İlke-Der seminerlerinde bu hafta “Kuran ve Toplumsal İlişkiler” konusu ele alındı. Ankara İlmi ve Kültürel Araştırmalar vakfından seminere konuşmacı olarak katılan Bülent Uğur KOCA ilk olarak Kur’an’ın indiriliş sebebi üzerinde durdu. Koca şunları söyledi:
“Kuran’ın indiriliş sebebi, “Sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için kuluna apaçık âyetler indiren O'dur…” Ayetinde ifade edildiği üzere, insanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmaktır. Ancak Allah’ın hak olan bu vadinin geçekleşebilmesi bir takım şartlara bağlıdır ki, bunların başında toplumların bu masaja kulak vermesi gelir. Toplumun her şeyden önce kendinde var olan cahili normları bu mesajın aydınlatıcı değer ve ölçüleriyle değiştirecek bir iradeyi göstermesi gerekmektedir. Allah’ın ayetleri akleden topluma hitap etmektedir. Uyarıldıkları halde akletmeyen toplumlar karanlıklar içerisinde kalmaya mahkûmdur. İnsan ünsiyet kurmak için yaratılmıştır bu yüzden insan fıtratı bireysel yaşantıyı değil toplumsal yaşantıyı gerekli kılar. İslam, fıtratın gerektirdiği üzere insana her zaman bir topluluk (cemaat-ümmet) içinde yaşamayı öğretir. Müminun suresindeki "Şüphesiz bu (insanlar) bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir; ben de sizin Rabbinizim. Öyle ise benden sakının" hükmü ile insanlık toplumuna (ümmetine) vurgu yapılmaktadır. İnsanlık tek bir ümmet iken daha sonra ayrılığa düşmüştür. Kur’an’da, insanlığın aynı çamurdan yaratıldığı ve aynı anne babadan türetildiği gerçeğine vurgu yapılarak fıtratın yolunda buluşmaya, ilk başta olduğu gibi tek bir ümmet olmaya çağrı yapılır.”
“Kur’an insana, iman ve amel birliği olan insanlarla güç birliği oluşturmasını, cemaatleşmesini, cemaatten ayrılmamasını emreder. “Hep birlikte Allah'ın ipine (İslâm'a) sımsıkı yapışın; parçalanmayın” çağrısında bulunur. Hem de bu İslam toplumundan, safların düz, istikrarlı ve kurşunla kaynatılmış binalar misali dayanışma içinde olmasını ister. Kur’an’da Müslümanlar topluluğu, çiftçinin çok hoşuna giden “filizini yarıp çıkarmış, gittikçe onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin” gibi dayanışma içinde olan, ekin tarlası benzeri bütünlük arz eden ve birbirine karşı merhametli bir ilişkiyi sürdüren güzel bir topluluk olarak zikredilir. Yine Kur’an‘da, Müslümanların “Bir haksızlığa uğradıkları zaman yardımlaşıp” topluca karşı koymaları gerektiği vurgulanır. Enfal suresi 46. ayetteki “Allah ve Resûlüne itaat edin, birbirinizle çekişmeyin; sonra korkuya kapılırsınız da kuvvetiniz gider. Bir de sabredin. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir” hükmü gereğince de, Müslümanlar topluluğunun Allah’a ve Resulüne itaat ederek, birbiriyle çekişmekten ve parçalanmaktan uzak durmaları emredilir. Aksi halde kuvvetlerinin ellerinden gideceği ve sonuçta Allah’ın gazabına müstahak olacakları uyarısı yapılır. Pek çok hadis rivayetinden de anlaşılacağı üzere Resulullah (s) de Müslümanları cemaat, topluluk halinde bulunmaya ve dağılıp ayrılmamaya teşvik etmiştir. “Allah’ın eli cemaatin üzerinedir.” “Allah’ın yardımı cemaatle beraberdir.” “Şeytan cemaatten ayrılanla birlikte koşup, onu o yolda teşvik eder.” “Şüphesiz bereket cemaatle beraberdir.” “Cemaat rahmettir, ayrılık azaptır.”
Konuşmasında toplumbilim teorilerinin genellikle ekonomik ilişkileri alt yapı kabul etmesinin yanlışlığına vurgu yapan Koca, evrimci bir mantıkla toplumsal değişimi değerlendirmenin seküler bakış açısının bir yansıması olduğu üzerinde durarak şunları söyledi:
Marksizm ve diğer batı düşünceleri ile aramızdaki en önemli fark onların ekonomik ilişkileri toplumun alt yapısını teşkil ettiği vehimlerini reddediyor olmamızdan kaynaklanmaktadır. Bizler bilimsel olarak nitelenen ve Ahseni takvim olarak yaratılmış insanı sadece ekmek kavgası veren bir canlı pozisyonunda gören bu kuramların toplumu ele alırken en başından hata ettiklerine inanıyoruz. Çünkü Allah kitabında her şeyden önce toplumların Allah ile olan ilişkileri üzerinde durmuş ve onları Allah’ın davetine yaklaşımlarına göre sınıflandırmıştır. Toplumlar Allah’ın çağrısını kabul edip etmeme açısından ikiye ayrılırlar. Birinci gurup tüm mahlûkatla beraber Allah’a secde etmeyi emrine itaat etmeyi onur bilen “Hizbullah”, ikinci gurup ise Allah’ın emirlerine şu veya bu sebeple karşı çıkan itaat etmeyen “Hizbuşşeytan”dır. Toplumsal ilişkilerde veya çatışmalarda Kur’an’a konu olan hep toplumların bu yönleri olmuştur. Bu guruplar dünya var oldukça devam edecek iki uzlaşmaz kutubu temsil ederler. Kur’an’ın ifadesiyle hak ve batıl saflarını oluştururlar. Dünyanın realitesi budur. Toplum sosyolojisinde ele alınması gereken temel kuramın belirleyici vasfı; sınıflar savaşını değil, hak batıl savaşı olmalıdır. Kur’an iki gurubunda özelliklerini bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Ayetler Allah’ın hizbine her şeyden önce hakkı ve adaleti ayakta tutma sorumluluğu yüklemiştir. İyiliği emretmek ve münkerden nehyetmek hakkı ve adaleti ayakta tutmanın ilk şartıdır. Bu sebeple toplumun devrimci dinamiği şu veya bu sınıf değil Hizbullah’dır. Hizbullah her yönü ile müşriklerden beraatini ilan etmiş, kınayıcıların kınamasından asla korkmayan, yalnız Allah’a güvenip dayanan itikadını haykırmak için Allah’ın yardım ve desteğinden başkasına tevessül etmeyen topluluğun Kur’andaki adıdır. Hak safının öncülerine “Hizbullah” adı verilir. İnsanları karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için gelen Allah’ın dininin taraftarlarının karanlıklar içinde kaybolması düşünülemez. Onlar için ilk önce bulundukları yeri aydınlatmak ve karanlıklardan ayrışmak vardır. Kur’an ayetleri karanlıklardan ayrışanların yol haritasını belirler. “Kendisinde şüphe olmayan bu kitap muttakiler için bir yol göstericidir” Muttakiler bir topluluktur. Karanlıklar içerisinde yaşayanlar her ne kadar inandık deseler de Ashabı kehf örneğindeki gibi kimliğini açıkça ibraz edip hak adına batıldan hesap sormadıkça Hizbullah vasfını kazanamazlar yalnızca koyu karanlığın tonlarını biraz grileştirmekle avunurlar. Oysaki Allah’ın yardımı rabbim yalnız Allah’tır değip, sonra eğilmeden bükülmeden dimdik direnenlerin yanındadır. Direniş müminleri cennete layık kıvama getiren tek mekteptir tek mezhepdir. İslami kimliğini açıkça ortaya koymadan, direnişin bütün merhalelerinde Allah’ı ve resülünü rehber edinmeden Allah’ı sevmek ve Allah’ın sevdiği bir kul olmak yani Hizbullah olmak mümkün değildir. Hizbullah her şeyden önce içinde bulunduğu toplumdan Allah’ın hakkına saygı göstermesini ister. Toplumun öncülerine Allah’ın arzında azgınlık etmemesini ve Allah’ın mülkünde Allah’ın istediği şekilde hüküm sürmesi gerektiğini hatırlatır. Ardından mustazaf halkın haklarının yine Allah adına korunması gelir. Hizbullah yalnız Allah hakkı adına konuşur. Allah’ın hak saydığı şeylerden bağımsız olarak başka bir hak davası yoktur. Her hak sahibine hakkını verenin adı anılmadan seküler bir mantıkla hak ve özgürlükler davasını gütmek Allah hizbine yakışmaz. Allah’ın hizbi insan hakların ve özgürlüklerinin sınırlarını vahyin sınırları içerisinde belirler ve ne bir eksik ne bir fazla ancak bu sınırlar içerisinde onurlu bir çizgide yürür.
Allah Hizbinin mücadelesi sistem içi mücadeledir.
Sistem Allah’ındır. Güneş Ay ve yıldızlar onun istediği yörüngede giderler. Yaratılmış ne varsa hepsi ona secde ederler. Yeryüzü ve gökyüzünde ne varsa onun izniyle hareket eder. Kendilerine seçme hakkı ve mühlet verildiği için Ona secde etmeyenler “sistemdışı” dır, isyankardır asidir. Kısaca kâinat sisteminin “terörist”leridir. Yaratıcının ve Kâinattaki bütün mahlûkatın hakkı için vücuttaki kanser tümörü gibi yalnız ifsad üreten olan bu bozguncu, fitneci, asi, sistemdışı, illegal, terörist güruh ile mücadele etmek birincil görevdir.
Konferansta ayrıca kul haklarını güvence altına almaya yönelik hükümler üzerinde duruldu ve kul haklarına ağır müeyyidelere bağlanmasının hikmetlerine değinildi. Konu ile ilgili Hucurat suresi 11-12. ayetler ışığında şunlar söylendi.
“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Birbirinizde ayıplar aramayın. Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İman ettikten sonra fasık adını almak ne kötüdür. Kim tövbe etmezse, işte onlar, zalimler onlardır. Ey iman edenler! Zannın çoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyicidir.”
“Toplumu dönüştürmenin bu zorluğunu ve uzun soluk isteyen zorlu sürecini görenler, toplumu dönüştürme iddialarından vazgeçerek onun cahili değerlerine doğru pragmatik ve popülist düşünce ve söylemlere kayabilmektedirler. Toplumsal değişime vesile olacak daveti yaygınlaştırma sürecinde, mücadelenin birinci hedefi olarak müstekbirlere yönelme de önemli bir tercih olarak görünmektedir. Müstekbir, merkezinde tağutun bulunduğu yapılanma ve (mele, mütref, sihirbaz ve Samiri) benzeri destekçileridir. Bunlar mücadelede birinci hedef yapılmalıdır. Çünkü topluma zorbalıklarıyla zulmeden, ifsadı ve şirki yaygınlaştırmada ve muhafaza etmede organize güç halinde çaba sarf etme, toplumun mustaz’af kesimlerini de yönlendirme ya da zorlama konumunda olanlar bunlardır. Toplumun geniş kitleleri ise mustaz’af kesimleri oluştururlar. Bunlar, egemen zorba güçlerce yönlendirilen, ezilen, sömürülen genellikle de organizesiz ve örgütsüz yığınlardır. Bunların içinde de zayıf ve güçsüz olmaları sebebiyle çaresiz ve mağdur olanlar olduğu gibi, dünyaya bağlılıkları sebebiyle çıkar amaçlı mücadele ve karşı koyma yerine iradi olarak zilleti tercih edenler de vardır. Müslümanlar da bu mustaz’af kesimler içinde yer almaktadır.”
“Kur’an’ın da peygamber kıssalarında bildirdiği gibi Hz. Nuh, Hud, Salih, Şuayb, Musa ve diğer peygamberlerin müstekbirleri birinci hedef yaptıklarını görmekteyiz. Zaten peygamberlerin karşısına ilk çıkanlar da tevhidi davetin sömürü çarklarını durduracağını ve çıkarlarını temin eden statükoyu değiştireceğini gören bu müstekbir egemen güçler olmaktadır. Ayrıca, mustaz’af yığınların yanlış din anlayışında direnmelerini sağlayan ve onları atalar dinini kullanarak yönlendirenler de, atalar dinine ve geleneğe sarılarak statükoyu korumaya çalışan bu müstekbirlerdir. Mücadele sürecinde böyle bir hedefin öncelenmesi, mustaz’af yığınların yanlış din anlayışlarını ıslah etme ve onlara yönelik uyarma ve tebliğ ilişkisi kurma gibi süreklilik arz etmesi gereken çabaların ihmal edilmesi, ya da ertelenmesi anlamına gelmemelidir. Kur’an, cahili toplum kesimleriyle kurulacak tebliğ ilişkisinde, peygamberlerin ve onların takipçisi olan mü’minlerin insanları ve toplumu kazanmaya yönelik güzel bir üslup kullandıklarını ve merhametle hareket ettiklerini ortaya koymaktadır.”
Yaklaşık iki saat süren konferans dinleyicilerden gelen soruların cevaplandırılmasıyla son buldu.