بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
ثُمَّ جَعَلْنَاكَ عَلَى شَرِيعَةٍ مِّنَ الْأَمْرِ فَاتَّبِعْهَا وَلَا تَتَّبِعْ أَهْوَاء الَّذِينَ
لَا يَعْلَمُونَ
Aziz ve muhterem din kardeşlerim! Bugünkü hutbemizin mevzuu “Şer’i Şerif” konusu üzerine olacaktır inşallah.
Aslında konumun başlığını “ŞERİAT” koyabilirdim de. Ancak ne var ki zamanın bahrinde “ŞER’İ ŞERİF” kavramı benim üzerimde bir anı bırakınca, içimden böyle başlık koymak daha ugun geldi. Şöyle ki; 1994 yılında Türk Silahlı Kuvvetlerinde Denizli’de görev yaparken bir cuma günü depodan bozma mescitte kürsüye çıkmış Allah (cc)’ın ahkâmı yani hükümleri, kanunları olan Şer’i Şerif’ten ve şehitlikten bahsediyordum. Cemaat çoğunlukla erbaş ve erlerdi. Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadarda subay ve astsubay mevcuttu. Şeriat’ın ne kadar iyi bir hayat tarzı olduğundan üstü kapalı bahsederken “Şeriat” yerine çoğunlukla “Şer’i Şerif” kelimesini kullandım. Allah (cc)’tan pekte anlayan çıkmadı.
Yalınız namazdan sonra dört-beş yıllık bir genç Astsubay olan Bursalı Türker Astsubay yanıma yaklaşarak cemaatten bazılarının hazır olduğu bir ortamda bana hitaben, “size iki soru sorabilir miyim? dedi bende tabiî ki dedim “Sizin bu Şer’i Şerif deyişinizden hiç bir şey anlamadım, Şer’i Şerif ne demek?” Bende o kalabalık ortamda günü kurtarmak bahanesiyle “Bak Türker dedim, Şer’i Şerif var ya, kendisi çok iyi biridir” Deyince, “Sohbetinizle ne alakası var? Pek anlayamadım” dedi. Bende “Onu tanımıyorsun tanısaydın böyle konuşmazdın” diye kendisine söyleyerek olayı geçiştirdim. “Ancak ne var ki Şer-i Şerif hakkında geniş bilgi almak istersen akşam görüşelim” dedim, “Tamam” diyerek kabul etti. Bu konuyu Türker Astsubaya anlattığım gibi inşallah genişçe sizlere sunmaya çalışacağım. Ardından “İkinci olarak bir soru daha sorabilir miyim?” dedi. Sanki Said-i Nursi gibi her soruya cevap verir kabilinden “Tabiî ki sorabilirsin” dedim. “Askeri birliklerinin yarın güneydoğuya gideceğini, orada operasyonlara yani çatışmalara katılacağını, vurulduğunda şehit olup olamayacağını? Israrla, Allah rızası için doğru söyleyeceğimi, kendisinin ona göre hareket edeceğini” söyledi. Bende bu konuyu Türker Astsubaya anlattığım gibi Allah (cc) nasip ederse yakın bir zaman dilimi içinde, Şehid, kavramını da tüm detaylarıyla birlikte sizlerle paylaşacağım İnşallah.
Muhterem din kardeşlerim gelelim Şer’i Şerif kavramına: “Şer’i Şerif” kavramı Türkçeleştirildiğinde kutsal, soylu, şerefli manalarını içine alır. “Şerefli Şeriat” İslam Şeriatı manasında olup kısaca “Şeriat” ta diyebiliriz. TC Devletinin Türk Dil Kurumunun çıkardığı 2011 basımlı Türkçe sözlüğün 638. sayfasındaşöyle yazar “Şeriat: Kur’an-daki ayetlere ve Hz. Muhammed’in sözlerine dayanan İslam kanunu” şeklinde, bizzat kendileri de doğrusunu bilerek veya bilmeyerekte olsa yazmışlardır. Esasında Şeriat; Arapça kökenli bir sözcük olup; İnsanı bir ırmağa, su içilecek bir kaynağa ulaştıran yol anlamında, genişçe bir içerik taşır. Bu anlam; Tefekkür edebilen, aklını kullanabilen insanlar için ne kadarda ibret verici bir manadır. Ayrıca biz Şeriat’a; Dinin dünya ile ilgili hükümlerinin, emir ve yasaklarının toplandığı anayasa, İslami idare şekli, Kur’an-ı Kerimin ayetlerini, Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav)’in söz ve fiillerini yani sünnet ve hadislerini içeren kanunlar topluluğu da diyebiliriz. Daha doğrusu; Allah (cc)'ın insanların hayatlarını düzene ve nizama sokmaları için gönderdiği kanunların, dini hükümlerin tamamıdır. Kelimenin terim olarak anlamını Allah (cc)’u Teala Mekke'de inen Casiye suresi 18. ayet-i Celilede “Sonra seni bu işte apaçık bir (hayat sisteminin sahibi) bir Şeriat sahibi kıldık. Sen ona uy. Hakkı bilmeyenlerin heva ve heveslerine (arzularına) uyma” buyurmaktadır. Ancak Şeriat sözcüğü diğerlerine göre daha çok şöhret kazanmış olup, bütün emir ve yasakları ve diğer hükümleriyle “İslâm dini” karşılığında kullanıldığı gibi “Şeriat hukuku” da İslam Hukuku anlamında kullanılmaktadır. Bu açılardan bakıldığında, “İslam şeriatı” denildiği zaman daima, Allah (cc)’ın Hz. Muhammed (sav) aracılığı ile insanlara gönderdiği İslam dininin hükümleri anlaşılması gerekir.
Teşri ise; Şeriat koymak yani kanun çıkarmak demektir. Bu nedenle Şeriat kelimesi diğer kanunlar için de kullanılabilir. Mesela; Musa (a.s)’nın Şeriatı, Zerdüşt Şeriatı, Yahudi Şeriatı, İslam şeriatı gibi. Şeriat sözcüğünün çoğulu “Şerâyi”dir. Şeriat hükümlerini koyana da “Şâri”denilir. İslam dininine göre tek “şâri” yani şeriat koyucu, (kural, hukuk, kanun koyucu) Allah (cc)’tır celle celalühü. Allah (cc)’u Teala’ya bundan dolayı “Şari-i Hakim” veya “Şari-i Mübin” denildiği de olur.
Şunu da bilmekte fayda vardır; İslam dininde peygamberler de Allah (cc)’ın hükümlerini, yani şeriatını ortaya koydukları ve insanlara haber verdikleri nedeniyle “Şari” olarak anılırlar. Bu deyim Peygamberimiz (sav) için de kullanılır. Çünkü o da bir peygamber olarak (sav), Kur’an-ın hükümlerini insanlar için “Açıklayıcılık vazifesi” ile bazı esaslar getirmiştir. Bu yüzden Hz. Muhammed (sav)’de “Şari” dir. Ancak Peygamberimizin (sav) koyduğu hükümler vahyin kontrolü altındadır. Kur’an-ı Kerim’in Necm suresi 3. ve 4. ayetlerinde Allah (cc) Teala şöyle beyan buyurur: “O, kendi arzu ve hevasından konuşmaz. Onun her konuştuğu, Allah tarafından vahyedilen bir vahiyden başka bir şey değildir”
Peygamberimiz (sav)’den önce de birçok peygamber gelmiştir, Bu peygamberlerin bazıları da Allah (cc) tarafından yeni bir şeriat, yani kanun ile gönderilmiştir. Bu noktada şöyle de diyebiliriz; Peygamberimiz (sav)’in getirdiği şeriat kanunları da önceki şeriat kanunlarının bir devamı ve tamamlayıcısı niteliğindedir. Bu, Kur’an-ı Kerimin Şura suresi 13. ayetinde şu şekilde geçer “Allah, dinden Nuh'a tavsiye ettiği, sana vahyettiğimiz, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimiz Allah'ın dinini hayata egemen kılın, (kanun olarak kılın) ve bu konuda görüş ayrılığına düşmeyin direktifini sizin için bir hayat düsturu olarak (teşri' etti, bir şeriat, bir kanun kıldı). Fakat kendilerini çağırdığın bu düstur (yani bu Şeriat Kanunları) Allah'a ortak koşanlara ağır geldi. Allah dilediğini kendisine seçer ve Kendisine yöneleni, yoluna baş koyanı da doğru ve hak yolda başarıya ulaştırır”
Demek oluyor ki İnsan hayatını ilgilendiren hem ibadet ve hemde muamelat Şer’i Şerif devletinde daha rahat ve daha kolay yollarla gerçekleşir ki buda insanların sevap kazanma bilincini artırır. İşte tağuti sistemler kuşatması altında hayatını idame ettiren her Müslüman Şeriat hakkında, hala daha tamamlanmadı yahut ta hele daha zamanı gelmedi gibi, Allah (cc)’ın ayetlerine aykırı bahaneler üreterek, hem kendi hayatına hakim kılmaması ve hem de yeryüzü insanlığı için “Şeriatın” tebliğ vazifesini üstlenmemesi onu Allah (cc) katında sorumlu kılar ve hesabını zorlaştırır. Bu nedenle her Müslüman Şer’i Şerif’in dünya hayatına hakim kılınması bilinciyle tatbikat alanına taşıyabilme gayretini, hayatı pahasına da olsa göstermelidir.
Yaratılanı en iyi yaratan bildiğinden, onların hastalıklarına şifa olacak ilacıda en iyi Allah (cc) bilir. Dolayısıyla bizim dertlerimizin yegâne çaresi İslam’dadır. Balığın suda rahat ettiği gibi Müslümanlarda Şer’i Şerif devletinde rahat edeceklerini bilmelidirler. Vahyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddia olunan bütün demokratik, laik, cumhuriyet, monarşik veya olgarşik sistemler, Allah (cc)’ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek üzere hükümler icad ederler. Dolayısıyla bütün demokratik veya ideolojik sistemler, Allah (cc)’ın emir ve yasaklarıyla çatışan bütün gelenekler, esas alınan bütün rejimler, açıkçası İslam’ın dışındaki bütün sistemler mutlaka tağuti, zalim, diktatörlük özellikler taşırlar. İslam kanunlarını bir kenara koyarak kul kanunlarını esas alan devletler alçalır ve bugün örneklerini sıkça gördüğümüz gibi kendi başında türeyen binlerce bela ile baş edemez hale gelirler. Görülen odur ki insanların koyduğu kanunlar bir çare olamamaktadır. Çare olmamakla birlikte kullara bırakılan kanunların tatbikinde işin içine menfaat ve keyfiyet girebilmekte, adalet ayaklar altına alınabilmektedir.
Hal böyleyken Anadolu’nun dil ve kültüründe ŞERİAT adeta kafa koparan, el ayak kesen, bir kan emici vampir, kendisinden korkulacak bir öcü şeklinde, tağuti sistem tarafından bilinçli olarak, kasıtlı propaganda ve telkinlerle, aymaz ve anlamaz insanların beyninde yer ettirilmiştir. Açık açık söylemek gerekirse; İçki üretenler ve içki satanlar, meyhaneciler, kumarhaneler ve kumarbazlar, zengin ve gününü gün eden işadamları, Kadın bedeninden beslenen kadın tüccarları, faiz ile köşeyi dönenler, dolandırıcılar, rüşvetçiler, hırsızlar, yalancılar, süslü kokanalar, makam ve mevki düşkünleri, müşrikler, kâfirler, masonlar, dilini ve ırkını dininden üstün tutan dil ve spor olimpiyat hastası münafıklar elbette İslam Şeriatını istemezler. Öyle değil mi? E.S
04.01.2013
ŞAHİN ÖZDAŞ