İLKAV Alternatif Eğitim Konferansları çerçevesinde bu haftanın (28/05/2006) konuşmacısı eski bir Nakşi Şeyhi iken Tevhidi bir dönüşüm geçirerek binlerce müridini geride bırakarak, tarikat işlerinden beri olduğunu ilan eden ,Kur’an merkezli ve Peygamber örnekliğinde gerçek tevhidi bir Müslümanlığı seçen ve kendini kitap yazarak eğitim çalışmalarına adayan Araştırmacı –Yazar Ferid Aydın Hoca idi. Hocamızın en önemli eserlerinden biri olan “ TARİKATTA RABITA VE NAKŞİBENDİLİK” adlı gerçekten bu konuda yazılmış en kapsamlı ve muteber kitabının ikinci baskısı Süleymaniye Vakfı yayınları tarafından yayınlanmış bulunmaktadır. Bu kitabı çerçevesinde konferansını sundu.
Değerli kardeşlerimizin büyük katılımıyla gerçekleşen ilgi çekici konferansta; bu işin (şeyhlik mesleğinin) içinden gelmiş birisi olarak Hocamız “Türkiye’de Nakşibendilik Hareketi ve Tasavvuf “ başlıklı kapsamlı bir konuyu işledi.
Sayın Ferid Aydın’ın Konferansının Özeti:
Toplumda sosyolojik açıdan önemli bir yere sahip olan tasavvuf felsefesi ve tarikat olgusu üzerinde ciddi araştırmalar yapılarak yanlış kanaatlerin Kuran ve sünnet ölçülerine göre düzeltilmesi bir gerekliliktir. Türkiye de yaşayan tarikatların geçmişi ortalama 1000 yıl öteye gider. Türklerin İslam’ı kabulünden sonra tarikat ile ilgili bilgi ve belgeler oluşmakta ve dini kültüre girmektedir.
Türklerin İslama Girişi:
Tasavvuf hareketinin çeşitli kollarını oluşturan tarikatlardan biri olan Nakşibendiliğin oluşumunun Türklerin İslam’a girişi ile önemli ilgisi vardır. İlk Müslüman olan Araplar belli olduğu halde ilk Müslüman Türk ve İranlılar belli değildir. Çünkü bu Müslüman olmalar on binlerin birden din değiştirmesinden kaynaklanmaktadır. Kavmin lideri İslam Dini seçtiği an bütün tebaası da İslam’ı seçmiş, bu durum ise eski inanç ve dini kalıntıların yeni dinlerinde gizli-açık sürmesine de zemin hazırlamıştır. Burada Saltukbuğrahan’ın Abdülkerim ismini alarak Müslümanlığa onbin çadırla beraber geçişi önemlidir. Türklerin İslam’ı doğrudan doğruya Araplardan değil Acemlerden (Farslardan-İran ) aldığını Fuad Köprülü kitaplarında belirtmiştir. Örneğin, namaz,abdest gibi kavramlar farsçadır. İranlılar İslama girerken nasıl eski dinleri olan Mazdek, Zerdüşlük, Hint Mistizmi ve Mecusiliğin bazı iz ve düşüncelerini beraberlerinde getirmişse ,Türklerde eski Şaman ve Pagan düşünce ve alışkanlıklarından tam kurtulmadan İslam’a girmişler ve tüm bu inanç ve kültür karışımları yeni dinlerinde beraber yaşamaya başlamışlardır. Tüm bu kabaca belirttiğimiz hususları gözönünde bulundurarak günümüzde İslam diye sunulan düşünce ve hareketlerin aslını araştırmak zorunda olduğumuzu belirtelim.
Nakşibendilik:
Buhara ‘da Mahayana mezhebi olarak bir din vardı. Bu bölgede Budistler ve Müslümanlar bir arada yaşıyorlardı. Patanjalist denen Hint rahipleri nin etkisi ile bu akım Yeseviliğe dönüşüyor. (Sıddıkiye de dahil olmak üzere 7 isim değiştiriyorlar) ve en son Nakşibendilik olarak adlandırılıyor. Bu isimde nispet edilen Bahaeddin Nakşibend de çok sonraları takipçileri tarafından takılmıştır. (Bu konuda daha geniş bilgi için Prof.Dr.Fuad Köprülü’nün İlk Türk Mutasavvıfları adlı kitabı ile Zekeriya Kitapçının eserlerine bakılabilir.)
Nakşiliğin çoğu şeyhinin bilmediği 11 temel kuralı vardır.Daha sonra Bahaeddin Nakşibend üç tane daha ilave etmiştir. Hepsinin Patanjalist bir temeli vardır.
1-Huş der dem: Solunumu kontrol etmek. Gafletle nefes almamak. Ancak bu Allah’ın murakebesi değil Şeyhin murakabesi altında olduğunu düşünmek anlamına geliyor.
2-Nazar ber kadem: Yürürken ayakların önüne bakmak. İlgisini dağıtmamak. Uzun bir süreç sonunda amaçlanan kişiyi mistikleştirip,trans haline sokarak kontrol edebilmektir. Bu noktada ömrünün iki yılına bir savaş –cihad düşen Peygamberimiz(SA) in yaşayış biçimine ne kadar uyuyor siz düşünün.
3-Sefer der vatan: İnsanlıktan terfi etmeye ve melekleşmeye çalışmak.
4-Halvet der encümen: İnsanlar arasındayken dikkati onların üzerinde yoğunlaştırmamak.
5-Yad kerd.: Allahı dil ile anmaya aralıksız devam etmek.
6-Baz geşt: Zikirden sonra bir dua okumak.
7-Nigah daşt: Kalbi vesveselerden korumak.
8-Yad daşt: Sözlerin soyut anlamlarından vazgeçip Allah ın bizzat kendisine yönelmek.
( Halbuki Allah ancak sıfatları ile bilinebilir. Bizim bu dünyadaki kısıtlı aklımız Allah’ın zatını kavramaya yetmez.O yüzden Allah u Teala Kuran da “İnsanları ve cinleri bana ibadet etsinler diye yarattım.” diyor. Tanısınlar(Li arifun) diye değil. Marifetullah kavramı etrafında oluşturulan bu düşünceler yanlış yollara insanları götürmekte ,Halık-mahluk ayrımları gözardı edilerek insan haddini aşıp kendini tanrılaştırmada ve Vahdeti- Vücut anlayışı oluşmuş ve tasavvuf anlayışında yaygınlaşmışdır.)
9-Vukuf-i zamani: İki yada üç saatte bir nefis ve vicdan muhasebesi yapmak.
10-Vukuf-i adedi: tesbihatı tek sayılar üzerinde durdurmak.
11-Vukuf-i Kalbi : Kalbi tesbihatın hem sözlü, hemde anlamıyla meşgul etmek.
Tüm yukarıda belirtilen esaslardan çoğu masum ve faydalı gibi gözüksede her birinin amacı müridin iradesini şeyhe ram edip mistik bir dünyaya kişiyi götürmektir. Tüm bu esaslar balla sirkenin karışımı gibi aslının bir kısmı İslam dan bir kısmı ise Budizm,Yoga felsefesi ,Hint mistizminden ve Şamanizmden oluşturulmuş, Kuranın ve Peygamberin öngörmediği hususlardır.
Hiyerarşi :
Nakşilik kendini Hz .Ebubekir e kadar dayandırır. Ondan sonra Selman-i Farisi(Ö.656),Kasım Bin Muhammed,Cafer Sadık, Ebu Hanife gibi büyük alimlere kadar götürürler.Ancak bunların hiçbirinin herhangi bir tarikatla ilgileri yoktur.İlmi temelide bulunmamaktadır.
Birde “uzaktan kumandalı velilik” diyebileceğimiz Uveysilik geliştirilmiştir ki Yemen de yaşayan bir zat olan Veysel Karani ye nispet edilir.
Bu hiyerarşi ( Silsile-i Saadat) 29 a kadar çıkarılır ki bunların çoğunun Nakşilikle alakası olmadığı gibi çoğuda ilimden yoksun sıradan insanlardır. Bu kişiler arasında 15. sırada Bahaüddin Muhammed Buhari (Şah-i Nakşibend), 23.sırada İmam-ı Rabbani ve tarikata rabıtayı sokan 29. sıradaki Halid-i Bağdadi sayılabilir.
Rabıta :
Nakşiliğin sonradan konan üç esası arasında yer alan bu terim (RABITA) Kur an ve Sünnette geçmemektedir. Günümüz Nakşiliğinin sözkonusu üç esası aşağıdaki gibidir.
1-Hatmi Hacegan ( Hasan Sabah’ın Haşhaşiler cemaatinin kendi aralarında çakıl taşlarını torbadan torbaya koyarak zikir yaptığı izlenimi vererek suikast planladıkları halkalara verilen isim)Kuran ve sünnette belirtilmeyen bir ibadet türü.
2-Zikir: Bu zikir Kuranda anlatılan zikrin anlamlarından çok farklıdır.Çoğu kez anlamlarını bilmeden belli vird ve ifadelerin belli sayılarda dil ile tekrarlamaktan ibaret olan tarikat zikrinin Kuranda belirtilen ve Peygamberin (SA) yaşadığı zikirden ve anlamlarından bambaşka olduğu açıktır..İslam da bu manadaki Zikri (Dil ile yapılıp,kalp ile tasdiklenip ve mana ile düşünülen) çok güzel bir biçimde İmam Nevevi açıklamıştır. Kulluğun Allah’a arzı, Allah’ı yüceltmenin simgesi, hayatın parçasıdır.Allah ile yaşamaktır. Allah’ın hükümlerini hayatına hakim kılmak ondan başkalarına kul olmamaktır.
3-Rabıta : Müridin şeyhi ile uzaktan irtibat kurarak,onu gözünde canlandırması,iki kaşının ortasına odaklanarak onun feyzini alma isteği ile konsantrasyonunu sağlamasıdır. Bu bazen modern çağlarda fotoğraf ile de yapılmaktadır. (Uzak Allah anlayışından kaynaklanmaktadır.)
Yapılış tarzı itibarı ile şeyhe tevessül ile doğrudan Allah’a şirk koşulmaktadır. Kendisini uzak algıladığı Allah’a yaklaştırcağına inandığı Şeyhine yaklaşış ve Allah ile kendi arasına aracı edinilmesi ne rasulün ne de sahabe-i güzinin hayatlarında uyguladıkları bir şeydir.Dine sonradan sokulan bidat ve şirk işlerindendir.Konu ile ilgili Zümer Suresi 3. ayete bakılabilir.
Rabıtayı ilk olarak kurumlaştıran kişi Irak Süleymaniye doğumlu Kürt asıllı Halid Bağdadi’ ( 1778-1826) dir. 1810 yılında Hindistan a gidiyor ve orada Abdullah Dehlevi’ nin tedrisatından geçiyor. Osmanlı topraklarına geldiğinde II. Mahmut döneminde sarayla iyi ilişkiler kurarak doğuda kendi tarikatını büyük ölçüde yayıyor. O dönemde en yaygın olan Kadirilik ise düşüşe geçiyor. Rabıtanın usul ve tanımları büyük ölçüde meditasyonu andıran, Patanjali‘nin Sutralarındaki karmaşık ifadelerden çıkarılmıştır. Sanskritçe yazılan eserlerdeki Yoga felsefesinin prensipleri ile birebir örtüşmektedir. Sadece bazı kavramlar İslam’dan alınarak içleri boşaltılmıştır. Bu konuda geniş bilgi için kitabımıza müracaat…
Nakşiliğe Halidi Bağdadinin katkısı ile Günümüze kadar gelen Özellikler:
1-Siyaset ve hayatta Ketumiyyet. Bu demek değil ki siyasetle uğraşmazlar. En büyük siyaset oyunları burada döner. Seçimden seçime. Şeyhin işaret ettiği partiye oy verilir. Bunun karşılığında cemaat nemalanır ancak sair zamanlar siyaset konuşulmaz.Hayatla dinin bağı noktasında tam bir laiklik yaşanır.Din içsel-ruhi boyutta yaşanan dış dünyaya müdahale etmekten yoksun bir anlayışla yaşanır.
2-Görünüşte Kuran ve Sünnete Bağlılık.Bu ise tamamen şekilsel,sarık,cübbe ve tesbihe indirgenmiş dar bir anlayışı ifade eder.
3-Sıkı Propaganda: Gizli ev sohbetleri ile şeyhin kerametlerine dayalı tarikata davet çalışmaları yürür.
4-Ünlü Patanjalistlere bağlılık: İmam Rabbani, Muhiyyiddin İbn-i Arabi (Aslında Ekberi tarikatı kurucusudur.)ve Feridun Attar (Türk şairi) gibi .Bu kişi vahdeti vucutun (Evrendeki her şey tanrının bir parçasıdır anlayışı) gereği olarak şöyle diyebilmiştir.” Köpek ve domuzda ilahlarınızdan başka bir şey değildir” (Detaylı izahlar için lütfen hocamızın kitabını okuyunuz veya cd sini vakfımızdan temin ediniz.)
Toplum ve Düşüncedeki Etkileri:
Santkritçe Mantra denilen dili damağa yapıştırıp, kontrollü derin nefes alarak akciğerlere fazla oksijen gitmesini sağlayan ve tarikatta zikir adı verilen eylem aslında “bilinci, sınırlı bir koridora hapsedip konsantrasyonu sağlama” yoga terbiye usulünün bir parçasıdır. Bu konsantrasyon ve inanmışlıkla Müslüman, gayrimüslim, budist fark etmez.Vücuduna şiş sokma, ateş değdirme, korda yürüme eylemlerini de kendilerine çok büyük zarar getirmeden gerçekleştirebilirler. Rıfai tarikatı bu işlerde mahirdir. İbn-i Teymiyye kendi zamanında bu işlerle uğraşanlarla çok uğraşmış, sahih sünnet ve Rasul’ün hayatının ön plana çıkarılması için mücadele vermiştir. Pasifizm bu düşünme şeklinin toplumda yansıyan en büyük özelliğidir.Vicdanın iflası söz konusudur. Bazı transandantal meditasyon derneklerinde beyin yıkama seansları vardır. Onları andırır biçimde tarikatlarda da Önce şeyhte ,sonra resulde, sonra Allah ta (fenafillah) yok olma amaç edinilir. Allah ta eriyince tarikat hali sona erer ,seyri ilallah tamamlanır ve kendiniz ilah olursunuz. ( Tefsir-Ruhu-l Furkan Cilt 2-Syf 63)
Tarikat toplantılarında Dünya Müslümanlarının derdi tartışılmaz.Irak, Filistin, Çeçenistan, Afganistan ve İsrail-Amerikan zulümleri konuşulmaz. Ruhi seyri sulük daha önemlidir.Zikir daha önemlidir.Nakşilik kuşkuları dağıtacak kadar gerektiği zaman gerektiği kadar ibadeti telkin eder.Telkinler daha ziyade Kuran’da geçmeyen marifetullah hakkındadır. Son iki yüz yıldır Nakşiler modern hayata uymuşlar,pespaye ve eski derviş görüntüsünden sıyrılıp, sarık cübbe ve son model arabalarla toplumda varlıklarını sürdürmeye başlamışlardır. Hiç bir lüks ve zenginlik içinde yaşamayan şeyh göremeyiz.
İnsanlar şeyhe yükledikleri anlamlara binaen bağlanırlar. Kişi önemli değildir. Somut olarak görmesi yeter. Beklentileri vardır. Şefaat beklentisi, keramet rivayetleri, bağlılık hissi, topluluğun ferdi olması, hastasını iyileştirmesi vd gibi.
Sonuç:
Son olarak özetin özeti ; tasavvuf islamdan ve diğer uzak doğu dinlerinden parçalar alarak oluşmuş başka bir dindir. İslam’ın kendisi değildir. Ayrıca tasavvuf kelimesi ne suffa denilen yün elbise giyenlerden nede Peygamberimiz zamanındaki ilim erbabı Ehli- Suffe den mülhemdir. Arapça lisanını bilenler Harflerinin uymadığını çok iyi bilirler. Ancak şuna eminim ki Arapların bazı kelimelerin söylenişini kendine uydurduğu gibi Yunanca FELSEFE =PHYLOSOPHY dendiği gibi
TASAVVUF= THEOSOPY kelimelerinden türetilmiş bir kavramdır. Latin kökenli bir kelimedir. Tasavvuf ve tarikat toplumumuzda çok yaygın bir biçimde yer alan inanç ve yaşayış biçimleridir. Çoğu insanımız bu kavramların kökenini ve felsefesini bilmez. Çoğu şeyhte bilmez. Samimi bir biçimde bağlanır ve taassupla mevcut durumunu sürdürür. Vahdet-i Vücut, Rabıta, Panteizm, Nuru Muhammediyye kavramlarını Kuran ve Sünnet ölçülerinde değerlendirilerek, Peygamberimizin Kuran rehberliğinde yaşadığı sahih İslamı bu insanlarımıza merhametle anlatmak zorundayız. Allah Sırat-ı Müstakimin den Tevhid bilinçli din anlayışından ayırmasın.