, hiç kimseyi içinde iki kalple yaratmamıştır.”
Öyleyse bir tek hayat sistemi, bir tek yol, bir tek vahiy, bir tek bakış açısı ve bir tek Allah’a teslimiyet vardır. Bir tek kalp, iki İlaha ibadet edemez, iki efendiye hizmet edemez, iki sistemi izleyemez ve iki tarafa yönelemez. Aksi takdirde, bölünme, parçalanma, yıkıntı ve molozlara dönüşme söz konusudur.
25.03.2016
Hazırlayan: Emrullah AYAN