“(Münafıklar), ne (kafirlerden), ne de (mü’minlerden) olmadan ikisi arasında bocalayıp dururlar. Allah (sapmak isteyeni) saptırırsa sen kesinlikle onu doğruya götürecek bir yol bulamazsın.” (Nisa: 143)
Tamamıyla Allah’a bağlanmamış bir kişi, başka tür değerlerin, konum ve zaruretlerin, çıkarcılığın, ihtiras ve cimriliğin baskısından hiçbir zaman kurtulamamıştır. Menfaat, bencillik, açgözlülük ve tamahkarlık çemberini asla kıramamıştır. Dünyevî güçlere, olay ve kişilere, sosyal yönetim ve değerlere, beşerî iktidar ve iktidar adamlarına karşı iman dolu bir yüreğin hissettiği üstünlük, özgürlük ve onuru hiçbir zaman tanımamış tadına varmamıştır.
Nifak tohumları, hiç kuşkusuz Allah’a samimiyetle bağlanmamış böylesine yüreklerde yeşermektedir. Gerçekte nifak, batıla karşı hakta direnememe zayıflığından başka bir şey değildir. Bu zaaf ise korku ve aç gözlülüğün, Allah’tan başkasına bağlanmanın ürünüdür. Yeryüzündeki hayat şartlarıyla kayıtlanmışlığın ve insanların ilahî sistem dışındaki yönetimlerde yaşamalarının ürünüdür. Kur’anî buyrukların doğrultusunu izlediğimizde en belirgin nifak alametinin “mü’minleri bırakıp kafirleri veli edinmek” olduğunu göreceğiz:
“ Münafıklara, kendileri için elem dolu bir azap olduğunu müjdele. Onlar, mü’minleri bırakıp kafirleri veli edinen kimselerdir. Onların yanında izzet ve şeref mi arıyorlar? Halbuki bütün izzet ve şeref Allah’a aittir. Oysa Allah size Kitap’ta (Kur’an’da) ‘Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze geçmedikleri müddetçe, onlarla oturmayın, aksi halde siz de onlar gibi olursunuz’ diye hüküm indirmiştir. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kafirlerin hepsini cehennemde toplayacaktır.” (Nisa: 138-140)
Bu ayet-i kerimeyle yüce Allah, gerçek güce ilişkin yanlış yaklaşımları ortaya koymaktadır. Şu halde iki yoldan başkası yoktur. Ya Yüce Allah’a ubudiyet ya da kullara ubudiyet… Allah’a ubudiyet, tümüyle yücelik, onur ve özgürlüktür. Kullara ubudiyet ise alçalıştan, esaret ve şerefsizlikten başka bir şey değildir. Artık herkes, buna göre dilediğini seçsin.
Bir mü’min, mü’min olduğu halde Allah’tan başkasıyla onurlanamaz. Allah’a inanmış olduğu sürece şeref, yardım ve kudreti Allah düşmanlarının yanında arayamaz. Müslümanlık iddia edip Müslüman isimler taşıdıkları halde Allah’ın yeryüzündeki en amansız düşmanlarından yardım isteyen kimseler, Kur’an-ı Kerim’i düşünüp anlamaya ne kadar muhtaçtırlar. Eğer gerçekten Müslüman olma istekleri varsa bunu düşünmek ve Allah’ın alemlerden müstağni olduğunu bilmek zorundadırlar. Çünkü nifakın ilk basamağı, mü’minim diyen bir kimsenin, Allah’ın ayetlerinin inkar edilip alaya alındığı bir ortamda oturup “hoşgörü, akıllılık, engin yüreklilik, geniş ufukluluk veya düşünce özgürlüğü” adına yapılanlara göz yumup sükut etmesidir. Ve bu, hezimetten başka bir şey değildir. Zayıflık ve çökmüşlüğünü itiraf etmekten utanıp kendi kendisini aldatan bir insanın tüm organlarına -yolun başındayken- bulaşan ruhî bir yenilgiden başka bir şey değildir. Çünkü Allah için, Allah’ın dini ve ayetleri için hamiyet göstermek, imanın bir alametidir. Eğer bu hamiyet zayıflamışsa, tüm setler yıkılmış demektir. Karşı tarafın baskısı sonucu tüm engeller çökmüş ve yere yığılan molozların altında kalınmış demektir.
Dinî hamiyet, işin başında bilerek zaptedilir; ama daha sonra sırasıyla ölgünleşir, söner ve ölür. Bir mecliste diniyle alay edildiğini gören bir kimse, ya dinini savunur, ya o meclisi ve oradaki insanları bırakıp gider, ya da susup göz yumar ki bu, hezimetin ilk basamağıdır. Çünkü bu, nifak köprüsü üzerinde küfürle iman arasındaki bir konumdur. Burada münafığın tavrı, tereddüt, sarsıntı ve kararsızlıktır; mü’min safla kafir saf arasında bocalayıp hiçbir safta yer almamaktır. Yani mü’minler için hakaretten başka bir şey ifade etmeyen bir konum…
Yüce Allah, nifakı tanıtırken şöyle buyurmaktadır:
“(Münafıklar), ne (kafirlerden), ne de (mü’minlerden) olmadan ikisi arasında bocalayıp dururlar. Allah (sapmak isteyeni) saptırırsa sen kesinlikle onu doğruya götürecek bir yol bulamazsın.” (Nisa: 143)
Bu, nifak batağına düşmüş kimselerin zaafını yansıtan bir tablodur. Kesin bir tavır takınamamalarının, görüşlerini, inanç ve tutumlarını haykıramamalarının nedeni işte bu zaaflardır. Bu, münafıkların tüm zamanlardaki konumudur. Yani korku ve hoş geçinme, ruhî sapıklık, hasta kalplilik, samimiyetsizlik, gösteriş, kalbin onaylamadığını dışa yansıtmak, direnme zaafı, açıklamaktan çekinmek, bayağılaşmak, azim noksanlığı v.s… Boy-postları gösterişli; ama etkilenemeyen (duygusuz) kimselerdir. Aynen kütük gibi hareketsiz… Duvarın bir tarafına konulmuş bir kütük gibidirler. Durgun ve buz gibi bir ölmüşlüğün örnekleridir bunlar. Ve Rabbimiz olan Allah şöyle buyurur:
“Onları gördüğün zaman cüsseleri hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki elbise giydirilmiş kütük gibidirler. Her kuvvetli sesi kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandır, onlardan sakın! Allah onları kahretsin! Nasıl da (haktan) çevriliyorlar?!” (Münafikun: 4)
19.02.2016
Hazırlayan: Emrullah AYAN