Zulüm bataklığında çürüyüp toplumu da çürüten bir sistemin kuruluş yıldönümü: 29 Ekim
“Halkına zulmeden sistemin kuruluş yıldönümünü, değişim sürecinde bile bayram olarak kutlamaya devam etmek, bu amaçla halkın vergilerinden harcamalar yapmak, hem değişimciler açısından ibretlik bir çelişki, hem de halka ilave bir zulüm ve saygısızlık değil midir?”
İLKAV Başkanı Mehmet Pamak, Cumhuriyetin Yıl Dönümü Münasebetiyle Yaptığı Açıklamada Şunları Söyledi:
29 Ekim, her yıl olduğu gibi bu yıl da bayram olarak kutlanıyor. Peki bugün neden bayram yapılıyor? Çünkü, cumhura (halkına) dünyanın hiçbir yerinde yaşanmayan zulümleri yaptığı halde adına “Cumhuriyet” denilmiş egemen rejimin 89 yıl önce kurulmasının yıldönümü olduğu için. Halkının çok büyük ekseriyetinin İslami ve etnik kimliğine, tesettürüne, örfüne, kültürüne ve değerlerine savaş açmış, “kurtuluş savaşı” olduğu iddia edilen ama “kurtarmayan savaş”ta kovulduğu söylenen emperyalist devletlerin seküler sapkın kültürünü, Türk ulusalcısı Kemalizm dini haline dönüştürerek ve şiddet politikalarıyla terör estirerek kendi halkına dayatmış bir “Cumhuriyet”in kuruluşunun 89. yıldönümü. Halkının, alfabesinden giyimine, inancından düşüncesine, tarihinden kültürüne kadar her şeyini değiştirmeye ve tepeden jakobence belirlemeye kalkan, hayatın bütün alanlarında en ince teferruata kadar neyi yapması neyi yapmaması gerektiği hakkında halkına ilahlık taslayan, tevhide düşman olduğu halde “tevhidi tedrisat” yasasıyla tek tipçi seküler materyalist laik eğitimle ve putperest törenlerle çocuk zihinleri işgal eden ve İslam düşmanı resmi ideolojiyi neredeyse hayatın tüm alanlarında bütün halka dayatan bir sistemin kuruluş yıldönümü.
Bu sapkın tercihleri ve dayatmalarıyla, halkının var olan İslami kimlik ve değerlerini, ümmet bilincini ve sonuçta da Kürt kimliğini ve anadilini tehdit ve düşman ilan edip yok etmeye kalkışan, kendisi de “iyi, doğru ve güzel”e dair hiçbir değer üretemeyerek, tüm kurumları, yönetici kadroları ve bürokrasisiyle, oluşturduğu zulüm bataklığında kendisi de çürüyen, toplumu da çürüten bir sistemin kuruluş yıldönümü. Bunca yaygın ve derin, ideolojik ve ırkçı zulümlere ilaveten, ülkenin kaynaklarını adil dağıtmak için hiçbir duyarlılığı olmayan ve adaletsiz uygulamalarıyla geniş kitleleri sefalete mahkum ederken, fakir kitlelerin sırtından ve bütün halka ait servet ve imkanlardan, yandaş büyük sermayedarlara sürekli kaynak aktaran sistemin yıldönümü. Ekonomik zulme dayalı düzeniyle, kitleleri asgari ücrete mahkum ederken, banka, medya sahibi büyük sermayedarları sürekli besleyip semirten, sonuçta darbeci paşalarla birlikte ülkenin sahibi haline getiren sömürücü kapitalist sistemin kuruluş yıldönümü.
Artık çöktüğü, çürüdüğü, tıkandığı ve bu kadar derin ve yaygın zulüm bataklığı içinde sürdürülemediği için, çökmenin eşiğine gelmiş bu seküler laik ulus devlet rejimini temel sapkın ilkelerini koruyarak sistem içi görece değişime uğratarak yeniden üretme süreci yaşanıyor. Son on yıldır, sistemin herkesçe kabul edilen zulmünü azaltıp halkı görece rahatlatmak amacıyla yeniden inşa edip diriltmeye yönelik sistem içi değişimle demokratikleşme çabaları sürdürülüyor. Cumhura bunca zulmü reva görmüş bir sistemin kuruluş yıl dönümünü büyük masraflar yaparak bayram olarak kutlamayı, artık mazlum halkın temsilcisi olarak sistemi değiştirme söylemiyle ve halka adalet-özgürlük vadiyle iktidar olan siyasi kadrolar sürdürüyorlar. Hele bugüne kadar başörtülü eşlerini bile Cumhuriyet resepsiyonlarına götüremeyenlerin, artık bu yasak da kalkınca çok daha fazlasıyla bu sistemi sahiplenecekleri anlaşılıyor. Zaten yıllardır, din bireyseldir, siyasetin ve ekonominin dini, imanı olmaz, laiklik İslam ile bağdaşır diyenler, zaten yıllardır hâl ve kâl diliyle “başörtümüze ve bireysel ibadetlerimize özgürlük tanıyın biz her türlü şirke teslim olur, Kemalist laik ve ulusalcı ilkelere bağlılığımızı beyan ederiz, bireysel alanda dinimizi yaşamaya fırsat verin, kamu alanına, ekonomiye, siyasete dini müdahale ettirmeyiz ve halkımızı da buna ikna eder sistemle uzlaştırırız” diyerek geliyorlardı.
Sistemin zulmünü geriletmeye yönelik sistem içi değişimin öncüsü olan AKP’nin Genel Başkan yardımcısı Ömer Çelik CHP’lilere hitaben şunları söylemektedir; “Benim cumhuriyeti kuranlara saygım var. Onlar cumhuriyeti kurdu ve ayakta tuttular ama Allah korusun AK Parti gelmeseydi onların kurduğu cumhuriyeti siz batırıyordunuz, zor kurtardık”. AKP öncü kadrosunun bu düşüncesi seküler sistem yanlısı bazı yazarlarca da doğrulanıyor. Mesela Habertürk yazarı Serdar Turgut’un tespitiyle bu kurtarmanın açılımı şudur; “Rejimin savunucusu olduklarını sanan bazı Ergenekon zihniyetliler ve CHP bu sistemin artık kendilerini de sürükleyerek çökmekte olduğunu göremiyorlardı. Tehlikenin farkında değildiler. Sistemin kendisini inançlı insanlara acilen açmak ihtiyacı vardı, ama buna rağmen sistem hâlâ daha inançlı insanları düşman olarak görüp başı örtülü kadınlarla mücadele ediyordu. Sistemi koruduğunu sananlar yüzünden sistemin çöküşü hızlanıyordu. Sistem bir anlamda intihar etmekteydi. Eğer AKP iktidara gelmeseydi Türkiye'de büyük bir çöküş yaşanacaktı. … AKP aslında cumhuriyetin tek kurtarıcısıydı. Çünkü AKP sayesinde sistem kesin çöküşten kurtulmuş yeniden hayatiyet kazanmıştı… Bu Atatürk'ün kurduğu ve artık tıkanmış olan sistemin de restore edilmesi anlamına geliyordu.”
Serdar Turgut, Haber-Türk’teki “AKP Cumhuriyeti Kurtardı” başlıklı yazısında; “Vatandaşlarının büyük bölümünü acımasızca ötekileştiren ve onların her türlü meşru talebini, çok küçük sayıdan oluşan bir oligarşinin taleplerini karşılamak için görmezden gelen iktidarlar döneminde cumhuriyet içten içe çökertilmeye başlanmıştı. Merkez medyada dönemin iktidarlarıyla kurulan ahlaksız ilişkiler dolayısıyla oligarşi-medya iktidar üçgeni arasında ülkenin vatandaşları rejimden hızla yabancılaştırılıyor ve her geçen gün insanlar bir isyana doğru yaklaşıyordu. (…) Cumhuriyet sistemi AKP iktidara gelmeden önce bu anlattığım düzen nedeniyle bütün ideolojik meşruiyetini yitirmişti.” Turgut, AKP iktidarının hemen öncesinde Türkiye’de rejimin varoluşsal bir krizinin eşiğinde olduğunu, rejimle halk kitleleri arasındaki bağın neredeyse tamamen koptuğunu ve rejimin meşruluğunu büyük ölçüde yitirdiğini söylüyor.
Serdar Turgut, “Cumhuriyetin en inançlı bayramı” başlıklı bir diğer yazısında ise şu tespitleri yapıyor; “Kimse farkında değildi ki, bu rejim suni teneffüsle ayakta durmaktaydı ve içten içe çürümekteydi. Kendilerine laik diyen rejim bekçileri, bu içten içe çürümenin farkında değillerdi. Onlar sanki hiçbir şey yokmuş gibi yaşamlarını sürdürüyorlardı. İktidar-sermaye-medya arasında bir ahlaksız ilişki kurulmuştu ve bir kısırdöngü sürdürülmeye çalışılıyordu. AKP iktidara gelmeden birkaç yıl öncesinde cumhuriyet rejimi çökmek üzereydi. Arap Baharı’nda yaşananlar az daha Türkiye’de de yaşanacaktı. Bıçağın kemiğe dayandığını hisseden çoğunluk, kendisinin mahrum kılındığı yaşam stilini ve inanca göre yaşama özgürlüğünü artık istiyordu. Bıçağın kemiğe dayandığı o ortamda, kendilerine karşı haksızlık yapıldığını düşünen çoğunluk, rejime karşı başkaldırma aşamasına geliyordu. AKP iktidara büyük umutlar vererek gelmeseydi, cumhuriyet rejimi tehlikeye düşecekti. Kendilerini bekçi sananlar, AKP’nin rejim için tehlike olduğu karşı propagandasını yayarken asıl tehlikenin kendileri olduğunu unuttular. Asıl kendi zihniyetlerinin sürmesi halinde bu rejimin tamamen çökeceğini görmediler. Aslında hâlâ bunu görmekte zorlanıyorlar. İnanılmaz bir ideolojik körlük söz konusu anlayacağınız. AKP’nin başarısının temelindeki en önemli nokta, Erdoğan’ın vizyonu sayesinde, kurucu ideoloji nedeniyle 80 küsur yıldır sistemden dışlanmış gibi yaşamak zorunda kalan insanları tekrar sistemin içine çekmek oldu; kitleleri AKP sisteme eklemledi. Bugün biz tarihimizin en inançlı Cumhuriyet Bayramı’nı kutluyoruz. Artık rejim aksak, topal değil. Cumhuriyet rejiminin temelinde bir kara delik gibi durmakta olan inancın dışlanması olayı bitirildi. İnanç, cumhuriyet rejiminin esaslarına eklemlendi. Sizi bilmem ama benim gönlüm artık, Cumhuriyet Bayramı günlerinde Atatürk’ün resminin asıldığı her yerde yanına Recep Tayyip Erdoğan’ın da resminin asılmasını istiyor. Çünkü bu iki kişi arasında derin bir bağlantı olduğunu hissediyorum.”
Tabii ki, bir yandan Türkiye’nin laik demokratik cumhuriyet sisteminin çöküşünü durdurup yeniden inşa ederken, diğer yandan toplumun İslam algısı da dönüştürülüp yeni statükonun razı olacağı, hatta üzerine inşa edileceği “ılımlı laiklik”le örtüşen, kamusal alana müdahale etmeyen, ekonomik, siyasi ve hukuki alanlara yönelik iddialarından vazgeçip bireysel ibadetler alanına çekilmiş “Ilımlı İslam” ya da “Protestan İslam” haline getirilmektedir. Böylece, yeni statükonun inşasında malzeme olarak kullanılacak statüko dini de, halkın yükselen dini duyarlılık ve taleplerine uyumlu hale getirilerek yenilenmekte ve kitlelerin sisteme eklemlenmesine vesile kılınmaktadır.
Bizzat bugün hükümeti teşkil eden siyasi kadrolarca da daha önce zalim olduğu tespit ve teşhisi yapıldıktan sonra, bu zulmünü geriletmeye yönelik sistem içi değişimle, zulmünü azaltarak ve görece özgürlükler getirerek rahatlatmak suretiyle, acılı muhalif kitleleri entegre ederek yaşatılmaya, sürekli kılınmaya çalışılan bir sistemin 89. yıldönümünün, hala bayram olarak kutlanmaya çalışılması ve bunun tüm halka ve çocuklarına dayatılması, ibretlik bir çelişki değil midir? Sistemin zulmünün farkında olup, zulmü geriletme ve halkı bu zulümlerden kısmen de olsa kurtarma çabası gösterenlerin, asgari tutarlılık gereği, bunca zulmün banisi olan sistemin kuruluş yıldönümünün hala bayram olarak kutlanmasına son vermeleri gerekmez mi? Aksi halde, insani erdemleri yok eden, insanı ve değerlerini tüketen, fesadı yaygınlaştıran, ekini, nesli ve ahlakı yozlaştıran, fıtratı bozan, yaygın, sistematik ve sürekli işkenceleri, faili meçhulleri, suikastları, yargısız infazları ve çok boyutlu insan hakları ihlalleriyle insanlık onurunu ayaklar altına alan, geniş kitleleri sefalete mahkum ederken yandaş sermayedarları tüm halka ait kaynaklarla oligarşik güç haline getiren, halkının on binlercesini katletmiş, yüz binlercesini zindanlara tıkmış, milyonlarcasına büyük acılar yaşatmış, bedeller ödetmiş ve halen de bu zulümlerin büyük kısmını sürdüren bu sistemin kuruluş yıldönümünü bayram olarak kutlamaya devam etmek, en azından bunca zulmü çeken halka saygısızlık değil mididir?
Hem Cumhuriyet adı altında bürokratik diktatörlük kurulacak ve cumhura bunca zulüm reva görülecek, hem de halkın söz sahibi olduğu bir Cumhuriyet kurulmuş gibi her yıl 29 Ekim Bayram olarak kutlanacak, bu doğru ve ahlaki bir tutum mu? Bu bayram, iki yönden zaaflı duruyor ve kaldırılmayı hak ediyor. Bir kere cumhuru esas alan, cumhurun hak, özgürlük ve değerlerine saygı gösteren Cumhuriyet yok ki, Bayramı olsun. Askeri vesayet rejiminin, bürokratik saltanatın Cumhuriyet olarak kutlanması, dünyayı güldürecek bir olay, akla ve mantığa aykırı bir saçmalık olduğu gibi, ahlaki de değildir. İkincisi bayramların bir toplumun ortak sevinç günleri olması gerekmiyor mu? Bilindiği üzere 27 Mayıs darbesinin yıldönümleri de 1981’e kadar 20 yıl süreyle “Hürriyet ve Anayasa Bayramı” olarak kutlandı. Ama geniş kitleleri mağdur etmiş bu günün bayram olarak kutlanması yine bir başka darbe tarafından kaldırıldı. Kaldırılması doğruydu. Bayramlar geniş kitlelerin mağduriyetine sebep olmamış olayları anımsattığında ve toplumun ortak sevinç günleri olmayı hak eden günler olduğunda anlamlı ve fonksiyoneldir. Ülke içinde geniş mağdur ve mazlum kitleler oluşturmuş olayları anımsatan günler bayram yapılırsa bir grup azınlık sevinirken, geniş kitleler hüzünle o günü geçirirler.
Bugün kutlanan “Cumhuriyet” adı verilen sistemin ardında da, bürokratik saltanat uygulamasından kaynaklanan halka yönelik çok boyutlu zulümler var. En az dört darbe, onlarca askeri müdahale, kanlı çete faaliyetleri ile büyük baskılar, yasaklar, zulümler, acılar, ıstıraplar, milyonlarca insanı kapsayan kan ve gözyaşı var. Bu sebeple, askeri vesayet rejimi olan bu sistemde “iç düşman” ilan edilip, baskı ve yasaklarla kuşatılmış bulunan ülke halklarının çok büyük bir ekseriyetinin “Cumhuriyet Bayramı”ında hüzünden başka bir şey duyması mümkün değildir. Üstelik böyle bir sisteme hala Cumhuriyet denmesini ve bayram olarak bu ad altında kutlanmasını kendileriyle alay ediliyormuş gibi algılamaları da söz konusudur.
Üstelik bayram kutlaması adına sadece İstanbul Boğaz köprüsünde ışık gösterisi yapmak için atılan onlarca tonla ifade edilen on binlerce aydınlatma fişeğiyle havaya savrularak israf edilen 2,5 milyon lirayla bile işsiz binlerce fakire iş alanı olacak fabrikalar kurmak mümkün iken, bu zalim sistemin kuruluş yıldönümü için Türkiye çapında yapılan masraf ise çok daha büyük meblağlara ulaşmakta olup, tüm bu israf mazlum halkın kesesinden karşılanarak halka ikinci bir zulüm yapılmış olmaktadır.
İşte bütün bu sebeplerle, soğuk savaş döneminin faşist alışkanlıklarının devamı olan bu tür bayram kutlamalarının sona erdirilmesi en doğru olandır, ancak illa da birileri istiyorsa sadece onların kendi aralarında toplandıkları ve kendilerinin finanse ettikleri salon etkinlikleriyle yetinilmesi sağlanmalıdır. Meydanları, caddeleri işgal ederek, askerlerin, tankların ve baskıyla katılıma zorlanan öğrencilerin yürütüldüğü, çok boyutlu eziyet ve israfın had safhaya ulaştığı, üstelik bu israfın hepimizden toplanan vergilerden finanse edilmesiyle ilave bir zulüm sebebi olan ve bütün bunlara ilaveten ayrıca trafik zulmüyle halka sıkıntı vermekten başka bir anlam da taşımayan bu tür bayramların kaldırılması insan hakları bakımından da büyük önem arz etmektedir.
Mehmet Pamak
Bu makale ilk olarak 2012 yılında yayımlanmıştır