Hutbe: Yeryüzünü ifsad ettikleri halde ıslah ettiklerini iddia edenler
“Kendilerine: ‘Yeryüzünde fesad çıkarmayın’ denildiğinde: ‘Biz sadece ıslah edicileriz’ derler.” (Bakara: 11)
Kardeşlerim, bugün Hicrî Rabiu’l-Âhir ayının 30’u 1444/Cuma
Allah’ın vahyinden uzaklaşmış ve yozlaşmış tüm sistemler fesaddır; fakat bozulmuş olduğu bir türlü kabullenilmez. O bozuk sistemi koruma adına fıtrî, ilâhî sisteme karşı çıkılır. Buradaki fesaddan kasıt, kâfirlerin küfrü ve o küfür sistemini korumaya dönük çabalarıdır. Buna paralel olarak münafıkların da kâfirlerle Müslümanlar arasında ikircikli bir tutum izleyerek arabuluculuk ettiklerini ve toplumu fesada vermelerine rağmen bilakis ıslah ettiklerini iddia etmeleri söz konusuydu.
Münafıkların hayatları karanlık ve karmaşıktır. Hayatları boyunca hile ve tuzak peşindedirler. Bu sebeple yeryüzünde fesad çıkarmak, karakterlerinin bir yansımasıdır.
Fesad, doğruluktan sapma anlamında olup, ıslahın zıddıdır. “Yeryüzünde fesad çıkarmak” ise, özet olarak, insanları hak din olan İslâm’dan ve Kur’an’dan uzaklaştırmaya çabalamak ve inanmayanlarla velâyet ilişkisi kurmak olarak ifade edilmiştir. Ancak âyette “yeryüzünde” denilerek kapsamlı bir ifadenin kullanılışı, bozgunculuklarının insanlar arasındaki olayları aşarak diğer varlıklara ve çevrelerine kadar uzandığına işaret etmek için olmalıdır.
İman gibi önemli bir konuda içi dışı birbirine uymayan bir kimsenin, hayatın diğer alanlarında da güvenilir biri olması mümkün değildir. Böyle birinin, çıkarı için yapmayacağı şey yoktur. Bu sebeple münafıklar, toplumları için kâfirlerden daha zararlıdırlar ve bundan dolayı da “Münafıklar, Cehennemin en alt katındadırlar” (Nisâ: 145) Şahsî çıkarları gözlerini öyle bürümüştür ki, her şeyin yaratıcısı, her şeye gücü yeten ve bilgisi her şeyi kuşatmış olan Yüce Allah’ı aldatacaklarını sanırlar. Oysa kurdukları tuzaklara düşecek olanlar da kendileridir.
Hayattaki faaliyetlerini iman edenleri aldatmak üzere programlamışlardır. Ne var ki hareket ve davranışları dikkatlice takip edildiğinde, içleri ile dışlarının bir olmadığının rahatlıkla farkına varılabilir.
İnanç bakımından ne müşrikler gibi Peygamber’i ve onun getirdiklerini kesin olarak inkâr ederler ne de iman edenler gibi kesin olarak iman ederler. Peygamber ve getirdikleri konusunda şüpheleri var; bir o tarafa bir bu tarafa gidip gelirler.
Ayrıca bunlar sadece yalancılık ve aldatma ile yetinmiyorlar, bu kötü sıfatlarına küstahlığı ve kör inadı da ekliyorlar. Bunun sonucu olarak kendilerine "Yeryüzünde bozgunculuk çıkarmayın" denilince bozguncu olmadıklarını söylemekle yetinmiyorlar, "Biz yapıcı, düzeltici, ıslah edici kimseleriz" demekle daha da ileri giderek işi şımarıklığa ve yaptıklarını haklı göstermeye dökmektedirler. En iğrenç bozgunculuğu yaptıkları halde kendilerinin yapıcı ve düzeltici olduklarını ileri sürenlerin sayısı her devirde çoktur.
Bunlar böyle derler, çünkü ellerindeki değer ölçüleri, kriterleri bozuktur. Çünkü insanın vicdanındaki ihlâs ve sırf Allah'ı amaç bilme ölçüsü bozulunca diğer ölçülerinin ve değer yargılarının da bozulması kaçınılmaz olur. Başka bir deyimle yüce Allah'a ihlâsla bağlı olmayanların, kalplerinde böylesine kesin inanç barındırmayanların bozguncu davranışlarının farkına varmaları imkânsızdır. Sebebine gelince; böylelerinin vicdanlarındaki iyilik-kötülük, yapıcılık ve bozgunculuk ölçüleri kişisel arzu ve ihtiraslarına göre sık sık değişir, hiçbir zaman ilâhî bir kâidenin üzerine oturamaz.
İşte bundan dolayı şu gerçekçi tanım ve kesin akibet bildirimi ile karşı karşıya geliyorlar: "İyi bilesiniz ki, onlar bozguncuların ta kendileridirler, fakat bunun farkında değildirler" Onların diğer bir özellikleri de halk kitleleri karşısında büyüklük taslamaları, kendilerini üstün görmeye kalkışmalarıdır. Onlar bu yolla halkın gözünde sahte bir mevki kazanmayı amaçlarlar.
Her insan kendi aklını beğenir ve tuttuğu yolun doğru olduğunu iddia eder. Sıra iddianın deliline gelince mü’minle kâfirin farkı ortaya çıkar. Mü’minin delili, aklının yanında, hatta önünde bulunan ve doğru bilginin kaynağı olan vahiydir. Hz. Peygamber’e inanmayanlar ise yalnızca beşerî bilgi kaynaklarıyla yetinmek durumundadırlar. Beşerî bilgi kaynakları birçok konuda, tek başına doğruyu bulmaya, bilmeye yeterli olmadığından bununla yetinenler hataya düşerler, yanlış yollara saparlar; ancak gerçeği bilmedikleri için kendi bildikleri ve yaptıklarının doğru olduğunu savunmakta ısrar ederler.
Hak dine inanmayanlar, akıl üstü konularda yanıldıklarını ancak çıkmaza saplandıkları, sistemleri tıkandığı, bunalımlar baş gösterdiği zaman kısmen anlarlar, çoğu defa yine anlamaz, yanlış yorumlara girişirler, gerçeğin bilgisi âhirete kalır ki bunun da artık dünyada onlara faydası olmaz.
25.11.2022
Hazırlayan: Emrullah AYAN