Hutbe: Fiilî işgal mi yoksa zihnî işgal mi?
“…Şüphesiz ki, bir toplum, kendi durumlarını değiştirmedikçe Allah da onların durumlarını değiştirmez…” (Rad: 11)
Kıymetli Müslümanlar bugün Hicrî Rebiü’l-Âhir ayının 12si 1445/Cuma
Rabbimiz, tüm yeryüzünde özellikle Gazze de zulme karşı direnen kardeşlerimize yardımı ile tecelli etsin, ümmetimizi korusun.
Üç haftadır daracık bir bölgede sıkıştırılmış iki buçuk milyon mazlum hem yaşam mücadelesi veriyor hem de dünyanın tüm gelişmiş silahları ile yapılan bombardımana karşı direniyor. İsrailin savaşa başladığı günden bu yana tonlarca bomba atarak Gazze’de taş üstünde taş bırakmadı. Bu yaşananlara tüm dünyanın vicdanları körelmemiş insanları her şeye rağmen ses yükseltmektedirler. Çağdaş ashabı uhdud ve batılı avaneleri ise kulaklarını bu seslere tıkayarak bir an önce Hamas’tan yedikleri tokadın acısını çoluk-çocuk, kadın-erkek demeden tüm Filistinlilerden çıkarmanın telaşındalar.
Gazze halkı gerçekten rabbimizin bir mucizesi olarak elektriğin, suyun, gıdanın ve akaryakıtın kesildiği âdeta kendilerine ölün dendiği bir süreçte Allah’a dayanıp güvenmenin verdiği sabır ile elhamdulillah direnmeye devam etmektedirler.
Allah’tan bir mucize bekleyenler bugünlerde Gazze ye baksınlar. Orada yaşayan halkın mucizevî hayatlarından ders çıkarsınlar. Bu kıyımı izlemek durumunda kalan insanlık ise yaptıkları muhteşem sabah kahvaltılarına, yedikleri akşam yemeklerine ve sofralarının dizaynına baksınlar bir de Gazzeli müslümanların günlük yaşantılarını gözlerinin önüne getirsinler ve ibret alsınlar. Filistinli kardeşlerimize yapılan kıyımlar aslında tüm insanlığa yapılmaktadır. Gazze de yaşanan bu olaylar vesilesi ile tüm dünya Müslümanları olarak halimizi sorgulamamız, gözden geçirmemiz ve bu zilletten kurtulmamız noktasında bir arayış içerisinde olmamız gerekmiyor mu? Neden Müslümanların değer yargılarını, örneklerini batılı yaşam tarzları oluşturmaktadır? Kur’an’ın insanlarımızın hayatımızdaki yeri nerededir? Neden Ka’be, Mescid-i Aksâ ve diğer yeryüzü mescidleri özgür değil, her birisi farklı uşak zihniyetli güçlerin elindedir? Neden bunca vahşete rağmen elle tutulur somut adımlar bir türlü atılamıyor? Bu yeryüzü coğrafyasında yaşayan Müslümanlar neden akidelerinin, kitaplarının, Rasullerinin farkında değiller ve dinlerini ciddiye almıyorlar.
Kendimize gelmek için illâ da fiilî bir işgal mi yaşamak gerekmektedir? Bugün Gazze fiilî olarak işgal edilmek isteniyor daha doğrusu ilhak edilmek isteniyor. Burada şu soruyu sormak gerekiyor, acaba fiilî işgal mi zihnî işgal mi daha etkili daha çürütücüdür? Fiilî işgal daha çok fizikî zararlar verdiğinden olsa gerek daha yıkıcı ve kötü gibi gelmesine rağmen insanların hayatlarının tamamını ifsad ettiği için daha yıkıcı, kalıcı, etkili ve çürütücüdür.
Eğer bizler Kitabın emrettiği kullar, Rasulun tavsiye ettiği ümmet olabilse idik bugün Gazze’ye bu zalimler böyle saldıramazlardı. Ümmet olabilse idik izzetle Müslümanlar kardeşlerine sahip çıkarlardı. Yani bugün yaşananlar el-ân yeryüzü Müslümanlarının bulundukları zilletin bir sonucudur. O izzetli günleri özlüyor ve bekliyorsak Rabbimizin beyan buyurduğu; “Onlar, mü'minleri bırakıp kâfirleri veliler edinirler. 'Kuvvet ve izzeti' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve izzet,' Allah'a aittir.” (Nisa: 139) hükmüne kulak verip gönülden teslim olmalıyız.
İslâm ümmeti olarak bugünlere nasıl gelindi sorusunun cevabını Kur’an’dan öğrenmek zorundayız. Asırlar boyu süren bu ifsadın da asr-ı saadetten sonra başladığını görürüz. Emevîlerle başlayan saltanat süreci, Kur’an’dan kopuş ve sonrasında fetihlerle başlayan kültür gelenek ve âdetlerin dinleştirilmesi, dinin de kültür haline gelmesi önemli bir kırılma noktası oluşturmuştur. O günlerden günümüze atalar kültü, ırkçı düşünceler, yabancı anlayış ve felsefelerin dînî düşüncenin önüne geçirilmesi, dinde Kur’an’ın yerine fıkıh kitaplarının referans alınması sureti ile birçok konu dinin temeli olmaktan çıkarıldı. Kur’an artık hayat kitabı olarak değil de bir mezarlık kitabı haline getirildi ve kutsanarak hayattan uzaklaştırıldı.
Artık kitap dokunulmayan, anlaşılmayan ama yanı sıra kutsal kitap olarak görülen sadece hatim etmek amaçlı Ramazanlarda ve kandillerde telaffuz edilen kutsal metin konuma indirgendi. Ayrıca dünyevîleşme ve batı standartları insanlarımıza özlenen hedef olarak gösterildi ve bu yolda her türlü siyasî, kültürel ve sanatsal açılımlar sağlandı. Artık din en fazla günün belli zamanlarında süratle kılınan namazlara(!), tutulan oruçlara(!) yapılan yardımlara(!) indirgendi. Tabi bunlar yapılmadan sözel olarak da Müslüman(!) olunurdu. Artık Allah’ın düşmanı batı dünyasının İslâm dünyasına dayattığı yaşam tarzını her şeyi ile kendimize model almaktan vazgeçmeliyiz, kendimize gelmeliyiz.
Bu meyanda Rabbimiz kitapta yüzlerce âyetinde ilahlığın sadece kendisine ait olduğunu, yeryüzünde tağutlaşanlara itaat edilmemesini, helal ve haramları belirleme yetkisinin sadece Allah’a ait olduğunu, resullerin itaat olunmak için gönderildiğini hiçbir liderin ve otoritenin, ana-baba ve yakınların Allah ve Rasulünün önüne geçirilmemesini, kâfirlerin veli edinilmemesini, her türlü fesad ve kötülükle mücadele etmenin, yeryüzünün neresinde olursa olsun kime yapılırsa yapılsın, zulme ve zalime karşı durmanın imânî bir sorumluluk olduğunu emir buyurmakta idi.
Sonuç olarak; Hablullah olan Kur’an’a gönülden, topluca, sımsıkı, önyargılardan, tüm rics, şirk, cahiliye tortularından uzak samimi bir şekilde sarılmalıyız. Atalardan intikal eden hurafe, bid’at, nassa dayanmayan anlayışlardan, geleneğin bozulmuş efsanelerinden, Kur’an’la temizlenip, yeniden bir diriliş hamlesi gerçekleştirmeliyiz. Dinimizi ciddiye almalıyız. Kurtuluş ümmetin bireylerinin kendilerini Allah’ın boyası ile boyamak sureti ile gerçekleşecektir.
27.10.2023
Hazırlayan: Hayati İSAOĞLU