بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
وَاعْتَصِمُواْبِحَبْلِ اللّهِ جَمِيعًا وَلاَ تَفَرَّقُواْ وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِعَلَيْكُمْ إِذْ كُنتُمْ أَعْدَاء فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمبِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا وَكُنتُمْ عَلَىَ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ النَّارِفَأَنقَذَكُم مِّنْهَا كَذَلِكَ يُبَيِّنُ اللّهُ لَكُمْ آيَاتِهِ لَعَلَّكُمْتَهْتَدُونَ
“Toptan Allah'ın ipine sarılın, ayrılmayın. Allah'ın size olan nimetini anın: Düşmandınız, kalblerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenarında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar.” (AL-İ İMRAN-103)
Aziz ve muhterem din kardeşlerim! Bugün Müslümanların kullandığı Hicri takvime göre 1434 yılının Cemaziyelevvel ayının 3. günü Cum’a. Bizim kullandığımız miladi takvime göre ise 15 mart 2013 yılı Cuma günü. Yani Suriye savaşının üçüncü yılının başladığı gün. Bu nedenle Bugünkü hutbemiz “SURİYENİN DURUMU VE MÜSLÜMANLARIN VAHDETİ” üzerine olacaktır.
Arap Baharı ismiyle başlatılan ayaklanmalarla birlikte devrilen birtakım ülke diktatörlerinin, tağutlarının ve bunların heva ve heveslerinden kaynaklanan rejimlerinin yıkılmasından cesaret alan mazlum Suriye halkı muhalif guruplar oluşturarak, 15 Mart2011 tarihinde silahlanıp “Zalim Baas Partisi” rejiminin saltanatını yıkmak, ayaklar altına alıp çiğnemek amacıyla bu rejimin karşısına dikilmiştir. Bugün ise savaşın ikinci yılı dolmasına rağmen bu kanlı çatışmalar tüm hızıyla ülke çapında hala daha devam etmektedir (Az önce kardeşlerimiz bu konuya uzun uzadıya değindiler zaten. Müsaade ederseniz bende konunun önemine binaen sizlerle bu konuyu bir kez daha paylaşmak istiyorum)
Daha dün görüştüğüm ve orada bizzat iki yıldır çatışmaların içinde bulunan bir kardeşimiz bana şunları anlatmıştır. “Suriye yönetimi ayaklanmayı bastırmak için tanklar, keskin nişancılar ve misket bombaları kullandığı gibi, Yaklaşık bir yıl önceden bu yana da kimyasal bomba kullanmaktadır. 70.000 Kişiden fazla mazlum halk zalim Esed güçleri tarafından katledilmiştir. Humus, Halep, Rastan ve daha birçok şehirde sağlam yapı kalmamıştır. Suriyenin mazlum halkından tutuklu bulunan 600 kişi ise işkence ile öldürülmüştür. Hatta Mekke döneminde yapılan işkencelerin daha fazlası bu gün yapılmaktadır. Toprağa gömülüp ölmeden üzeri kapatılan, kafası taşla ezilen, ölmeden cinsel organları kulakları ve başka uzuvları kesilen kardeşlerimiz sayamayacağımız kadar çoktur. Suriye Şebbihasında görev alan Münafıklar 20.000 Suriye lirası karşılığı muhbirlik yaparak onlarca kardeşimizin şehid olmasına sebep olmaktadırlar. Bu ajanların sayısı da gittikçe çoğalmaktadır. Bunun sebebi aç kaldıklarından değil münafık olduklarındandır. Sivil mazlum halka ateş açmayı reddeden askerler ise Suriye Ordusunun askerleri tarafından infaz edilmektedir. Mesela Halep yakılarındaki bir cezaevinde 4.000 mazlum sadece gösteri yaptıkları için tutuklu bulunmaktadır” Arkadaşım bana bu olayları daha da detaylandırarak anlatmıştır.
Çatışmaların yoğun olduğu bölgelerde su ve elektrik kesilmiş, Suriye’nin güvenlik güçleri un gibi temel gıdalara dahi el koymuştur. Yiyecek ve yakacak bulamayan 700,000 den fazla Suriyeli kardeşlerimiz Muhacir olarak Türkiye, Ürdün, Lübnan ve Irak gibi komşu ülkelere sığınmıştır. Rasulullah (sav)’in “Komşusu açken kendisi tok yatan bizden değildir” hadisi şerifine iman etmiş vakfımız gönüllüsü kardeşlerimiz, gerek Suriye’de kalan kardeşlerimize ve gerekse de Ankara’da bulunan Suriyeli kardeşlerimize kucak açmış ve bu kardeşlerimize Ensar olma görevini üstlenerek her türlü maddi ve manevi yardımlarını esirgememişlerdir elhamdülillah.
Aziz ve muhterem din kardeşlerim; Suriye’de, müstakil olarak İslami kaidelere uygun, bazı tevhidi cephe grupları da (Suriye’de sadece ırak ensarussunne vardır kaide olarak) yer almaktadır. Bu tevhidi grupların, rejim sonrası şeriat devleti kurma ihtimali bazı muhalif gurupları rahatsız ettiği gibi aynı zamanda birçok emperyalist devletleri de rahatsız etmektedir. ABD, İsrail, Rusya ve Avrupa eksenli batıl güçler bu gurupların muhaliflere destek olmasından büyük rahatsızlık duymaktadırlar. Menfaatleri gereği dünyada ve özelliklede bu bölgede bir İslam devleti kurulmaması için, tüm var güçleriyle çalışmaktadırlar. Bölgede kurulacak İslam devleti hem o bölgedeki kâfirlerin hem de dünyanın diğer kâfirlerinin, sömürü ve baskılarının sonunun geleceğini, güçlü bir İslam devletine bağlı olduğunu çok iyi bilmektedirler. Onun içindir ki büyük şeytan Amerika, orta doğunun kan içen canisi Siyonist İsrail ve onun dalkavukluğunu yapan batıl devletler, şeytani sistemlerini koruma adına İslam Ümmeti’nin vahdetini, beraberliğini bozarak Müslüman kardeşler arasına fitne ve nifak tohumlarını ekerek Müslümanları birbirlerine düşürmüşlerdir.
Hutbeme başlarken okuduğum Al-i İmran suresi 103. ayet-i celilede Allah‘u Teala (cc) biz kullarını şöyle uyarıyor: “Hepiniz, Allah’ın ipine, Kur’ân’a, İslâm’a sımsıkı sarılarak, birbirinize düşmeyin, bölük pörçük olmayın, parçalanmayın. Allah’ın size ihsan ettiği nimetleri, size tevdî ettiği ilâhî değerleri, şeriatı koruyun, kollayın, zâyi etmeyin. Hani siz, birbirinize düşman idiniz de, O gönüllerinizi, akıllarınızı birleştirip, sizi birbirinize kaynaştırmıştı. O’nun nimeti İslâm dini sayesinde kardeş olmuştunuz” Bu ayetten de anlaşılıyor ki Kur’an bizleri birlik ve beraberliğe çağırıyor. Bu çağrıya uymayanları da parçalanmış ve nankör olarak değerlendiriyor. Demek ki birlik ve beraberliğe acilen ihtiyaç var, bunu yapmaktan başka çaremizde yoktur zaten.
Bakınız Efendimiz (sav) kardeşlikle ilgili bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor “la yu’minu ahadikum…” hiç biriniz kendiniz için arzu ettiğinizi kardeşiniz için arzu etmedikçe kemaliyle iman etmiş olamaz. Bu ve buna benzer birçok hadis-i şerifle İslam kardeşliğinin ne kadar önemli olduğu bizlere sürekli vurgulanmıştır. Peygamber efendimiz (sav) dönemindeki Medineliler ile Mekkelilerin muhteşem İslam kardeşliği dayanışmasını ve bir yetim çocuğa üzerindeki tek elbiseyi veren Hz. Ebubekir Sıddık’ı (ra) hepimiz çok yakından biliriz.
Günümüzde Müslümanları içten kemiren işte bu emperyalist kafir devletlerin içimize soktuğu tefrika hastalığıdırMüslümanlar aralarında bir siyasi vahdet oluşturmuş olsalardı, teferruattaki farklılıkları gündeme getirip birbirlerine saldırmamış olsalardı, bugünkü gibi bölük pörçük olmayacaklardıMüslümanlar birbirlerine kardeş gözüyle bakıp ihtilaflı konuları bir kenara bıraksalardı, birbirlerini kâfir, münafık, müşrik ve sapık ilan edecekleri yerde güçlerini birleştirmiş olsalardı bugün İslam düşmanları Müslümanları zülüm, işkence ve sömürüye maruz bırakamayacak, mukaddesatımıza dil uzatamayacak, yeraltı ve yerüstü kaynaklarımızı sömüremeyecek, İslam toprakları bu İslam düşmanları emperyalistlerin kalesi haline gelmeyecektiDemek ki Müslümanların yapması gereken en önemli vahdet işte bu siyasi vahdettirİmanın temellerinde bir olan; Aynı kitaba inanan, aynı kıbleye yönelen, aynı Peygamberin (sav) ümmeti olan, tevhidi düşünceyi hakim kılmak isteyen Müslümanlar tez elden asıllar etrafında bir araya gelmeli, Birleşmiş kâfir teşkilatları ve NATO kafirlerinin sömürülerine dur demek için bu teşkilatlara karşı fiili reddiyeler oluşturmalıdırlar. Yoksa Emperyalist kâfirler hiçbir zaman kan akıtmaktan beri kalmayacaklardır. Müslümanlar, Tevhidi oluşturup güç sahibi olmadan ve de kıyama kalkmadıkları müddetçe bunların kırbaçları altında daha çok canları yanacaktır. Dualarımız bütün Müslümanlara, lanetimiz ise emperyalist kafirleredir. Allah (cc) bizleri Kur’an-a sarılan ve hükümlerini yerinde anlayanlardan eylesin amin. Velhamdülillahi rabbil alemin.
Şahin ÖZDAŞ