“ İman edip, hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, murada ermiş olan mutlu kullardır. “ (Tevbe: 20)
Kardeşlerim bugün, H. 3 Muharrem 1437/ Cuma, yeni bir hicri yıla girdik. Mübarek olsun. Rabbimiz rızasına uygun bir hayatı yaşamayı hepimize nasip etsin.
Hicret, bir takvime başlangıç olmaktan çok öte anlamlar ifade eden bir olgudur.
Hicret; bir yerden başka bir yere göç etmek, bir insanın başkasından bedenen, dille veya kalben ayrılması ve uzaklaşmasıdır. Hz. Peygamber (S) ve ashabının İslam devletini kurmak üzere M. 622 tarihinde Mekke’den Medine’ye göç etmeleri/hicret etmeleridir. İslam’ı hakim kılmak için bir hareket stratejisi olan hicret İslami hareketin önemli merhalelerinden birisidir. Yoksa hicret kesinlikle bir kaçış değil, tekrar geri dönmek için bir taktik, bir stratejidir.
Batıl düzenler, gerçekten Hakka inananlara hayat hakkı tanımak istemezler. Onlar gerektiğinde bütün zulüm mekanizmalarını mü’minlerin aleyhine çalıştırmaktan geri durmazlar. Çünkü yarasanın ışıktan ürktüğü gibi, onlar da mü’minlerin gerçekleri ve mutlak doğruları gözler önüne sermeleri böylece kendi menfaatlerinin ortadan kalkmasından, ilahlık davalarının sahteliğinin ortaya çıkmasından, sömürü çarklarının durmasından endişelenirler, korkarlar. Tarih boyunca mü’minlere zalim düzenler eliyle yapılan zulüm, baskı ve şiddetin asıl nedeni budur. Bugün yeryüzünün her bölgesinde Müslümanlar üzerindeki bunca baskı ve terör bundan kaynaklanmaktadır.
Yeryüzü iman-küfür mücadelesinin alanıdır. Bu mücadelede kimi zaman iman bazen de küfür egemen olmuştur. Mü’minler İslami kimliklerini yitirdikleri, imani zaaflara düştükleri, İslami ilimlerin yeterince tahsil edilemediği ve cahiliyenin yaygınlaştığı dönemlerde küfür İslam’a galip gelecektir. İslami ilimlerin çok iyi bilindiği, İslam’ın yaşandığı, imanın kalp atışlarında bile hissedildiği dönemlerde ise kuşkusuz İslam egemen olacaktır.
İslam’ın ve küfrün egemenliği ya da şeytana zaman zaman fırsat verilmesi insanın ve yeryüzünün kanunu hükmündedir. Dolayısıyla mü’minler İslam’ın egemen olmadığı toplumlarda yaşama durumunda kalabilirler. Bundan dolayı hicret zaman zaman gündeme gelebilir. Hicret dönemi asla kapanmaz. Hicret tarihin belirli bir dönemine ait bir olay değildir. Hicret süreklilik arz eder ve kıyamete kadar kaimdir. Bu anlamda hadislerde de hicretin sürekliliğinden söz edilmektedir:
“Kafirlerle savaşıldıkça hicretin sonu gelmeyecektir.” (Şevkani, Neylü’l-Evtar, VIII, 27)
“Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzünün en hayırlıları, Hz. İbrahim’in hicretini kendine örnek alanlardır.” (Ebu Davud, Cihad).
Allah (C.C) için yapılan her hareket, tavır ve sözün karşılıksız kalması mümkün değildir. Allah için bulunduğu yeri, bin bir zorluk altında terk eden ve bununla İslam’ı daha iyi yaşamayı, Allah’a daha mükemmel bir şekilde kullukta bulunmayı amaçlayan bir kimsenin eli boş döndürülmesi düşünülemez. Allah (C.C) Kur’an-ı Kerim’de, hicret edenlere müjdeler vermektedir:
“Muhakkak iman edenler, hicret edenler ve Allah yolunda cihad edenler, işte onlar, Allah’ın rahmetini umabilirler” (Bakara: 218, Tevbe: 20)
Bir de olumsuz hicretler vardır. Peygamberimizin, ahirette ümmetinden Kur’an’ı terk edilmiş bırakanlar için şikayetçi olacağını ifade eden ayette olduğu gibi:
“Peygamber dedi ki: ‘Ey Rabbim! Doğrusu kavmim bu Kur’an’ı mehcur (hicret edilip terk edilen bir şey yerinde) tuttular.’ “ (Furkan: 30)
Bu ayette geçen hicret (mehcur) kelimesi, terk edilmiş, dinlenilmeyen veya hakkında saçma sapan şeyler söylenen demektir. Kur’an’dan, Allah’tan uzaklaşmak, önceliği başka şeylere vermek, hayatın merkezine başka şeyleri yerleştirmek, tersine bir hicrettir. Hicrandır, sürgündür olumsuz hicretler. Peygamber tabiriyle “… Kim elde etmek istediği dünya malı, ya da evleneceği kadın için hicret ederse onun hicretinin karşılığı da hicret ettiği şey olur. “
Hakk’tan batıla yapılan hicret; hicreti ters çevirip yanlış bir tercih yapmaktır.
“Allah ve Rasulünün koyduğu hükme karşı mü’min bir kadın ve erkeğin o işi kendi isteklerine göre seçme/tercih hakkı yoktur…” (Ahzab: 36)
Temel tevhidi sabiteleri terk edip olumsuz anlamda değişim ve dönüşüm yaşayanlar, muhacir değil; olsa olsa dönek olurlar.
“Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse (bilsin ki) Allah, sevdiği ve kendisini seven, mü’minlere karşı alçak gönüllü (şefkatli), kafirlere karşı onurlu ve zorlu bir toplum getirecektir. (Bunlar) Allah yolunda cihad ederler ve hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu, Allah’ın dilediğine verdiği lütfudur. Allah’ın lütfu ve ilmi geniştir.“(Maide: 54)
Muharrem ayı, hicret ayı olmakla beraber İslam dünyasında çok büyük bir facianın da gerçekleştiği bir aydır. Hicri 61. Yılın Muharrem ayının 10’nda Rasulullah (S)’in torunu Hz. Hüseyin’in şehid edilmesiyle gerçekleştirilmiş bu facia, Kerbela faciasıdır.
O, Kur’an’ı savunurken, hicret yolunda, vahye şahidliğin zirvesindeyken, Kur’an için can feda ederek şehid oldu. Onu şehid edenler ise, tersine bir hicreti yaşayarak, dünyevi hırslarına kapılıp Kur’an’ı mehcur (terk edilmiş) bırakanlardı. İşte bugün bizler de doğru istikamette bir hicretle Kur’an safında yer almalı, Kur’an’a hicret edip vahyin şahidliğini üstlenerek, Rasulullah (S) ve torunu Hz. Hüseyin’le yollarımızı bütünleştirmeliyiz. İslami kimlik ve ilkelerimizin tavizsiz savunuculuğunu yaparak, her türlü zulme, ifsada, adaletsizliğe ve emperyalizme Allah için birlikte karşı durmalıyız.
16.10.2015
Hazırlayan: Emrullah AYAN