İLKAV’ın 2025 Alternatif Eğitim Konferansının bu haftaki konuğu Uzman Aile Terapisti Hacer Alsancak Pamak idi.
Hanımlara yönelik konferansta sunumun başlığı “Kişisel Sınırlarda Ailenin Rolü” olarak belirlendi. Hacer kardeşimiz sunumunda genel olarak Kur’an âyetleri ışığında ailede çocuğun şahsiyetinin gelişimi, mahremiyet alanları bireyler arası ilişkilerin nasıl olması gerektiği, karşılaşılan sorunların çözüm yolları gibi hususlara İslâmî ve ahlâkî ölçülerde katılımcıların da soru cevaplarıyla güncel hususlara değindi.
Hayat, hepimize birbirinden farklı deneyimlerin kapısını aralar. Bu deneyimlerin çoğu, yollarımızın öteki ile kesiştiği anlarda, kurduğumuz ilişkilerin etrafında biçimlenir. Bazen, kendimizi yorgun, tükenmiş ya da boğulmuş hissederiz. Sebebi çoğu zaman belirsiz olan bu sıkışmışlık hissinin altında kişisel sınırlarımızı koruyamamanın yattığını fark etmeyebiliriz.
Kişisel sınırlar, görünmez ama çok güçlü çizgilerdir. Kim olduğumuzu, sınırlarımızın nerede başladığını ve nerede bittiğini belirler. Sınır koymak sadece “hayır” demek değildir. İhtiyaçlarını tanıyabilmek, duygularına saygı duyabilmek ve bunu nazikçe ifade edebilmektir.
“Sınır, duvar değildir, farkındalık iye kurulmuş bir nezaket alanıdır.”
Sağlıklı sınırlar, hem bizi hem karşımızdakini korur. Ama bu beceri doğuştan gelmez. Kişisel sınırlar, tıpkı konuşmak, yürümek ya da sevmek gibi ailede öğrenilir.
Bir çocuk, sınır koymayı model alarak, davranışlarla öğrenir. Bir ebeveyn, diğerinin alanına saygı duyuyorsa, çocuk da bunu içselleştirir. Sınır bilincinin temelinde müzakere vardır. Müzakere, çocuğun fikrini almak, “karar sürecine dahil etmektir.” Ebeveynler, çocuklarına sadece “sen ne düşünüyorsun?” diye sorduğunda, aslında onun benliğinde bir alan açar.
“Hayır demenin yolu, en etkili biçimde ‘evet’ demekten geçer. Çocuğa karşı makul olana ‘evet’ dendiğinde, ‘hayır’ cevabına güven duyar.”
Ailede sınır, yasaklar dizisi değildir. Sevgiyle örülmüş bir denge, saygıyla çizilmiş bir yol haritasıdır.
Sınırların tanınmadığı, duyguların bastırıldığı evlerde, sınır koymayı öğrenemeyen birey, çoğu zaman başkalarının istekleriyle şekillenir. Kendi ihtiyaçlarını bastırır, zamanla içten içe öfkelenir, suçluluk duyar, tükenir. Bu yorgunluğun temelleri genellikle çocuklukta atılır. Oysa sınır koymak bencilce değil, aksine hem kendine hem de başkalarına karşı adil olmanın bir şeklidir.
Çünkü sınır, sevgiyle örülmüş ilişkilerin düşmanı değil, onun koruyucusudur.
Kur’an’da yer alan pek çok âyet, insana sınır bilincini öğretir.
Yüce Allah şöyle buyurur: “Ey iman edenler! Kendi evlerinizden başka evlere sahipleri sizleri bilmeden, müsaade almadan girip çıkmayınız…” (Nûr: 27)
“Eğer orada kimse bulamazsanız, size izin verilmedikçe oraya girmeyin. Size ‘geri dönün’ denirse, hemen dönün. Bu, sizin için daha nezih bir davranıştır.”
(Nûr: 28)
Bu âyetler, mahremiyetin ve sınırın sadece fizikî değil, ruhsal bir saygı alanı olduğunu gösterir. Yine Hucurât Suresi’nde, Peygamber’e hitap ederken bile ses tonuna dikkat edilmesi öğütlenir:
“Ey iman edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin…” (Hucurât: 2)
Bu, sadece bir konuşma biçimi değil; sınır, saygı ve ölçünün bir tezahürüdür. Aynı şekilde Ahzâb Suresi’nde misafirlikte dahi sınır gözetilmesi hatırlatılır:
“Ey iman edenler! Peygamber’in evlerine, size yemek daveti yapılmadıkça girmeyin… Yemek yedikten sonra da dağılmadan beklemeyin.” (Ahzâb: 53)
Ve nihayet, Allah Teâlâ bir uyarıda bulunur:
“Her kim Allah’ın koyduğu sınırları çiğnerse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara: 229)
Bu âyetler gösterir ki, sınır sadece insan ilişkilerinin değil, aynı zamanda manevi olgunluğun göstergeleridir.
Sonuç olarak, ilişkilerdeki sınır farkındalık, nezaket ve karşılıklı saygıyla kurulur. Ailede öğrenilen bu değerler bireyin tüm yaşamına yansır. Sağlıklı ve dengeli ilişkile kurmasını sağlar.



