بِسْمِ اللّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ لاَ تَتَّخِذُواْ الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى أَوْلِيَاء بَعْضُهُمْ
أَوْلِيَاء بَعْضٍ وَمَن يَتَوَلَّهُم مِّنكُمْ فَإِنَّهُ مِنْهُمْ إِنَّ اللّهَ لاَ يَهْدِي الْقَوْمَ
الظَّالِمِينَ
Aziz ve muhterem din kardeşlerim! Dün haberlere bakarken alçak İsrailli askerlerin Filistinli 10-15 yaş arası çocuklarımızı gece yarısı yataklarından dipçikle uyandırıp anne ve babalarının tüm sızlanmalarına, ağlamalarına, engellemelerine rağmen nasılda tutuklayıp götürdüklerini gördüm. Bu sebeple bugünkü hutbemizi “filzdin” yani dinin filizi olan Filistin devleti” üzerine hazırladım.
Kendimi bildim bileli Filistin’i hep “Filizdin” olarak telaffuz etmek isterim. Galiba bu benim, Filistinli küçücük “şehit” yavrularımızın yere düşen mübarek “kanlarını”, kökleri derinlerde, toprağı kuvvetle sarmalamış, dal budak salmış, taptaze meyveler veren, kocaman ağaçlar olacak “filiz’lerin suyuna” benzetişimdir. Bazen de Filistinli küçücük yavrularımızı, Yahudi İsrail askerlerini bilmem neresinden delecek olan, inşaatlarda uçları açık bırakılan demir çubukların sivri uçlu “filiz” lerine benzetirim. Esasında, Küçücük bir tohumdan çıkan filizin, üzerindeki kilolarca ağırlıktaki toprağı nasıl delip geçtiğini hiç düşündünüz mü? Filizin, üzerindeki ağır toprak kütlesini yararak dışarı çıkması, insanın üzerindeki yüzlerce kiloluk bir örtüyü hiç zorlanmadan delip geçmesine benzer. TÜM ŞARTLAR BİR ARAYA GETİRİLDİĞİNDE “uyku halindeki tohumu Allah (c.c) canlandırmaya başlar.” Ağırlığı gramlarla ifade edilebilen bir filiz, üzerindeki kilolarca ağırlıktaki toprağı delerek yukarı çıkarken Allah (c.c)’ın izniyle hiç zorlanmaz. Tıpkı taşla tanklara karşılık veren Filistinli küçücük yavrularımız gibi
Muharref tevratın (Tekvin-Bab:16 cümle:18 de şöyle bir cümle geçer “O gün Rab Abrahamla ahd edip dedi: Mısır ırmağından büyük ırmağa, Fırat ırmağına kadar bu diyarı, Kenileri ve Kenizzileri ve Kadmonileri ve Hittileri ve Perizzileri ve Refaları ve Amorileri ve Kenanlıları ve Gırgaşileri ve Yebusileri senin zürriyetine verdim!”
İşte bu hükümleri Arz-ı Mev’ud ideolojisinin işareti sayan dünyanın ünlü kozmetik malzemelerinin üreticisi, Yahudi devletine gönülden bağlı, Yahudilerden biriside kadın Helena Rubinstein’dir. İsrail’de yaşamamasına rağmen Yahudi ırkının üstünlüğüne inandı ve bu kirli bilgi kültürü uğrunda yaşadı ve sonunda geberdi gitti. Doksan yaşının üstündeyken, Avustralya’da bir gazeteci ile aralarında geçen konuşma şöyledir:
Bayan Rubinstein, kadınları süslemek, güzelleştirmek için yetmiş yıldır yüzlerce kozmetik üretiyorsunuz, dünya güzellik piyasası sizin elinizde. Bunca krem, allık, pudra, losyon, parfüm gibi kozmetiklerin sahibisiniz. Doğru söyler misiniz? Bu yaşınıza kadar hangisini kullandınız?
Cevaba dikkat ediniz:
Hiçbirini
Gazeteci şaşkınlık içindedir…
Anlamadım efendim! “Hiçbirini” mi dediniz
Evet, hiçbirini.
Niye ama?
Çünkü kozmetiğin faydasına inanman.
Peki, ama o halde yetmiş yıldır niçin imal ediyor ve dünyanın dört bir yerinde pazarlıyorsunuz?
Lütfen muhterem kardeşlerim verdiği cevaba dikkat ediniz!
– İSRAİL DEVLETİ İÇİN
Gerçi, T.C devletinin de İsrail’e az faydası olmamıştır hani. Her halde en az bu Yahudi bayan kadar olmuştur tabi ki. Belki de çok daha fazla. Lozan’da masaya oturan devletler İsmet İnönü’den başın kesilmesini şart koştular. Bunu rahatlıkla içine sindirenler, mideleri için başlarını feda ettiler ve “hilafeti” kaldırdılar, “halifelik” devrildikten sonra çaremi kaldı? Beyin olmayınca da ne başları bir işe yaradı ve nede başka yerleri.
Oysa yeri geldiğinde “Bende Müslümanım” diye geçinen bu insanlar aşağıdaki ayeti celilenin farkında değiller mi?
“Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları “dostlar” edinmeyin. Onların bazısı, bazısının dostlarıdırlar. İçinizden kim onları dost edinirse şüphe yok ki, o da onlardandır. Muhakkak ki Allah o zalimleri hidayete, doğru yola iletmez.” (Mâide Suresi, 51. Ayet)
Yahudiler “Hz. İsa (a.s)’I Yahudilerin öldürttüğü” inancıyla Hıristiyanlar tarafından, “Diyar-ı Kenan’dan” kovulmuşlardı. Filistin’den çıkarken terk ettikleri son bir tepenin adı olan “Sion”dan ilhamla “Bir vatan sahibi olmak” fikrini “Sionizm” adında bir idealle ve “Arz-ı mev’ud” (vaad edilmiş toprak) inancıyla şekillendirip, asırlarca taşıdılar yüreklerinde. Daha sonra bu yerler Roma imparatorluğu’nun, Bizans’ın kalıntısı olan güçlerin elinden çıkmış, Müslümanların eline geçmişti. Yani bu yerler Yahudilerden alınmış değildi.
Ve nihayet Yahudiler, 2.Dünya savaşı galipleri olan Amerika, İngiltere, Rusya ve Fransa gibi ülkelerin desteğini alarak ve Ortadoğu’daki iktidar boşluğundan da istifade ederek, Filistin topraklarının bir kısmı üzerinde, 15 Mayıs 1948 de “İsrail” adında “Yahudi Şeriatı’na dayalı” bir devletin kurulduğunu açıkladılar. İsrail işgalci Siyonist devletin kuruluşu BM tarafından 1948’de resmen onaylanarak desteklendi. Ve ilk olarak ta T.C tarafından da bir devlet olarak tanındı. Bu destekle en mücehhez silahlarla donanmış “Siyonist Yahudi silahlı çeteleri” tarafından, Müslüman kitleler kendi öz vatanlarından korkunç kanlı eylemlerle kovuldular. “Siyonist İsrail rejimi” gerçekte bir devlet değil, “İşgal ve gasb olunmuş, çalınmış bir vatan” üzerinde kurulmuş, silahlı haydutlar rejimi durumundadır. Yahudileri başkaları katletmiş ve katledenler değil, Müslümanlar şehit edilmiştir.
Binlerce Filistinli kardeşimiz sürgünde, hapishanelerde, tel örgü içindeki kamplarda, insan olmanın onuruna yakışmayan şartlar altında, giyeceksiz, yiyeceksiz, ilaçsız, ağır şartlar altında şehitlerini gömecek yer bulamazken, “bak kardeş bende Müslüman’ım” diyerek harıl harıl tatil planları yapıp Yahudi malları kullananların birkez daha düşünmeleri gerekmektedir. Amerikan, İsrail ve Yahudi mallarını Müslümanlar aldıkça bu vahşet bitmeyecektir. Her Yahudi malı kullananlar Filistinli Filiz çocuğun kanını akıtan kurşunlara ortak olacaklardır, bu böyle biline. Bunun yanında ümmet coğrafyasının dört tarafına Allah (c.c) rızası için, kardeşlik için, malını, mülkünü, ailesini bırakıp bir derde deva olabilir miyim ümidiyle, ümmetin yetimlerinin başını hiçbir karşılık beklemeden okşamak için o diyarlara gidenlere selam olsun. Seccadesinde Filistinli kardeşlerinin ahvali için gözyaşı döküp, yakaran garip gureba duacılara, bir lokmasını muhtaç kardeşiyle paylaşma derdine düşenlere, soğuk günlerde göğsü derinden derine yanan ve bu yüzden göğüs göğüse muharebeyi özleyenlere de selam olsun.
Muhterem din kardeşlerim! Bilmem kaç yıllık Müslümanız İslam kardeşliği hakkında hepimiz dahil etrafımızdaki kelli felli Müslüman olduğunu söyleyenlerden kaçta kaçı tevhidi bilince sahip olup vahdeti özlemektedir. Şuna inanınız ki; Namazda saf tuttuğumuz gibi yaşadığımız hayatın her safhasına bu saf düzeni aksettirilirse, hiçbir kâfir, hiçbir Yahudi topraklarımızı Allah (c.c)’ın izniyle işgal edemez, çocuklarımızı öldüremez, namusumuzu çiğneyemez, Guantanamo da insanımızın ayaklarını kilitleyemezdi. Kundaktaki bebekleri bile öldürmekten çekinmeyen bu azgın katillerle olan hesabımız elbette görülecektir. Ve bu hesap gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne kadar durmadan aralıksız devam edecektir. Ama ben öyle hissediyor ve öyle İnanıyorum ki Allah’ın izni ile TÜM ŞARTLAR BİR ARAYA GETİRİLDİĞİNDE bu hesap pek yakında görülecektir. Elbette bir gün nefesimizi tüketiriz, ancak küçücük bir “Filizin” kanlarıyla suladığı ağaçlar mutlaka ama mutlaka ayakta ölür.
26.04.2013
Şahin ÖZDAŞ