Hutbe: Firavun dedi ki: Ben izin vermeden mi iman ettiniz? “(Fir’avn): ‘Ben size izin vermeden mi ona inandınız? O, size büyü öğreten büyüğünüzdür. Andolsun ki, ben de sizin ellerinizi ve ayaklarınızı çapraz keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım, hangimizin azâbı daha çetin ve sürekli imiş bileceksiniz!’ dedi.” (Tâhâ:71) Kardeşlerim, bugün Hicrî Şaban ayının 8’i 1446/Cuma Sihirbazlar Mûsâ (as)’ın elinde meydana gelen mucizeyi görünce hemen iman etmişlerdi. Bunun üzerine Firavun tehditler yağdırmıştı. Bu, tüm zalimlerin tipik özelliğidir. Bundan sonra artık kendisine kulluğu terk edip Rablerine kulluğa yönelen mü’minlere karşı zalimlerin zulüm mekanizmaları çalışacaktı. Tarihin her devrinde bu böyle olmuş, zalim tâğutlar kendilerine kulluğu ve yasalarına itaati terk edip Allah’a kulluğa yönelen mü’minlere kan kusturmuş, dünyalarını zindan etmişlerdir. Bu mü’minlere Firavun şöyle diyordu: Ben size izin vermeden, bana danışıp onayımı almadan yasalarıma itaati, bana kulluğu terk edip Mûsâ’nın Rabbine secde ettiniz ha! Hâlbuki siz, benim tayin ettiğim memur ve kullarımdınız. Mükâfat ve maaşlarınızı ben veriyor, nimetlerimden istifade edip ülkemde yaşıyordunuz. Sizleri ben yetiştirmiştim. Size sanatkâr, akademisyen, başbakan, bakan, milletvekili gibi ünvanları ben vermiştim. Firavun kendini rab ve ilah addediyordu ya! Allah’a iman için bile onlardan izin almak gerekiyordu. Onların izin verdiği kadar inanır, mal sahibi olabilir, onların izin verdiği kadar çocuk sahibi olabilirsiniz. Çocuklarınızı onların izin verdiği gibi giydirebilir, onların izin verdiği kadar eğitebilir, onların istediği kanunlarla yargılanıp mahkûm edilirsiniz. Çünkü (hâşâ) tanrıdır onlar! Mü’min olsanız bile imanınızı yaşama ve Allah’ın emirlerini yerine getirme gibi konularda Firavunlara danışmak zorundasınız. Müslümanca yaşayabilir miyiz yaşayamaz mıyız? Allah’ın istediği gibi nikâhlanıp nikâhlanamaz mıyız? O’nun istediği şekilde mirasımızı paylaşabilir miyiz paylaşamaz mıyız? Yine O’nun razı olduğu şekilde çocuklarımızı eğitebilir miyiz eğitemez miyiz? Tüm bu konuları Firavunlara sormak zorundasınız. Onların izin vermediklerini asla yapamazsınız. Onlar ne kadar ve nasıl istiyorsa, onların istedikleri kadar namaz, oruç, kılık-kıyafet, kitap, din ve rasul olacak, ama onların bu isteklerini aşarsanız, bu zalim rab ve ilah taslaklarının işkencelerine hazır olmalısınız. Şimdi de çağdaş Firavunlar aynı şeyi söylemiyorlar mı? Sizler bizim kullarımız, vatandaşlarımızsınız. Nasıl yaşayıp nerede, ne okuyacağınıza, dininizi ne kadar yaşayıp anlatacağınıza, nasıl bir ekonomi ve hukuk uygulayacağınıza, bayram ve tatillerinizin neler olacağına biz karar veririz. Tüm hayatınızda bize danışmak yasalarımıza itaat etmek zorundasınız diyorlar. Meselâ bir öğretmen öğrencilerine Allah’ın razı olduğu İslâm’ı duyursa, bir vâiz cemaatine Kur’an’ı açıkça ve güne taşıyarak anlatsa hemen, “bizden izinsiz bunları anlattın ha! Halbuki neyi, ne kadar anlatacağını biz belirleriz. Seni biz tayin etmiş, maaşını veriyorduk, seni özellikle bize kulluk edesin, Mûsâ ve zamane Mûsâlarına karşı bizi savunasın diye okullarımızda eğitmiştik” diyerek onların hemen Firavunlarca sorgulandıklarını görürsünüz. Evet, ne diyordu Firavun sihirbazlara; benden izin almadan iman ettiniz ha! Bunu şöyle de anlayabiliriz: Eğer, bana danışıp izin alsaydınız elbette izin verirdim diyor. Firavun, bu durumda yavaş yavaş egemenliğin elinden çıktığını, insanların Hz. Mûsâ’ya meylettiklerini fark ediyordu da güya bunu “insanlar iman etme kararındalar hiç olmazsa ben izin vereyim de rezil olmayayım” diye tavır değiştiriyor. İnsanlar imana yönelince yapacağı bir şey kalmadığı için kendisini izin verme makamında görüyor, bir taraftan kibirlenip mevcut durumu korumaya çalışırken diğer taraftan da tavizini gündeme getiriyor. Tabi toplum imana yönelince Firavunların yapabilecekleri bir şey kalmamıştır. Dine izin verdikleri gibi, din dersi müfredâtı bile hazırlarlar. Ama dine yönelenlere yanlış ve hayata karışmayan bir din sunarak onların imanlarını bozmaya çalışırlar. Burada; Firavun, baktı ki iş kötüye gidiyor, Hz. Mûsâ’nın mucizesi karşısında adamları bile iman edince rezil oldu. Durumunu kurtarıp kaybettiği itibarı tekrar kazanmak için tüm zalimlerin yaptığı gibi son çare olarak mü’minlere işkence edip baskı yaparak onları caydırıp döndürmeye çalışacaktı. Bununla “onları kaybettim ama en azından onların ardından halkın iman etmesini önleyeyim” diye tedbir alıyordu. Çünkü ülkenin en bilgiçleri Mûsâ’ya iman etmişti. Topladığı bilgili ve güvendiği adamlar, Mûsâ’nın Rabbine iman edince elbette halk da onların peşinden imana yönelecekti. İşte bundan korkan Firavun bu mü’minleri cezalandırmalıydı ki halk imana heveslenmemeliydi. Bu tehditlerle onların dinlerinden döneceklerini zannediyordu. Onun bu tehditlerine karşılık az önce sihirbaz iken şimdi mü’minler olarak, tarihe geçen şu cevaplarını görüyoruz: O mü’minler: “Seni, gelen apaçık mûcizelere ve bizi yaratana üstün tutmayacağız. Ne hüküm vereceksen ver. Sen, ancak bu dünya hayatına hükmedebilirsin. Doğrusu biz, yanılmalarımızı ve bize zorla yaptırdığın sihri bağışlaması için Rabbimize iman ettik. Allah’ın vereceği mükâfat daha iyi ve daha devamlıdır” dediler. (Tâhâ: 72, 73) 07.02.2025 Hazırlayan: Emrullah AYAN
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
الإسراء 70
Andolsun ki biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.
الإِنْسَانُ: كُرِّمَ بِالْعَقْلِ، وَالنُّطْقِ والتَّمْيِيزِ، وَالإِخْتِيَارِ، الخ…
تفسير الشعراوي
İnsan aklı, konuşması temyiz gücü ve tercih serbestisiyle seçkin kılındı.
إِنَّ اللهَ سُبْحَانَهُ وتَعَالَي خَلَقَ الْكَوْنَ كُلَّهُ بِكَلِمَةِ “كُنْ” إِلاَّ آدَمَ، فَقَدْ خَلَقَهُ اللهُ بِيَدِهِ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ…
تفسير الشعراوي
Yüce Allah, Hz. Âdem hariç bu kâinatın tamamını “ol”, emriyle yarattı Âdemi ise Kendi eliyle yaratıp ruhundan üfledi.
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
الحجر 29
Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!
قَالَ الْمُفَسِّرُونَ: وَإِنَّمَا أَضَافَ الرُّوحَ إلَيْهِ تَعَالَى عَلَى جِهَةِ التَّشْرِيفِ وَالتَّكْرِيمِ كَقَوْلِهِ بَيْتُ اللهِ، نَاقَةُ الله، شَهْرُ اللهِ.
Tefsirciler şöyle der: Burada Yüce Allah, ruhu şereflendirme ve kıymetlendirme yoluyla ruhum demiştir. Yoksa hâşâ insanda Allah’tan bir parça yoktur. Nitekim bazı ayetlerde de Allah’ın evi, Allah’ın devesi ve Allah’ın ayı denilmiştir.
1 yorum
وَلَقَدْ كَرَّمْنَا بَنِي آدَمَ وَحَمَلْنَاهُمْ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ وَرَزَقْنَاهُم مِنَ الطَّيِّبَاتِ وَفَضَّلْنَاهُمْ عَلَى كَثِيرٍ مِمَّنْ خَلَقْنَا تَفْضِيلاً
الإسراء 70
Andolsun ki biz, insanoğlunu şan ve şeref sahibi kıldık. Onları, (çeşitli nakil vasıtaları ile) karada ve denizde taşıdık; kendilerine güzel güzel rızıklar verdik; yine onları, yarattıklarımızın birçoğundan cidden üstün kıldık.
الإِنْسَانُ: كُرِّمَ بِالْعَقْلِ، وَالنُّطْقِ والتَّمْيِيزِ، وَالإِخْتِيَارِ، الخ…
تفسير الشعراوي
İnsan aklı, konuşması temyiz gücü ve tercih serbestisiyle seçkin kılındı.
إِنَّ اللهَ سُبْحَانَهُ وتَعَالَي خَلَقَ الْكَوْنَ كُلَّهُ بِكَلِمَةِ “كُنْ” إِلاَّ آدَمَ، فَقَدْ خَلَقَهُ اللهُ بِيَدِهِ وَنَفَخَ فِيهِ مِنْ رُوحِهِ…
تفسير الشعراوي
Yüce Allah, Hz. Âdem hariç bu kâinatın tamamını “ol”, emriyle yarattı Âdemi ise Kendi eliyle yaratıp ruhundan üfledi.
فَإِذَا سَوَّيْتُهُ وَنَفَخْتُ فِيهِ مِنْ رُوحِي فَقَعُوا لَهُ سَاجِدِينَ
الحجر 29
Ona şekil verdiğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın!
قَالَ الْمُفَسِّرُونَ: وَإِنَّمَا أَضَافَ الرُّوحَ إلَيْهِ تَعَالَى عَلَى جِهَةِ التَّشْرِيفِ وَالتَّكْرِيمِ كَقَوْلِهِ بَيْتُ اللهِ، نَاقَةُ الله، شَهْرُ اللهِ.
Tefsirciler şöyle der: Burada Yüce Allah, ruhu şereflendirme ve kıymetlendirme yoluyla ruhum demiştir. Yoksa hâşâ insanda Allah’tan bir parça yoktur. Nitekim bazı ayetlerde de Allah’ın evi, Allah’ın devesi ve Allah’ın ayı denilmiştir.