6,2K
Çorum Emniyet Müdürlüğü'nün, TC'nin altına imza attığı uluslar arası insan hakları sözleşmelerini, AB kriterlerini ve hatta TC'nin ceza yasasını bile ciddiye almayan işgüzarca bir tutumla yaptığı ihbar üzerine Çorum Cumhuriyet Savcılığınca açılan soruşturmada yaklaşık 15-20 civarında dinleyicinin ifadesine başvurulmuş, onlarca kişi üzerinde soruşturma baskı ve tedirginliğine yol açılmıştı. Savcılık aldığı bu ifadeleri ve Emniyet Müdürlüğü'nün ihbarını yeterli görerek Mehmet Pamak'ın ifadesine bile başvurmadan dava açmak eğilimine girerek Adalet Bakanlığı'ndan dava için izin talep etmişti. Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ise, yapılan konuşmanın TCK'nun 301/3. maddesinde ifade edilen düşünce özgürlüğü kapsamında değerlendirilebileceğini ve bu sebeple soruşturma izni verilmediğini bildirmiş ve bunun üzerine savcılık da "kovuşturmaya yer olmadığı" kararı vermiştir.
Söz konusu programdan sonra hazırlanan haberdeki bilgilere göre, bu konuşmasında Mehmet Pamak, "Filistin Mücadelesinin Dünya Müslümanları açısından Önemi ve Sorumluluklarımız" başlıklı sunumuna İslam ümmetinin vahiyden koparak, cahiliye karanlığına sürüklendiğinin altını çizerek başlamış, bu süreçte kaybedilen Filistin mücadelesinin sadece bir toprak meselesi olmadığını; tüm Müslümanların ortak mukaddeslerini koruma amaçlı ortak direniş sembolü olduğunu, ayrıca; emperyalist kuşatmalara, işbirlikçi her türlü dayatmalara karşı ümmet olma sorumluluğunu hissettiren bilinç ve direnişi öğrettiğini belirtti. Konuşmasında sık sık Kuran'a vurgular yapan Pamak; önce Mescid-i Aksa'nın önemini vurgulamaya çalıştı ve dünya Müslümanlarının yeterli ve nitelikli tepkiler gösteremediklerinden yakındı.
Müslümanların bu konuda belli ölçüde duyarlılıklarının olduğunu ancak; tevhidi bilinç konusunda sorunların yaşandığını belirterek, Gazze'ye destek eylemleri sürecinde "Mehmetçik Gazze'ye", "Ordu Gazze'ye" sloganı atılmasını hatırlattı, ordu ve yaptığı icraatlara değinerek, tevhidi bilinçten yoksun olmanın yol açtığı çelişkileri şu tespitlerle gözler önüne sermeye çalıştı. "Yaptığı darbelerle, yayınladığı muhtıralarla ve sık sık yaptığı siyasi içerikli kendi yasalarına da aykırı açıklamalarla İslam şeriatı, ümmet bilinci ve tesettüre karşı "irtica" yaftasıyla açık bir savaş sürdüren bir orduyu Gazze'ye göndererek ne yapması sağlanacaktır? Gazze'deki işgal ve zulmü gerçekleştiren terörist siyonist orduyla, 28 Şubat süreci gibi darbe süreçlerinde stratejik ortak olarak tam bir dayanışmayla onlarca askeri, istihbari anlaşma yaparak tamamen iç içe geçen, Türkiye hava sahasını ve limanlarını terörist siyonist orduya tahsis eden, onunla sık sık ortak askeri tatbikatlar yapan bir orduyu Gazze'ye göndererek İsrail'e destek verip Gazze halkını daha etkili biçimde denetim altına alması mı sağlanacak? Türkiye halkının İslami kimliğiyle ve başörtüsüyle yıllardır mücadele eden bu ordu biraz da Gazeli Müslümanlarla mücadele etsin ve Gazze'li başörtülü kadınları Gazze'ye sokmasın mı isteniyor? Böyle bir talebin başka ne anlamı olabilir? Gazze'ye yardım ederken bile ulusalcı kirliliklerden arınamayanların, tevhidi bilinçsizliğin Müslümanım diyen kesimlerde bile oldukça yaygın olduğu bir ülkede yaşıyoruz."
"Bütün bu çelişkilerin sebebi, Filistin'deki askeri işgal ile Türkiye'deki seküler ideolojik işgalin arasındaki kopmaz bağın farkına varmayı sağlayacak tevhidi bilinçten yoksunluktur" diyen Pamak, gerçek anlamda esaretin, yılgınlığın ve işgalin önce zihinlerde başladığını ve Türkiye'deki resmi ideolojik işgalin ve İslam şeriatıyla savaşın farkına varmayanların Filistin'e de ciddi bir faydalarının olamayacağını ifade etti. Mescid-i Aksa'nın fiziksel olarak askeri bir işgal altında olduğuna değinen Pamak; camilere asılan Kemalizm dininin ulusalcı mahyalarını ve hutbe vaazlarda söyleneceklerin dahi laik Kemalist devletçe belirlenişini hatırlatarak şu can alıcı soruyu sordu: "Allah'ın isminden başka isimlerin yüceltilemediği, vahyin ketmedilmeden açıkça anlatılabildiği ama askeri işgal altında bulunan Mescid-i Aksa'daki Müslümanlar mı daha özgür, yoksa resmi ideolojik işgal ve kuşatma altındaki camilerin içinde bile özgür olunmasına fırsat verilmeyen Süleymaniye ve Sultanahmet benzeri camilerde namaz kılanlar mı?".
İşte bu mealde bir konuşma sebebiyle aylar süren ifade almalar, oluşturulan tedirginlikler, birçok insanı rahatsız eden soruşturmalar sonucunda nihayet Bakanlığın izin vermemesi sebebiyle kovuşturmaya gerek olmadığı kararı veriliyor. Halbuki sadece bir Başbakanlık genelgesiyle uyarı yapılmak ve bu tür işgüzarlıkların hesabı sorulmak suretiyle, Bakanlığın gördüğü gerçeği Emniyet Müdürlüğü'nün de görmesi sağlanarak bütün bu insan hakkı ihlallerinin, lüzumsuz yazışmaların önüne geçilebilir. Başbakanlıktan yayınlanacak bir genelgeyle valiliklere uyarı yapılarak, yasa maddelerinin yorumlanmasında inisiyatifin hep özgürlüklerden yana kullanılması, uluslararası sözleşme hükümlerinin, AB kriterlerinin ve AİHM kararlarının dikkate alınması ve böylece işgüzarlık yapılarak her konuşma hakkında hemen ihbarda bulunulmasının, yüzlerce sayfalık yazışmaların yapılmasının, pek çok vatandaşın rahatsız edilmesinin önüne geçilmesi sağlanabilecekken, hükümetin bu basit duyarlılığı 8 yıldır göstermemesi sebebiyle, bir yandan bu tür baskı ve zulümler, diğer yandan da uzun yazışmalar, vakit ve nakit tahsisi sebebiyle fakir halkın parasının israf edilmesi sürüp gitmekte ve haklı eleştirilerin konusu olmaya da devam etmektedir.